Likya, Anadolu'nun güneybatısında bulunan dağlık bir bölgedir. (Küçük Asya olarak da bilinmektedir.) Likya ile ilgili var olan en erken referansların, Hitit metinlerinde (M.Ö. 1200 öncesi) Lukka Toprakları olarak bilinen yere kadar izi sürülebilir. Bu şehirden hem Hitit hem de Mısır metinlerinde bahsedilir. Burada Likyalılar, "Deniz Kavimleri" olarak bilinen bir toplulukla ilişkilendirilir. Ayrıca Likya'nın, hem Yunan hem de Roma uygarlıklarıyla temas halinde olduğu ve bölgeye 2.000 yıldan fazla kayıtlı bir yerleşim ömrü sağladığı da kaydedilmiştir.
Mitolojik Kökenler
Likya, Yunan mitolojisinde oldukça bahsedilen önemli bir figürdür. Tarihçi Herodot, Likya soyunun bir türünü kayıt altına alır ve Likyalı vatandaşların aslen Giritli olduğunu iddia eder (1.173.3). Kökenlerini Europa'nın iki oğlu Sarpedon ve Minos arasındaki kraliyet anlaşmazlığına bağlar. Yenilen kardeş Sarpedon sürülmüş ve Likya'yı bulmak için yola çıkmıştı. Bu dönemde Herodot, yerleşimin Termilae olarak bilindiğini ifade eder. Atina'dan sürülmüş olan Lycus adında bir adam Termilae'ye varıncaya kadar bölgenin Likya olarak bilindiği pek söylenemezdi.
Likya, Truva Savaşı'na Truvalılar'ın yanında katılırken aynı zamanda Iobates'ten sonra kral olan Bellerophon'un hikayesinde de yer almaktadır. Sarpedon ve Glaucus, savaştaki en önemli iki Likya lideriydi ve Homeros'un İlyada'sındaki çabaları için kendilerine geniş topraklar verildi.
Coğrafya
Dağlık bir bölge olan Likya, günümüz Türkiye'sinin güneybatı kıyısında bulunmaktadır. Antik dönemlerde, sitenin 100'den az yerleşim alanına ev sahipliği yaptığı görülmektedir. Bu yerleşimlerin bazılarından -Ksanthos, Patara ve Olimpos gibi- Yunan ve Latin edebiyatında çokça bahsedilmiştir. Bu bölge, Likya'nın kuzey sınırında bulunan Karya yerleşimi ile sık sık ilişkilendirilir. Likyalılara yapılan antik referanslar, -her iki bölgenin de tek bir etnik grup tarafından kontrol altında olmasından dolayı- geleneklerinin tıpkı Karyalılar gibi olduğunu öne sürer. İki şehirden de Homer'in İlyada'sında birlikte bahsedilmiştir. Bu nedenle iki bölge arasında bir tür etnik ilişki olabilir.
Likya bölgesi aynı zamanda Hitit ve Mısır edebiyatında bahsedilen Lukka Toprakları'yla da ilişkilendirilmektedir. Lukka Toprakları'na yapılan bu referanslar, tarihçilere Likya mirasının alternatif bir versiyonunu sağlamıştır. Hitit metinlerindeki bu yerin gerçekten de Likya'nın bir sonraki yerleşimi olduğuna tarihçiler arasında yaygın bir şekilde inanılmaktadır.
Tarihi Bir Bakış
Likya'ya Lukka Toprakları ile ilgili ilk referanslar Bronz Çağı'nın sonlarına doğru yapılmıştır. Bu dönemde Likyalılar kendileri hiçbir tarihi kayıt oluşturmamışken, Hitit ve Mısır edebiyatında ortaya çıkmaktadır. İki krallık da, Likyalıları düşmancıl ve isyankar olarak nitelendirir. M.Ö. 14. yüzyılda Suppiluliumların egemenliği altındaki Lukka Toprakları, sürekli isyankar bir pozisyondaydılar. Luka Toprakları, Hititlerin baskısına karşı gelebildiklerinden dolayı, çok güçlü bir yerleşim ve de askeri kuvvete sahip oldukları düşünülmektedir.
Mısır kaynaklarında, Lukka halkı "Deniz Kavmi" olarak adlandırılan bir birlik olarak gözükmektedir. Deniz Kavmi, M.Ö. yaklaşık 1276-1178 yıllarında faaliyet gösteren deniz akıncılarıydı. Lukka, Mısır'daki Tel-el-Amarna'dan gelen tabletlerde bu deniz baskınlarına katıldıkları için diğer birkaç yerleşim yeri ile birlikte listeleniyor. Bu baskınlar, II. Ramses (M.Ö. 1279-1213), oğlu Merenptah (1213-1203 M.Ö) ve III. Ramses (M.Ö. 1186-1155) saltanatları boyunca tasdiklenmiştir. Yine Mısır ile olan bu düşmancıl temas, Lukka Toprakları'nınn bölgede güçlü bir askeri etkiye sahip olduğunu göstermektedir.
Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra, Likya, "Neo-Hitit" olarak bilinen bağımsız bir krallık olarak ortaya çıktı. Homer'in İlyada'sı ve Herodot'un Heredot Tarihi, bu bağımsızlık döneminde Anadolu'da bulunan Yunanlar tarafından birleştirilmiştir. Anadolu'ya olan bakış açıları, Likya toplumunu anlayabilmek için oldukça değerlidir. Homer'in İlyada'sı, Likyalıların, Priamos'un müttefiki olarak kayıt altına alındığı ve Truva'da savaştığı (2.876-7); Yunan edebiyatında en erken göründükleri zamanı anlatır.
Likyalılar, M.Ö. 5. yüzyılda Pers Savaşları'na da dahil olmuştu. Ancak, Persler ile müttefik olmuş bir şekilde ortaya çıktılar. Bunun sebebi ise M.Ö. 480'de Pers filosuna 50 adet gemi sağlamalarıydı. Persler, Xanthus'un merkezi şehrini istila edip yağmaladıktan sonra M.Ö. 546'da Likya'yı kontrol altına almışlardır. Pers Savaşları'nın neticesinde, Likya, Attika-Delos Deniz Birliği'nin hedefi olur ancak sonrasında tekrardan Pers kontrolüne döndürülmüştür. M.Ö. 4. yüzyılda Likya, başka hanedanlar tarafından yönetiliyordu. Bunlar arasında en göze çarpan figür ise Perikles'tir. Ancak, bu yönetim, bölgesinin genişletildiği esnada (M.Ö. 334-323) Büyük İskender'e kolayca boyun eğdi.
Büyük İskender'in ölümünden sonra (M.Ö. 324) Likya, I. Ptolemaios'a verildi. Sonrasında III. Antiohos tarafından M.Ö. 197'de, Büyük İskender'in ölümünün arından çıkan kargaşa (Diadochi Savaşları ya da Halef Savaşları olarak da bilinir) esnasında ele geçirildi. M.Ö. 189'da gerçekleşen Magnesia Muharabesi'nden sonra, III. Antiohos'un yenilmesiyle birlikte Likya, Romalılar tarafından Rodos'a verildi. Likyalılar, Rodosluların yönetimine karşı direniş gösterdiler. M.Ö. 177'de Roma'ya, yönetimden şikayetçi olduklarını bildirmesi için bir elçi gönderdiler. Uzlaşmaya varılamaması nedeniyle Likyalılar, silahlandılar ve (M.Ö. 167ye kadar), çatışmaya devam ettiler ta ki Senato Likya'yı ve komşusu Karya'yı özgür bırakmaya karar verene kadar.
Roma İç Savaşı esnasında (M.Ö. 1. Yüzyıl), Likyalılar, Brütüs ve Cassius tarafından yağmalandılar; bu kişiler aynı zamanda Jül Sezar'a suikast düzenlemişlerdi. İkilinin bozguna uğramasından sonra, Mark Antony, Likya dahil Doğu'nun kontrolünü almıştı. Bu dönemde Likya sadece Küçük Asya ile birleşmişti. Ancak bu, İmparator Claudius'un egemenliğinde değişti (M.S. 41-54). M.S. 43'te Likya'ya ve komşu bölge Pamfilya'ya katıldı. Bu iki yerleşke tek bir Roma valisini paylaşsa da konu işleyişe gelince birbirlerinden ayrıydılar.
Likya Toplumu
Herodot, Likya kültürüyle ilgili oldukça sıra dışı bir şeyden bahseder. Likyalıların anasoyluluğu benimsediğini ve soyadlarını babalarından değil, annelerinden aldığını ifade eder (1.173.4-5). Bu durum babalarının izinden giden Yunanların tam tersiydi.
Zaten bilindiği üzere, Herodot'un, mükemmel bir Anadolu bölge tarihi bilgisi vardı. Anasoylulukla ilgili Herodot şunu da ekler; eğer Likyalı bir kadın, kölesiyle evlenirse doğan çocuğu tüm haklara sahip olur. Ancak eğer bir erkek, kadın bir köleyle evlenirse doğan çocuk vatandaşlık haklarından mahrum bırakılır. Tüm bunlar Likya'nın kadın merkezli bir topluluk olduğu iddiasını daha da güçlendirir. Bu yasada da böyledir. Bu tip toplumlar Hint tarihinde de görülmüştür. Örneğin Dravid toplum düzeninde, bazı bölgeler anaerkil ve anasoyluydu. Bu uygulama tarih boyunca geçerlilik görmüştü, hatta M.S. 19. yüzyılda bile devam ediyordu.
Herodot'un açıklamasını doğrulayacak kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, başka yerlerde Likya'da anasoyluluğun varlığını ortaya koyan iddialar vardır. Benzer bir iddia, M.Ö. 1. yüzyıl yazarı Nikolaos Damaskenos tarafından da ileri sürülmektedir. Bazı bilim adamları tarafından anasoyluluğun kanıtı olarak yorumlanan mezar yazıtları koleksiyonu da bulunmuştur. Ancak, bu durum bilim adamlarına göre oldukça tartışmalı bir konudur.
Likçe
Likçe, Anadolu dillerinin Luvice alt grubunda yer alan bir Hint-Avrupa dilidir. Likya dili 200'den az yazıtta belgelenmiştir; bunların birçoğu sadece madeni paralardan gelen isimlerden oluşmaktadır. Alfabeleri, yatay çizgilerde soldan sağa yazılan 23 ünsüz ve altı sesli harf içerir. Likçe'nin edebi kayıtları, M.Ö. 500-300'de olan Pers işgali ile aynı zamanda meydana gelir. Pers egemenliğinden sonra, Likya ana dil olarak Yunancayı benimsemiştir ve bu nedenle daha sonraki dönemlerde Likçe yazıtları bulunmamaktadır.
Bu yazıtların çoğu, Payava Mezarı gibi mezar anıtlarından gelmektedir. Yazıt oldukça kısa olsa da, Likya toplumunun genellikle cenaze bağlamında dillerini nasıl kullandığını gösterir. Likya yazıtlarının bilinen örneklerinden biri, dini bir külte atıfta bulunan üç dilli bir metin içeren Ksanth Dikilitaşı'dır. Yazıt, Ksanthos'ta bir mezarın üzerinde yer alır ve bazen "Ksanthos'un Yazılı Sütunu" olarak anılır.
Likya Hükumeti ve İnancı
Az sayıdaki yazılı kaynaktan dolayı, Likya hükumeti hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak, M.Ö. 4. yüzyılda Likya Birliği kurulmuştur. Birlik, tarihte bilinen ilk demokratik birlikti ve seçilmiş temsilcilerden oluşuyordu. Antik yazarlar, Likya şehir devletlerini siyasi bir organizasyon içinde birbirine bağlayan bu Birliğe hayranlıklarını açıkça göstermektedirler. Temsilciler, ticaret hakları ve evlilik yasaları gibi çeşitli konuları görüşmek üzere bir araya geldiler. Yerli veya toprak sahibi olan erkek Likya vatandaşları, Meclis'teki temsilcilerine çeşitli konularda oy verebiliyordu.
Likya Birliği'nin başkenti Patara'da, meclis binasının kalıntılarını görebilmek mümkündü. Romalı tarihçi Livy de, Patara'daki Apollon Tapınağı'nda birliğe ilişkin arşivlerin tutulduğunu ifade eder.
Apollon, kökeninin Anadolu olduğuna inanıldığından dolayı Likyalılar için, özellikle, önemli bir tanrıydı. Ayın şekilde Artemis, Apollon'un Anadolu'daki kız kardeşi olarak kabul edildiğinden yine Likya için önemliydi. Hem Apollon hem de Artemis'in Likya'da kült merkezleri vardı, ancak ikisi de tanrıça Leto kadar etkili birer figür değildi. Ksanthus'ta Letoon olarak bilinen dini mabet, Likya toplumu için tüm bu unsurlar arasında en önemlisi gibi görünmektedir. Ulusal festivallerin yapıldığı bu bölgede Leto'ya üç tapınak ithaf edilmiştir. Bölgede Leto için başka türbeler de vardır ve bu onu Likya'daki en etkili dini figür yapar.
Likya Arkeolojisi
Likya'da, başta Likya mezarları olmak üzere çeşitli ve büyüleyici kalıntılar bulunmaktadır. Günümüz Likya'sında hala 1000'den fazla kaya mezarı görülebilmektedir. Bu olgu, nicelik ve nitelik açısından olduğu kadar benzersiz inanç sistemleri açısından da dikkate değerdir. Likyalılar, ölülerinin ruhlarının, kanatlı siren benzeri bir yaratık tarafından mezarlardan öbür dünyaya taşındığına inanıyorlardı. Bu nedenle, ölülerini uçurum kenarlarına veya sahile yerleştirmeleri onlar için oldukça önemliydi.
Mezarlar çıkıntılı kirişlerle oyulmuştur ve genellikle birkaç katlı evleri andırır. Likya mezarlarındaki cenaze sanatı ve mimarisi hem Yunan hem de Perslerin üzerlerinde bıraktıkları etkiyle ilgilidir. Ancak kaya mezarları sadece Likya'ya özgü değildir, çünkü bunlar Akdeniz'in başka yerlerinde, örneğin Etrurya'da bulunmuştur. Kaya mezarının en ünlü Likya örneği Telmessos'taki Amyntas Mezarı'dır. Bu mezar türünün en büyüğüdür ve yaklaşık M.Ö. 350'ye dayanan tapınak benzeri bir yapıya sahiptir.