Sıklıkla Doğu Roma İmparatorluğu veya sadece Bizans olarak isimlendirilen Bizans İmparatorluğu, 330'dan 1453'e kadar varlığını sürdürdü. Başkenti Konstantinopolis'te I. Konstantin (306-337) tarafından kurulan imparatorluğun büyüklüğü asırlar boyunca, bir defasında veya diğerinde, İtalya, Yunanistan, Balkanlar, Levant, Küçük Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan bölgelere sahipti.
Bizans, resmi dili Yunanca olan bir Hıristiyan devletiydi, Bizanslılar kendi siyasi sistemlerini, dini pratiklerini, sanatını ve mimarisini geliştirdiler; bu, Greko-Romen kültürel ananesinin mühim derecede tesiri altında kalmasına rağmen, sadece antik Roma'nın bir devamı değildi, ondan farklıydı. Bizans İmparatorluğu, Orta Çağ'ın en uzun ömürlü gücüydü ve tesiri günümüzde, bilhassa da birçok Batılı devletin, Doğu ve Orta Avrupa'nın ve Rusya'nın dininde, sanatında, mimarisinde ve hukukunda devam ediyor.
Bizans Adı ve Tarihleri
'Bizans' ismi, 16. asır tarihçileri tarafından, başkentin Konstantinopolis'e (modern İstanbul) dönüşmeden önce ilk isminin Byzantium olduğu hakikatine dayanılarak türetilmiştir. Bizans, Doğu Roma İmparatorluğu'nu Batı Roma İmparatorluğu'ndan ayıran, bilhassa 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra mühim ama mükemmel olmayan kullanışlı bir etiketti ve olmaya devam ediyor. Nitekim bu sebeple, tarihçiler arasında "Bizans İmparatorluğu" mefhumunun hakikaten hangi devre işaret ettiği hususunda evrensel bir fikir birliği yoktur. Birtakım bilginler 330'u ve Konstantinopolis'in kuruluşunu, diğerleri Batı Roma İmparatorluğu'nun 476'daki çöküşünü, bazıları ise I. Justinianus'un (527-565) iki imparatorluğu 565'te birleştirmedeki başarısızlığını ve hatta bazıları Bizans'ın doğu vilayetlerinin Araplar tarafından fethedildiği 650'leri dikkate alır. Çoğu tarihçi, Bizans İmparatorluğu'nun 29 Mayıs 1453 Salı günü Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'un Fethi ile nihayete erdiğini kabul eder.
Tarihlerin münakaşa edilmesi, Roma dünyasının iki yarısı arasındaki etnik ve kültürel karışımdaki farklılıkları ve Ortaçağ devletinin daha evvelki Roma mirasından farklılığını da vurgular. Bizanslılar kendilerine 'Romalılar' diyorlardı, imparatorları basileon ton Rhomaion veya 'Romalıların İmparatoru' idi ve başkentleri 'Yeni Roma' idi. Bununla beraber, en yaygın lisan Yunancaydı ve tarihinin kahir ekseriyeti için Bizans İmparatorluğu'nun kültürel açıdan Roma'dan daha ziyade Yunan olduğunu söylemek doğru olabilir.
Konstantinopolis
Bizans İmparatorluğu'nun başlangıcı, Roma imparatoru I. Konstantin'in 11 Mayıs 330'da Roma İmparatorluğu'nun başkentini Roma'dan Bizantium'a taşıma kararına dayanır. Popüler olan ad Konstantinopolis veya 'Konstantin Şehri' kısa müddet sonra imparatorun kendi resmi seçimi "Yeni Roma"nın yerini aldı. Yeni başkentin Haliç girişinde mükemmel bir tabii limanı vardı ve Avrupa ile Asya arasındaki sınırda yer alan gemilerin Ege'den Karadeniz'e geçişini kontrol ederek garp ve şark arasındaki kazançlı ticareti birbirine bağlayabiliyordu. Haliç'in girişi boyunca uzanan büyük bir zincir ve 410-413 seneleri arasında devasa Theodosian Surları'nın inşası, şehrin hem deryadan hem de karadan düzenlenen mütekerrir taarruzlara karşı koyabileceği manasına geliyordu. Asırlar boyunca, daha muhteşem binalar ilave edildikçe, kozmopolit şehir, herhangi bir çağın en iyilerinden biri ve kesinlikle cihanın en zengin, en şatafatlı ve en mühim Hıristiyan şehri haline geldi.
Bizans İmparatorları
Bizans imparatoru veya basileus (veya daha nadiren imparatoriçe için basilissa) muhteşem Konstantinopolis Sarayı'nda ikamet eder ve geniş bir imparatorluk üzerinde mutlak bir hükümdar olarak hükmederdi. Bu sebeple, basileus, uzman bir hükümet ile yaygın ve verimli bir bürokrasinin yardımına ihtiyaç duyuyordu. Mutlak bir hükümdar olmasına rağmen, bir imparatorun - hükümeti, halkı ve kilisesi tarafından - imparatorluğu makul ve adil bir şekilde idaresi bekleniyordu. Daha da mühimi, ordu hakiki manada Bizans'taki en kuvvetli müessese olarak kaldığı için bir imparator askeri zafere sahip olmalıydı. Konstantinopolis'teki ve eyaletlerdeki generaller, imparatorluğun sınırlarını müdafaa etmeyen yahut iktisadi felaket getiren bir imparatoru vazifeden azledebilirdi - ve yaptı da. Yine de, hadiselerin normal akışında, imparator ordunun başkumandanı, kilise ve hükümetin başıydı, devlet maliyesini kontrol ediyordu ve istediği zaman asilleri tayin eder veya vazifeden alırdı; önce veya sonra çok az hükümdar böyle bir kuvvete sahip olmuştur.
İmparatorun imajı, seçilen halefi, umumiyetle en büyük evladı göstermek için kullanılan Bizans sikkelerinde göründü, lakin bu veraset için belirlenmiş usüller olmadığı için her zaman vaki değildi. İmparatorların idare etmek için Tanrı tarafından seçildiğine inanılıyordu ama muhteşem bir taç ve Tyrian moru kaftanları hükmetme hakkını daha da kuvvetlendirmeye yardımcı oldu. Diğer bir pazarlama stratejisi, Konstantin'in hususi favorisi olan şanlı seleflerinin saltanat adlarını kopyalamaktı. Tipik olarak kuvvet ve muvaffakiyetin askeri adamları olan gaspçılar bile, umumen önceki ailelerinin bir mensubuyla evlenerek mevkilerini meşrulaştırmaya çalıştılar. Böylece, hanedanların, ritüellerin, kostümlerin ve isimlerin itinayla düzenlenmiş sürekliliği sayesinde, imparatorun müessesesi 12 yüzyıl boyunca ayakta kalabildi.
Bizans Hükümeti
Bizans hükümeti, imparatorluk Roma'sında kurulan kalıpları takip etti. İmparator çok kuvvetliydi lakin yine de Senato gibi mühim organlara danışması beklenirdi. Konstantinopolis'teki Senato, Roma'nın aksine, askerlik hizmetinin saflarında yükselmiş adamlardan oluşuyordu ve bu sebeple böyle bir senatör sınıfı yoktu. Seçimler olmadan, Bizans senatörleri, bakanları ve yerel meclis üyeleri, mevkilerini büyük ölçüde imparatorluk himayesi yoluyla veya büyük toprak sahibi statüleri sebebiyle elde etti.
Mümtaz senatörler, imparatorun teoride devlet açısından mühim mevzularda danışması gereken küçük sakrum konsorsiyumunu oluşturuyordu. Ayrıca, imparator saraydaki şahsi maiyeti üyelerine danışabilirdi. Dahası sarayda, imparatora çeşitli şahsi vazifelerde hizmet eden lakin aynı zamanda ona erişmeyi kontrol edebilen hadım mabeyinciler (cubicularii) de vardı. Hadımlar mesuliyet pozisyonlarını kendileri üstlendiler, bunların başında imparatorun cüzdanının sahibi olan ve kuvvetleri 7. yüzyıldan itibaren önemli ölçüde artacak olan sakellarios vardı. Diğer mühim hükümet memurları arasında quaestor veya baş hukuk görevlisi; devlet darphanesini kontrol eden comes sacrarum largitionum; sarayın umumi idaresine, orduya ve erzakına ve dış işlerine bakan magister officiorum; ve imparatorluğun dört bir yanındaki mahalli konseylerdeki hadiseleri izleyen bir imparatorluk müfettişi ekibi vardı.
Ancak Bizans'taki en üst seviyedeki memur, imparatorluğun bütün bölge valilerinin mesul olduğu Doğu'nun Praetorian Prefect'iydi. Bölge valileri, münferit şehir konseylerini veya küraları (curae) kontrol etti. Mahalli meclis mensupları, bütün kamu hizmetlerinden ve kasabalarındaki ve muhitindeki topraklardaki vergilerin toplanmasından mesuldu. Bu konseyler coğrafi olarak, imparatorluğun dört vilayetinin her birinde üçer tane olmak üzere, kendileri 12 piskoposluk halinde düzenlenmiş 100 kadar yerde teşkilatlandı. 7. asırdan itibaren, piskoposlukların bölge valileri veya bir yeniden yapılanmadan sonra bilindikleri şekliyle themalar, aslında doğrudan imparatora karşı mesul olan il askeri kumandanları (strategoi) haline geldi ve Praetorian Prefect kaldırıldı. 8. asırdan sonra, komşulardan gelen artan askeri tehditler ve iç harpler nedeniyle imparatorluğun idaresi eskisinden çok daha basit hale geldi.
Corpus Juris Civilis
Bizans hükümetine I. Justinianus tarafından öncülük edilen Justinian Kanunları veya Corpus Juris Civilis'in (Medeni Hukuk Derlenmesi) oluşturulması büyük ölçüde yardımcı oldu. Bir grup hukuk uzmanı bunun için asırlar boyunca birikmiş olan Roma kanunlarını - çok sayıda imparatorluk fermanı, yasal görüş ve suç ve ceza listeleri - derledi, topladı ve düzenledi, Bir milyonun üzerinde kelimeden oluşan kanunlar, 900 sene sürecek, yasaları herkes için daha net hale getirecek, mahkemelere lüzumsuz yere getirilen davaların sayısını azaltacak, yargı sürecini hızlandıracak ve bundan sonra batı demokrasilerindeki çoğu hukuk sistemine tesir edecektir.
Bizans Toplumu
Bizanslılar aile ismine, miras kalan zenginliğe ve bir ferdin saygın doğumuna büyük ehemmiyet atfetti. Cemiyetin üst kademelerindeki fertler bu üç şeye sahipti. Zenginlik, arazi mülkiyetinden veya müstakil bir idarecinin yargı salahiyeti altındaki arazi idaresinden gelirdi. Mamafih Bizans cemiyetinde böyle bir kan aristokrasisi yoktu ve hem himaye hem de tahsil sosyal merdiveni tırmanmanın bir yoluydu. Buna ilaveten, imparatorlar tarafından lütufların, toprakların ve unvanların dağıtılmasının yanı sıra fark gözetmeyen rütbeler ve yabancı istila ve savaşların tehlikeleri, asaletin ferdi kısımlarının sabit olmadığı ve ailelerin yüzyıllar boyunca yükselip düştüğü manasına geliyordu. Rütbe, unvanlar, mühürler, nişanlar, belirli giysiler ve şahsi mücevherlerin kullanılması yoluyla toplumun bütün mensupları tarafından görülebilirdi.
Alt sınıfların çoğu, ebeveynlerinin mesleğini takip ederdi, lakin miras, servet biriktirme ve bir sınıfın diğerine taşınması için herhangi bir resmi yasağın olmaması, bir kişinin sosyal vaziyetini ve mevkiini iyileştirmesi için en azından küçük bir ihtimal sunuyordu. Hukuk işleri, idare ve ticarette (Bizanslılar için geçimini sağlamak için pek saygın bir yol değildi) gibi daha iyi işlere sahip işçiler vardı. Bir sonraki basamakta zanaatkarlar, sonra kendi küçük toprak parsellerine sahip olan çiftçiler, müteakiben en büyük grup - başkalarının toprağında çalışanlar ve nihayet, tipik olarak harp esiri olan ancak hiçbir yerde hür işçiler kadar sayılamayacak köleler vardı.
Erkeklerde olduğu gibi Bizans kadınlarının rolü de sosyal mevkilerine bağlıydı. Aristokrat kadınların evi idare etmesi ve çocuklara bakmaları bekleniyordu. Mülk sahibi olmalarına rağmen, kadınlar kamu görevlerinde bulunamıyor ve boş zamanlarını dokuma, alışveriş, kiliseye gitme veya okuma (resmi eğitimleri olmamasına rağmen) yaparak geçiriyordu. Dullar, çocuklarının koruyucusu oldular ve kardeşleriyle eşit olarak miras alabilirdi. Birçok kadın, erkek kılığına girerek tarımda ve çeşitli imalat sanayilerinde ve gıda hizmetlerinde çalıştı. Kadınlar kendi topraklarına ve işlerine malik olabilir ve bazıları evlilik yoluyla sosyal mevkilerini iyileştirebilirdi. En az saygı duyulan meslekler, başka yerlerde olduğu gibi, fahişeler ve aktrislerdi.
Bizans İmpratorluğu'nun Yüzölçümleri
Bizans İmparatorluğu'nun coğrafi hudutları yüzyıllar boyunca imparatorların askeri galibiyet ve mağlubiyetleri dalgalandıkça değişti. İmparatorluğun tarihinin ilk kısmında tutulan topraklar Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin'i içeriyordu. Yunanistan, pratik açıdan Bizans'ın kendilerini Greko-Romen kültürünün gerçek mirasçıları olarak görmelerinin bir sembolü olduğundan daha az mühimdi. İtalya ve Sicilya, Papaların ve Normanların hırslarına karşı nihayetinde başarısız bir şekilde savunulmalıydı. Tuna Nehri'ne kadar Balkanlar baştan sona önemliydi ve kuzeyde Karadeniz kıyılarına kadar Küçük Asya ve doğuda Ermenistan mühim bir zenginlik kaynağıydı lakin bu bölgelerin her ikisi de çeşitli daimi düşmanlara karşı düzenli ve kuvvetli müdafaa gerektirecekti.
Siyasi harita komşu imparatorlukların yükselişi ve düşüşü ile sürekli olarak yeniden çizildiğinden, dikkate değer hadiseler arasında I. Anastasios (491-518)'un imparatorluğu hem Perslere hem de Bulgarlara karşı başarıyla müdafaa etmesi yer aldı. Kabiliyetli generali Belisarius'un (yaklaşık 500-565) yardımıyla I. Justinianus, Kuzey Afrika, İspanya ve İtalya'da batı imparatorları tarafından kaybedilen toprakları geri kazandı. İtalya'daki Lombardlar ve Balkanlar'daki Slavlar, 6. asrın ikinci yarısında İmparatorluğa akın ettiler, bu vaziyet nihayet Herakleios (610-641) tarafından 627'de Ninova'da aksine çevrildi ve zaferiyle Pers Sasani İmparatorluğu'nu fiilen sona erdirdi.
7. ve 8. yüzyılın İslami fetihleri, imparatorluğun Levant'taki (637'de Kudüs dahil), Kuzey Afrika ve Doğu Küçük Asya'daki topraklarını kaybetmesine yol açtı. En azından, Konstantinopolis, kararlı Arap muhasaralarına (674-8 ve 717-18) iki defa direnerek Arapların Avrupa'ya yayılmasına karşı sağlam bir siper olarak durdu. Lakin Bizans İmparatorluğu temellerinden sarsıldı. Daha sonra 9. yüzyılda Bulgarlar İmparatorluğun kuzey bölgelerine kayda değer akınlar yaptılar. (Uygunsuz bir isimlendirmeyle böyle anılan) Makedon hanedanı (867-1057) ile Bizans servetinde bir canlanma geldi. Hanedanlığın kurucusu I. Basileios (taht. 867-886) güney İtalya'yı yeniden fethetti, belalı Giritli korsanlarla uğraştı ve Araplara karşı Kıbrıs'ta, anakara Yunanistan'da ve Dalmaçya'da zaferler kazandı. Hemen sonraki imparator VI. Leo (hükümdarlık 886-912) kazançların ekserisini kaybetti, lakin 10. yüzyılın ortalarında Müslümanların kontrolündeki Mezopotamya'da zaferler görüldü.
Balkanlar'daki zaferleriyle 'Bulgar Katili' olarak bilinen II. Basileios (h. 976-1025), Bizans'ın kaderinde bir başka şaşırtıcı yükselişe nezaret etti. Kiev'den gelen Viking kökenli şiddetli muhariplerden oluşan bir ordunun yardım ettiği Basil, Yunanistan, Ermenistan, Gürcistan ve Suriye'de de zaferler kazanarak İmparatorluğun büyüklüğünü ikiye katladı. Yine de, kademeli bir düşüş olarak son büyük darbe gelecekti. 1071'de Armeniakon Theması'nda Malazgirt Savaşı'nda Selçukluların şok edici galibiyetinden sonra, I. Aleksios Komnenos'un (taht. 1081-1118) karşısında zaferlerle kısa bir canlanma yaşandı. Dalmaçya'daki Normanlar, Trakya'daki Peçenekler ve Filistin ve Suriye'deki Selçuklular (Birinci Haçlıların yardımıyla)la birlikte Bizanslıların ebediyen zenginleşmesi için çok fazla bölgede çok fazla düşman varmış gibi görünüyordu.
12. ve 13. yüzyılda Rum Sultanlığı (Anadolu Selçuklu Devleti) Küçük Asya'nın yarısını aldı ve sonra Dördüncü Haçlı Seferi orduları 1204'te Konstantinopolis'i yağmaladığında felaket yaşandı. Venedik ve müttefikleri arasında parçalanmış olan İmparatorluk, 1261'deki restorasyondan önce yalnızca sürgünde vardı. 14. yüzyılda İmparatorluk, güney Yunanistan'ın ucundaki küçük bir sahadan ve başkentin etrafındaki bir yığın topraktan ibaretti. Son darbe, daha önce de belirtildiği gibi, 1453'te Osmanlıların Konstantinopolis'i zaptıyla geldi.
Bizans Kilisesi
Paganizm, Bizans'ın kuruluşundan sonra asırlarca tatbik edilmeye devam etti ama Bizans kültürünün belirleyici hususiyeti haline gelen, siyasetini, harici münasebetlerini, sanatını ve mimarisini derinden etkileyen Hıristiyanlıktı. Kilise, imparator tarafından tayin edilen veya vazifeden azledilen Konstantinopolis Patriği veya piskoposu tarafından idare edilirdi. Daha büyük kasabalara ve çevredeki bölgelere reislik eden ve hem kiliseyi hem de imparatoru temsil eden mahalli piskoposlar, mahalli topluluklarında hatırı sayılır bir zenginlik ve salahiyete sahipti. O zaman Hristiyanlık, farklı kültürleri Hristiyan Rumları, Ermenileri, Slavları, Gürcüleri ve diğer birçok azınlığı Yahudiler ve Müslümanlar gibi hür yaşamalarına izin verilen diğer inançları içerisine alan tek bir imparatorlukta bir araya getirmeye yardımcı olan önemli bir ortak payda haline geldi.
Doğu ve Batı kiliselerindeki farklılıklar, Bizans İmparatorluğu'nun Batı Ortaçağ tarihinde bu kadar zayıf bir şekilde temsil edilmesinin sebeplerinden biriydi. Bu eserlerde Bizanslılar sıklıkla yozlaşmış ve değişken, kültürleri durağan ve dinleri tehlikeli bir sapkınlık olarak tasvir edildi. Doğu ve Batı kiliseleri, kimin önceliğe sahip olması gerektiği, Papa'nın mı yoksa Konstantinopolis Patriğinin mi olması gerektiği konusunda anlaşamadılar. İsa Mesih'in tek bir beşeri ve bir ilahi tabiata sahip olması veya sadece ilahi bir tabiata sahip olması gibi doktrin meseleleri de münakaşalıydı. Kilise bekarlığı, mayalı yahut mayasız ekmek kullanımı, hizmet dili ve imajların kullanılması, siyasi ve bölgesel hırsların yakıtıyla, havai duyguların karışımına eklenen, 1054'teki Kilise Ayrılığına yol açan farklılık noktalarıydı.
Bizans kilisesinin de kendi iç anlaşmazlıkları vardı, en meşhuru 726-787 ve 814-843'teki ikonoklazm yahut 'ikonların yok edilmesi' idi. Papalar ve birçok Bizanslı, mukaddes figürlerin, özellikle de İsa Mesih'in temsili olan ikonların kullanılmasını destekledi. İkonlara karşı olanlar kendilerinin put haline geldiklerine inanıyorlardı ve Tanrı'nın sanatta temsil edilebileceğini düşünmek küfürdü. Bu husus aynı zamanda Hazreti İsa'nın iki mi yoksa bir mi olduğu ve bu sebeple bir ikonun sadece insanı temsil edip etmediği mevzusundaki münakaşayı yeniden alevlendirdi. İkonların müdafileri, bunların yalnızca bir sanatçının intibası olduğunu ve okuma yazma bilmeyenlerin ilahi olanı daha iyi anlamalarına yardımcı olduğunu söyledi. İkonoklazm dalgası sırasında, bilhassa III. Leo (h. 717-741) ve halefi V. Konstantin (h. 741-775) devrinde, ikonalara inanan (ikonophil) insanlara bile zulmedildiğinde birçok değerli sanat eseri yok edildi. Mesele, "Ortodoksluğun Zaferi" olarak bilinen bir hadiseyle 843'te ikon ve semboller lehine çözüldü.
Manastırcılık, Bizans dini yaşamının spesifik bir hususiyetiydi. Erkekler ve kadınlar, hayatlarını Mesih'e adadıkları, fakir ve hastalara yardım ettikleri manastırlara çekildiler. Orada, Büyük Basil (c. 330 - c. 379) gibi önemli kilise figürlerinin koyduğu kaidelere göre basit bir hayat yaşadılar. Pek çok keşiş aynı zamanda bilgindi, en şöhretlisi de Glagolitik alfabeyi icat eden Aziz Kiril (ö. 867) idi. Geri çekilme zamanını iyi kullanan kayda değer bir kadın, babası I. Aleksios Komnenos'un (1081-1118) hayatı ve saltanatı üzerine Aleksiad'ını yazan Anna Komnene'dir (1083-1153). Manastırlar böylece paha biçilmez metin ve malumat depoları haline gelirken, şarap üretimi ve ikona atölyeleri de büyük beğeni topladı. En meşhur manastır alanlarından biri, 9. yüzyılda keşişlerin kendilerini kurduğu ve sonunda çoğu bugün hayatta kalan 46 manastır inşa ettiği Selanik yakınlarındaki Athos Dağı'dır.
Bizans Sanatı
Bizanslı sanatkarlar, klasik ananenin natüralizminden daha müşahhas ve üniversal olana doğru hareket ederek, iki boyutlu temsiller için kesin bir tercih sergiledi. 13. asırdan önce üretilen sanat eserlerinde imzaların azlığı, sanatçıların yüksek bir sosyal statüye sahip olmadıklarını göstermektedir. Başta kurtuluş ihtiyacı ve imanın pekiştirilmesi olmak üzere dini bir mesajı destekleyen sanat eserleri çok sayıda üretildi ve bunların başlıcaları duvar mozaikleri, duvar resimleri ve ikonlardı. Semboller hemen hemen her çeşit malzemeyi alabilse de, en popüler olanı küçük boyalı ahşap panellerdi. Duvarlara asılmak veya taşınmak için dizayn edilip, renkli pigmentlerin mumla karıştırıldığı ve kakma olarak ahşaba yakıldığı enkaustik teknik kullanılarak yapılmıştı. Seyirci ve ilahi arasındaki iletişimi kolaylaştırmak maksadıyla, tek figürler tipik olarak, mukaddesliklerini vurgulamak için etraflarında bir nimbus veya hale ile tam öndendir.
Bugün en iyi İstanbul'daki Ayasofya'da veya Ravenna'daki San Vitale Kilisesi'nde görülen Bizans mozaikleri, mukaddes şahsiyetleri, imparatorları ve imparatoriçeleri, kilise vazifelilerini ve bilhassa tarımda günlük hayatın sahnelerini temsil ediyordu. Büyük ölçekli heykeltıraşlık, daha evvelki antik çağda olduğundan daha az popüler olmuş gibi görünüyordu lakin yontulmuş mermer lahitler çok sayıda üretildi. Nihayetinde, özellikle emaye işi ve kabaşon yarı değerli taşları içeren metal işleri Bizans'a hastı ve zanaatkarlar birçok yüksek kaliteli ve karmaşık dizaynlı tabaklar, kupalar, her çeşitten mücevher, kitap kapakları (hususen İnciller için) ve relikler (mukaddes kalıntıları saklamak için kutular) üretti.
Bizans Mimarisi
Bizans mimarları binalarında Klasik düzenleri kullanmaya devam etti ve diğer yerlerin yanı sıra Yakın Doğu'dan düşünceler aldı. Dizaynlar, bilhassa eski binalardaki malzemeleri yeni yapılar için yeniden kullanma itiyatı göz önüne alındığında, antik çağdan daha eklektik hale geldi. Ayrıca, form yerine fonksiyon üzerinde kati bir vurgu vardı ve binaların dış cephelerinden ziyade iç kısımlarına daha fazla alaka mevcuttu. Kemerli su kemerleri, amfi tiyatrolar, hipodromlar, hamamlar ve villalar gibi özünde Roma yapıları inşa etmeye devam eden Bizanslılar, kubbeli kiliseleri, duvarlı manastırları ve daha sofistike sur duvarlarıyla Roma repertuarına katkıda bulunacaklardı.
Tercih edilen yapı malzemeleri, duvarların gizli çekirdeği için harçlı ve betonlu büyük tuğlalardı. Daha prestijli kamu binalarında kesme kesme taş bloklar kullanılırken, daha evvelki Roma devirlerine göre daha az kullanılan mermer umumen sütunlar, kapı ve pencere çerçeveleri ve diğer dekoratif öğeler için ayrılmıştır. Çatılar ahşap iken, iç duvarlar sıklıkla sıva, ince mermer levhalar, tablolar ve mozaiklerle kaplanmıştır.
En büyük, en mühim ve hala en meşhur Bizans yapısı, Tanrı'nın mukaddes bilgeliğine (hagia sophia) adanmış Konstantinopolis'in Ayasofya'sıdır. 532-537'de yeniden inşa edilen temel dikdörtgen şekli 74,6 x 69,7 metre (245 x 229 ft) ölçülerinde olup devasa kubbeli tavanı yerden 55 metre yükseklikte ve 31,8 metre çapındadır. Dört destekleyici pandantifli dört masif kemer üzerine oturan kubbe, dönem için muhteşem bir mimari başarıydı. Ayasofya, 16. asra kadar dünyanın en büyük kilisesi olarak kaldı ve muhteşem ışıltılı mozaikler ve duvar resimleriyle en çok süslenen kiliselerden biriydi.
Umumiyetle Hıristiyan kiliseleri, Bizans'ın mimariye, bilhassa kubbenin kullanımına en büyük katkılarından biriydi. Kare-içi plan, dört destekleyici kemer üzerine inşa edilen kubbe ile bunlar arasında en yaygını oldu. Binanın kare kaidesi daha sonra yarım veya tam kubbe tavana sahip olabilen bölmelere ayrıldı. Bir diğer müşterek hususiyet, kilisenin doğu ucunda iki yan apsisli merkezi bir apsistir. Zamanla, merkezi kubbe, bazı kiliselerde kule görünümüne sahip olacak kadar yüksek olan çokgen bir tambur üzerinde daha da yükseltildi. Birçok kilise, bilhassa bazilikalar, yanlarında bir vaftiz odası (genellikle sekizgen) ve bazen kilisenin kurucusu ve onların soyundan gelenler için bir türbeye sahipti. Bu nevi Bizans dizayn hususiyetleri Ortodoks Hıristiyan mimarisine tesir etmeye devam edecek ve bugün dünya çapındaki kiliselerde bu tesir hala görülmektedir.