İskenderiye, Büyük İskender’in MÖ 331 yılında kurduğu Akdenizde, kuzey Mısır’da bir liman kentidir. Antik Dünya’nın Yedi Harikasından biri olan Deniz Feneri (Pharos) ve efsanevi İskenderiye Kütüphanesinin bulunduğu şehir olup bir dönem Yunanistan’ın Atina kentine bile rakip olan dünyanın bir zamanlar en önemli kültür merkeziydi.
İskenderiye, kurmak istediği şehrin ana tasarımını ortaya koyan ve ardından İran ülkesini fethetmek üzere bölgeden ayrılan Büyük İskender’in Mısır’a gelmesinden sonra o dönemde Rhakotis olarak bilinen küçük bir liman kasabasından geliştirilmiştir. İskenderiye şehri, Ptolemaios/Batlamyus Hanedanlığı (MÖ 323-30) döneminde entelektüel, kültürel ve ticari bir merkez olup döneminin en büyük şehirlerinden birisi haline gelmiş ve erken dönem Hristiyanlık merkezi olarak ünlenmiştir.
İskenderiye kenti, ayrıca, 4.ve 5.yüzyıllarda Hıristiyanlığın yükselişe geçmesinden sonra Pagan, Yahudi ve Hıristiyan inançlarının çatışmasından kaynaklı dinsel çekişmelere sahne olmakla da ünlenmiştir. Bu dönemin en dikkate değer olaylarından biri, günümüz bilim insanlarının çoğu İskenderiye’deki entelektüel arayışların gerilemesine yol açan çok önemli bir olay olarak gördükleri, Neo-Platonik filozof İskenderiyeli Hypatia’nın 415 yılın şehit edilmesi olmuştur.
Hıristiyanlık İskenderiye’de baskın inanç haline geldiği zaman, eski Yunanca’da Bilimler Tapınağı olan Mouseion, Serapis Tapınağı ve Serapion gibi pagan siteleri zaten döşüş dönemlerini yaşıyorlardı; bu kurumların hepsi de, şu ya da bu şekilde, İskenderiye Kütüphanesi ile bağlantılıydı. Bütün bu kurumlar, Batlamyus Hanedanlığı himayesi altında faaliyet gösteriyorlardı. Hanedanlığın sonlarına doğru bu kurumlar düşüş dönemini yaşadıkları için, bina ve tesislerin bakımı yapılamamış, el yazmaların kopyalamasını yapan, eserleri koruyan ve kataloglarını hazırlayan bilim insanları da yazmaları koruyamamışlardır. İskenderiye Kütüphanesi daha sonra Geç Roma imparatorlarınca himaye edilmiş gibi görünse de Batlamyus Hanedanlığı döneminde olduğu gibi gerekli özenin gösterildiği söylenemez.
İskenderiye’de dini bölünme olaylarında 5.yüzyıl başlarında artış oldukça, entelektüel kişiler daha istikrarlı yerlerde iş bulmak amacıyla başka bölgelere gitmek üzere ayrıldılar. Dini çatışmalar Müslüman Arapların bölgeyi fethettiği 7.yüzyıl boyunca da devam etmiş ve bu dönemde, bir zamanların büyük İskenderiye şehri, artık hatıralarda kalan bir kent olmuştu.
İskenderiye’nin Kuruluşu
Büyük İskender MÖ 332 yılında Suriye’yi fethettikten sonra ordusuyla Mısır’a girmişti. İskenderiye şehrini, Nil Deltası’nın daha iç kesimlerinde bulunan, dönemin en önemli ticaret merkezi Yunan şehri Naucratis’ten daha üstün bir ticaret merkezi şeklinde kurmak amacıyla, deniz kenarında küçük bir liman kasabası olan Rhakotis üzerinden geliştirmiştir. Büyük İskender, kent planını, daha sonra mimarı tarafından da benimsenen bir ızgara düzenine uygun olarak un veya tahıl dökerek tasarladığı söyleniyor. Bu ilkel modelden geliştirien İskenderiye şehri, Tarihçi ve Coğrafyacı Starbon’un da (MÖ 64 -24) aralarında bulunduğu birçok şahsiyetin beğenisini toplamış ve şehri ayrıntılı olarak anlatmışlardır. Şöyle ki;
Şehir planının gelişim şekli adeta bir askeri pelerin (Chlamys) şeklindedir. Uzun kenarları yaklaşık olarak 30 stadyum çapında su hazinesi ile sulanabilen bölgelerden, kısa kenarları ise bir yandan deniz suyu ve diğer yandan da göl suyu arasında kalan, her biri 7 veya 8 stadyum büyüklüğünde kıstaklardan meydana gelmiştir. Bir bütün olarak şehir, ata binmeye veya araba sürmeye uygun sokaklara bölünmüştür. Bu sokaklardan ikisi son derece geniş olup bir plethrondan (97-100 feet) daha fazla genişlikte ve birbirlerine dik açılarla kesişiyorlar. İskenderiye şehrinde, tüm bölgenin üçüncü veya dördüncü yöresini oluşturan en güzel mahalle ve kraliyet sarayları bulunur. Kralların her biri, ihtişam düşkünlüğünden dolayı, halka açık anıtları biraz süsleyerek dekorasyon yaptılar ve mevcut ikametgâhlarına ekleme yaparak kendi özel konutlarında genişleme sağladılar. Böylece bugün bile, Şair’in deyimiyle “birinin üzerinde başka bir tane daha var” [Odyssey 17.266]. Şehirde her şey birbiriyle bağlantılıdır; liman da ve limanın dışında kalan diğer yapılar da öyle. Moseion Tapınağı; bir yürüyüş yolu, bir platform ve bir zamanlar kralların atadıkları dönemin akademisyenleri ve şimdi ise Sezar’ın atadıkları bilginler, Tapınak binasında mesai imkânlarını paylaşanların ortak karmaşasının bulunduğu büyük bir tesisi olan sarayların bir parçasını teşkil etmektedir (Geography,17.1.8).
Mouseion Tapınağı; İskenderiye Kütüphanesi’nin bir parçası olan Yükseköğretim Enstitüsü şeklinde faaliyet gösteriyordu. Yunan ve Roma mitolojisinde ilham perileri olan Muses’lere (“Museum”/Müze kelimesi kökeni) adanmıştır. Mouseion, muhtemelen, çalışmaları kütüphane varlığına katkıta bulunan dönemin bilim insanları için bir araya gelme mekânı ve yaşadıkları evler olarak II. Batlamyus (MÖ 282-246) karafından kurulmuştur.
Yunan Tarihçi ve Coğrafyacı Strabon’un bahsettiği saraylar ve büyük evler Büyük İskender’in şehri kurduğu zaman elbette daha yoklardı. Büyük İskender, Fenike’de bir liman kenti Tyre (günümüzde Lübnan’da Sur) gitmek üzere sadece birkaç ay sonra Mısır’dan ayrıldı. Yerine komutanlarından Naucratis’li Cleomenes’i (öl. MÖ 322) bıraktı. İskenderin tasarladığı şehir planına göre inşaat faaliyetlerini yürüttüğü iddia edilen Rodos’lu Mimar Dinocrates’ın planına göre inşa edilecek, Miletli Mimar Hippodamus’un (MÖ 5.y.y) tasarladığı plana en uygun bir tasarım olarak kabul edilen Hipodamian Izgara Planı olarak bilinen modele göre inşaatı yapılacaktı.
Mimarlar Cleomens ve Dinocrates şehrin ilk yerleşlim planını oluştursalar da, İskenderiye şehrinin tamamen gelişimi Büyük İskender’in Generali Batlamyus ve ardında Batlamyus Hanedanlığı yönetimi döneminde gerçekleşmiştir. Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra General Batlamyus cesedini gömülmek üzere İskenderiye’ye getirmiştir. (Diadokhlar) Diadochoi Savaşları sırasında (İskenderin halefleri), eski Başkent Memphis’in yerini alarak Mısır’ın yönetim faaliyetlerini İskenderiye’den icra etmişlerdir. Batlamyus/Ptolemy II döneminde Antik Dünya’nın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri inşatı tamamlanmıştır (bugün 15.yüz yıldan kalma Qaitbey Kalesi’nin bulunduğu yer).
Deniz Feneri, Büyük İskender’in tasarladığı şekliyle germileri limanlara yönlendiriyordu. İskender, bölgede önemli bir ticari kent ve ticaret merkezi Tyre/Sur şehrinin yıkımını yaptırdıktan sonra oluşan boşluğu İskenderiye ile doldurmuştur. İskenderiye şehir olarak gelişmeye başladığı zaman (Tyre’nın yağmalanmasıyla zenginleşen) bir Fenike kolonisi olan Kartaca (Fenike dilinde; Kart-hadaşt/Yeni Kent) daha yeni gelişen bir liman kenti kimliğindeydi. Akademisyen M.Mangasarian bu konuda şu yorumu yapar;
Yunan kralları soyundan gelen Batlamyuslar döneminde İskenderiye şehri kısa süre zarfında büyük bir itibar kazandı, kültürel gelişme sağladı ve zenginlik biriktirerek Doğu’nun en güçlü bir metropolü oldu. Avrupa’nın bir limanı olarak hizmet vererek, Arabistan ve Hindistan’ın en kazançlı ticari çekim merkezi haline geldi. Pazar yerleri, Doğu pazarlarından gelen muhteşem ipek ürünler ve kumaşlarla zenginleştirildi. Zenginlik, refah ve boş zaman getirdi ve bundan dolayı sanat alanında da gelişme sağlandı. İskenderiye, gelişen zaman seyrinde, düşüncenin tüm aşamalarını ve en hasas nüanslarını temsil eden harika bir kütüphanenin hizmet verdiği ve felsefe okulları membaası oldu. Bir zamanlar, “İskenderiye, Atina örtüsünü omuzlarında taşıyor” diye genel bir kanı vardı.
İskenderiye, dönemin akademisyenleri, bilim insanları, filozofları matematikçileri, sanatçıları ve tarihçilerini çekerek dünyanın bilinen en büyük şehri haline gelmişti. Şair ve bilgin Cyrene’li Callimachus (MÖ 310-240) İskenderiye kütüphanesi koleksiyonundan faydalanarak Yunan Edebiyatı eserleri tamamının kataloğunu düzenledi ve aynı zamanda bu koleksiyonu sistematik olarak organize etmek üzere dünyada ilk “kart kalalog” sistemini yaratmasıyla tanınır. Eratosthenes (276-195) o dönem İskenderiye’sinde dünyanın çevresini tahmini olarak 80 Km (50 Mil) hesaplıyordu. Öklid (MÖ 300) buradaki üniversite’de ders vermiştir. Büyük matematikçi ve astronom Arşimet de (MÖ 287-212) büyük bir ihtimal ile burada eğitimini tamamlamış ve yine burada öğretmenlik yapmıştır. Dönemin en büyük mühendisi ve matematikçisi Hero (Heron olarak da bilinir, 10-70) İskenderiye’de doğmuş ve yaşamıştır. Mühendis Hero, diğer icatlarının yanı sıra, ilk otomatik satış makinesi, güç pompası ve dans eden otomatik figürlerden oluşan bir tiyatro da dâhil olmak üzere dönemin mühendislik alanında ve teknolojide inanılması zor başarılarla anılmaktadır.
İskenderiye Kütüphanesi
İskenderiye Kütüphanesi, Batlamyus / Ptolemy I (MÖ 323-282) döneminde başlayan inşatı, hükümdarlara ve bilim insanlarına kitap bağışıyla katkıda bulunmalarını isteyen davetiyeler gönderen Ptolemy II döneminde tamamlanmıştır. Akademisyen tarihçi Oakes ve Gahline’e göre;
İskenderiye Kütüphanesinde 70.000 kadar papirüs parşömeni için yer vardı. Papirüslerin çoğu satın alındı, ancak başka arçalardan da faydalanma yoluna da gidildi. Arzu edilen ancak eksik kalan konuların tamamlanması temini amacıyla limana giren bütün gemilerde kitap araması yapılıyor, bulunan her bir kitap, bazen el konulmak, bazen daha sonra iade edilmek veya bir nüshası alınmak üzere kütüphaneye götürülüyordu.
İskenderiye kütüphanesinde kaç kitap tutulduğu net olarak bilinmiyor ancak 500.000 kitap olduğu tahmin ediliyor (günümüz çoğu akademisyen bu rakkamın abartılı olduğunu düşünüyor). Romalı General ve Siyasetçi Mark Antony’nin (Marcus Antonius) kütüphaneye bırakmak üzere Kleopatra’ya 200.000 kitap verdiği söylenir, ancak bu iddia antik çağlardan beri tartışıla gelmektedir. İskenderiye Kütüphanesi, Batlamyus’lar döneminde farklı kültürleri uyumlu bir birlik içinde harmanlamak amacıyla oluşturulmuş, Yunan ve Mısır tanrılarının bir melezi olan Tanrı Serapis Tapınağı, Serapion’un da dâhil olduğu büyük bir bina kümesine yakın veya ona bağlı olan Mouseion Tapınağı bir parçası gibi görünüyor. M. Mangasarian tapınağı şöyle anlatır;
Rafları dövme altından daha değerli bir yükü taşıyan muhteşem kütüphanesinden sonra belki de şehirdeki en heybetli yapı Serapis Tapınağıydı. Ünlü Edessa (Urfa) Tapınağını inşa edenlerin, gelecek nesillerin İskenderiye’deki Serapis Tapınağıyla karşılaştıracakları bir eser yaratmayı başladıkları için övündükleri söylenir. Bu durum, İskenderiye Serapis’inin enginliği, güzelliği ve sahip olduğu yüksek itibar hakkında bir fikir verir özelliktedir. Tarihçiler ve konunun uzmanları, Pagan Uygarlığının en büyük anıtlarından biri olduğunu, Roma’daki Jüpiter Tapınağından ve Atina’daki eşsiz Parthenon’dan sonra ikinci olduğunu iddia ediyorlar. Serapis Tapınağı, tırmanışı yüz basamak yüksekliğinde yapay bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Tapınak tek bir bina değil, devasa büyüklükte ve zarif orantılarda sütunlar üzerine yükselen, hepsi de daha geniş boyutlu merkezi bir bina etrafında gruplandırılmış geniş bir binalar bütünüydü. Bazı eleştirmenler, bu şaheseri inşa edenlerin, Mısır ve Yunan sanatının çeşitli unsurlarını uyumlu bir bütünlük içerisinde birleştirerek, birleşik bir yapı haline getirmeyi amaçladıkları fikrini geliştirdiler. Eski insanlar, Serapion’u Mısır Piramitlerin mimarları ve Atina Akropolü’nün yaratcıları arasında uzlaşma işbirliğinin bir işareti olarak görüyorlar, Mısır sanatındaki masif sanatın, Yunan sanatı zerafeti ve güzelliğiyle harmanlanmış olduğunu düşünüyorladı.
Bir Fenike kolonisi olan Kartaca, iktidar gücünün doruğunda iken bile, ticari faaliyetleri uzun süreden beri kurulu halde devam ettiğinden ve Kratacalıların deniz gücüne yönelik herhangi bir tehdit oluşturmadığından dolayı İskenderiye meydana gelen dönemin gelişmelerinden nisbetten etkilenmemiştir. Pön Savaşlarından (MÖ 264-146) ve Kartaca’nın düşüşünü yaşadığı dönemden sonra, Roma İmparatorluğu, Akdenizin süper gücü olduğu zamanda bile İskenderiye müreffeh bir şehir olarak kalmış ve dünyanın her yerinden ziyaretçi çekmeye devam etmiştir.
Romalı Generaller Julius Caesar ve Pompey arasında yaşanan iç savaş İskenderiye’yi ilk olarak MÖ 48 yılında olumsuz yönde etkilemeye başladı. İskenderiye, bu tarihten önce, gelişen olaylardan dolayı elbette kendi payına düşen sorunları yaşadı, yine de, nisbetten istikrarlı bir ortam olarak kaldı. Pharsalus Savaşında Julius Sezar güçlerine yenilen General Pompey sığınmak üzere İskenderiye’ye kaçtı ancak orada ortak naip Ptolemy XIII tarafından öldürüldü.
Sezar İskenderiye’ye geldiğinde, gerçek veya sahte bir tutumla, eski dostu ve müttefikinin öldürülmesine öfkelendi. Daha sonra sıkıyönetim ilan etti, kraliyet sarayının devrini aldı ve sürgündeki eş naip Kleopatra’yı yerine gönderdi. Çıkan bir yangında, kütüphane esas binası değil, liman yakınında bulunan, el yazma eserlerin bulunduğu bir deponun yanmış olduğu anlaşılıyor. Ünlü kütüphane ile ilgili muhtelif bilgilerin çoğu konusunda olduğu gibi, bu iddiaya da itiraz edilmiş ve edilmeye de devam ediliyor.
Roma Döneminde İskenderiye
Julius Sezar’ın MÖ 44 yılında öldürülmesinden sonra, sağ kolu Marcus Antonius’un (Mark Antony) Mısır Kraliçresi Kleoptra ile evlendi ve İskenderiye’ye gitmek üzere Roma’dan ayrıldı. İskenderiye şehri, sonraki 13 yıl boyunca, Mark Antony ve Kleoptra MÖ 31 yılında Actium Savaşında, Octavian Caesar güçlerine yenilinceye kadar Mark Antony’nin operasyon Üs merkezi haline gelmişti. Kleoptra ve Antony, ikisi birden, ertesi yıl intihar ettiler. Kleopatra’nın ölümü üzerine Ptolemaios/Batlamyus iktidar soyu da sona ermiş oldu. Octavian/Octavianus da Roma’nın ilk imparatoru oldu ve Augustus ünvanını aldı. İskenderiye bundan böyle Augustus Ceaser’ın yönetiminde, Roma İmparatorluğunun bir eyaleti halene geldi.
İmparaor Augustus İmparatorluğa bağlı eyaletlerde gücünü pekiştirirken İskenderiye’yi de restore ettirdi. Julius Sezar’ın büyük kütüphanenin yakılmasındaki rolüne karşı çıkan Akademisyenler, kütüphanenin Augustus döneminde hala işler halde olduğuna ve ziyaretçilerin bir öğrenme merkezi olarak şehre hala da ilgi duyduklarına dair çok sayıda kanıt bulunduğuna işaret ediyorlar. İskenderiye, 115 yılında, Kitos Savaşı sırasında ağır hasar aldı, ancak bilgili ve incelikli bir şahsiyet olan İmparator Hadrian, büyük ilgi göstrerek şehri yeniden restore ettirdi. İskenderiye, bu dönemde hala önemli bir entelektüel merkezi olma özelliğini taşıyordu ve Yunanca Septuagint (Yahudi Kutsal Metinleri Yunanca çevirisi, İncil, Eski Ahit nüshası) 132 yılında İskenderiye’de tamamlandığı ve Kütüphanenin büyük kitapları arasında yerini aldığı söyleniyor.
Din bilginleri, araştırmalarını yaparken aynı zamanda kütüphanede yaşıyorlar veya sık sık ziyaret ediyorlardı. İskenderiye şehri, başlangıcında itibaren farklı inanç sistemlerine saygı duymuş gibi görünen farklı inanca sahip insanları uzun süre kendine çekmiştir. Ancak İmparator Augustus iktidarı döneminde Yahudiler ile Putperestler arasında anlaşmazlık yaşanıyordu ve Hırstiyanlığın popüleritesinde artış oldukça Hıristiyanlar da İskenderiye halkının huzursuzluğunu artırmaya katkı sundular. Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in (306-337) 313 yılında Milano Fermanı (dini hoşgörü hükmünü veren) çıkarmasından sonra Hıristiyanlar artık yasa uyarınca kovuşturmaya tabii tutulmadılar ve daha fazla dini hak talep etmekle kalmayıp Putpereslere ve Yahudilere karşı saldırıları sürdürmeye başladılar.
Din ve İskenderiye’nin Gerileyişi
İnsanların refah içinde yaşadıkları ve bilim yuvasu İskenderiye, yeni Hıristiyanlık dini inancı ile Yahudilerin ve Putperestlerin eski inançları arasında dini çekişme alanı haline gelmişti. Hıristiyanlar, kendi inançlarının tek gerçek inanç sistemi olduğuna inanadıkları için diğer inançların sembollerine saldıracak kadar gözü kara davranıyorlardı. M. Mangasarian’ın bu konuda kaleme aldığı yazısı şöyledir:
Bir halkın esas karakterini belirleyen din değil, ancak, dinlerinin karakterini belirleyen insanlardır. Din olgusu, yalnızca ulusal fikirlerin, düşüncelerin ve karakterlerin özgeçmişidir. Din, sadece bir ifade şeklinden başka bir şey değildir. Örneğin bir düşünceyi yaratan söz veya dil değildir, fakat bir sözü var oluşa götüren düşünce olmaktadır. Aynı şekilde, din de sadece bir halkın zihniyetinin ifadesidir. Yine de bir insanın dini ya da felsefesi, o insanın kendi zihninin ürünü olmasına rağmen, onun karakteri üzerinde bir refleks etkisi yaratır. Örneğin, çocuk, gelişim sürecinde, çocuğu olduğu ebeveynini etkiler; dil de aynı şekilde, başlangıçta sadece bir araç olan düşünceyi etkiler: Yani din olgusu ile. Hıristiyan inancı iktidar olur olmaz dünyayı alt üst etmiştir.
Bu sosyal dönüşüm etkisi, İskenderiye’de olduğu kadar, başka hiçbir yerde bu kadar belirgin değildi. İmparator Theodious I (379-395) döneminde Putperestlik yasaklandı ve Hıristiyanlık teşvik edildi. 391 yılında Hıristiyan Patriği Theophilus, Büyük Theodosius’un izinde giderek aynı politikayı izledi ve İskenderiye’deki tüm Pagan tapınaklarını yıktırdı veya Kilise’ye dönüştürdü. 400 yılına geldiğinde İskenderiye şehri sürekli bir dini kargaşa yaşıyordu ve 415 yılında bu durum, Neo-Platonik filozof Hypatia’nın öldürülmesi ve bazı bilim insanlarına göre büyük kütüphanenin yakılması ve Serapis Tapınağının yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. İskenderiye, bu tarihten sonra, tüm disiplinlerden akademisyenlerin, bilim insanların ve düşünürlerin daha güvenli yerler bulmak üzere şehri terk etmelerinden dolayı gerilemiştir.
İskenderiye şehri, Hıristiyanlığın baskın inanç sistemi olarak ortaya çıkmadan önce birbirleriyle çatışan inançların bir savaş alanı haline dönüştürülmesinden dolayı hem finansal ve hem de kültürel iç çekişmeler nedeniyle fakirleşmiştir. Diğer yandan, Hıristiyanlığın önemli bir dini merkezi olarak hizmet vermiş, Kuzey Afrika’ya misyoner göndermiş ve bir inanç sistemi merkezi olan Antik Yunan ve Roma şehri Cyrene * gibi diğer önemli merkezler düzeyine getirilmiştir.
Sonuç
Sasani İmparatorluğu Pers güçleri 619 yılında İskenderiye’yi fethettiler ve ardından da Heraklius yönetimi döneminde Hıristiyan Bizans İmparatorluğu güçleri 628 yılında şehri geri aldılar. Sonra 641 yılında Halife Ömer komutasında işgalci Arap güçlerine kaptırdılar. Daha sonra Hıristiyan Bizanslılar ve Müslüman Araplar, 646 yılında Arap güçleri galip gelene ve Mısır ülkesi İslami yönetimin eline geçene kadar, İskenderiye ve Mısır’ın ele geçirilmesi için savaştılar. Şehirdeki kiliseler yıkıldılar veya Camii’lere dönüştürüldüler. Sonraki Hıristiyan yazarlar, Büyük Kütüphanenin Müslüman fatihler tarafından bu sıralarda yakıldığını iddia ettiler.
İskenderiye Kütüphanesi nihai kaderiyle ilgili diğer iddialarda olduğu gibi, bu iddia da çürütülmüştür. Kütüphane, Betlamyus Hanedanlığı dönemi himayeden yoksun kalmış ve sonra Roma’dan gelen destek gerekli özenin gösterilmesi şeklinde olmayıp düzensiz olduğu için büyük bir olasılıkla çörümeye terk edilmiştir. Papirüs parşömenleri ve diğer parşömenlerine artık eskisi gibi bakılmıyordu ve şehrin rutubetli atmosferinde adeta çörümeye bırakılmışlardı. Şehrin içinde bulunduğu sosyal durumdan dolayı, kütüphanenin de, şehri saran dinsel hoşgörüsüzlüğün tutsağı olmadığı anlamına gelmez. Şayet kütüphane, şehrin dinsel hoşgörüsüzlüğünde dolayı zaten ihmal edilmiş ise, Halife Ömer geldiği zaman kütüphane koleksiyonu ya çoktan yağmalanmış ya da harap olmuş olmalıdır.
Savaşla yok edilmeyen kültürel zenginlikler doğa olumsuz şartlarına terk edilerek yok edilmiştir. Gezgin yazar İbn Battuta (1304-1368), 1326 yılında İskenderiye seyahati sırasında Batlamyus Hanedanlığı dönemi İskenderiye’sinin çoğu zaten yok olmuştu. Ünlü Deniz Feneri, limanın çoğu bölümünde olduğu gibi, deprem şartları sonucunda yıkılmıştır. Eski İskenderiye şehri, günümüz yeni şehrin altında veya limanın alt bölgesinde kalmıştır. İskenderiye limanında, 1994 yılında, alınabilen birkaç kalıntı, heykel ve bina hakkında yapılan ilk keşif kamuoyuna duyuruldu. Bu veriler, İskenderiye’nin kayıp altın çağını gün yüzüne çıkarmaya devam eden Prof. Jean-Yves Empereur ve ekibinin yaptığı sürekli kazılar sonucunda elde edilmiştir.