Antik Keltler, Bronz Çağı'nın sonlarında ve Demir Çağı boyunca (MÖ 700 ila MS 400), batı ve orta Avrupa'nın bazı bölgelerinde hayatlarını sürdürmüş olan çeşitli kabile topluluklarıydı. Eski yazarlar tarafından Kelt adı verilen bu kabileler ve sahip oldukları kültür göç etmiş, Portekiz'den Türkiye'yekadar olan topraklarda varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Her ne kadar farklı kabilelerden oluşup hiçbir zaman tek bir birleşik devlet haline gelmemiş olsalar da, antik Keltler, Kelt dili ile birbirine bağlanmış ve sanatta, savaş biçimlerinde, dinde ve defin uygulamalarında belirgin benzerlikler göstermişlerdir. Kelt kültürü, M.Ö. birinci yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu içinde absorbe edilmesine rağmen, Kelt halkı, bugün hala Kelt dillerinin konuşulduğu İrlanda ve kuzey İngiltere gibi Avrupa'nın daha uzak bölgelerinde büyümeye devam etmiştir.
'Keltler' - Tanım ve Problemler
‘Keltler' terimi, antik yazarların onlara bu ismi vermesinden sonra, Roma fethinden önce Akdeniz bölgesinin kuzeyinde, Demir Çağı Avrupa'sında yaşayan halkları ifade etmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, bu tartışmaya açık bir sınıflandırmadır. Nedeni ise, bu halkların birleşik bir devletin parçası olmamaları, aksine, çoğu birbiriyle doğrudan teması olmayan çok sayıda kabileye ait olmalarıdır. 'Keltler' terimi, uygunluk açısından kullanışlı olmaya devam ediyor, fakat farklı batı ve orta Avrupa kabileleri arasındaki karmaşık ilişkileri, bazı kültürel özelliklerin zaman ve mekan açısından örtüşmesi ve diğer benzer özelliklerin izolasyonunu ve benzersizliği gerçeklerini karşılamakta yetersiz kalıyor. Avrupa Demir Çağı kesinlikle canlı bir ticari ilişkiler, kültürel etkileşim, savaş ve göç dönemiydi.
Kökenleri: Urnfield, Hallstatt & La Tène
Çoğu bilim adamı, Kelt kültürünün kökenlerinin, birbiriyle yakından ilişkili, örtüşen ve daha önce yaşamış olan üç kültürel gruba kadar izlerinin sürülebileceği konusunda hemfikirdir. Bunlardan ilki, M.Ö. 1300'den itibaren yukarı Tuna nehri civarında bulunan Geç Tunç Çağı Urnfield kültürüdür. Bu kültürün adı, ölülerin yakılmış kalıntılarının küplere doldurulup toprağa gömülmesi gibi yaygın uygulamalardan gelmektedir. Bu halklar, arkeolojik kanıt eksikliği nedeniyle belirsizliğini koruyor. M.Ö. ilk 1000 yılın başından itibaren ve sonraki iki ya da üç yüzyıl boyunca, demir işleme teknolojisi Avrupa'ya yayıldı. Sonuç olarak, demir, daha güçlü ve daha dayanıklı aletler ve silahlar yapmak için tercih edilen metal sıfatıyla bronzun yerini aldı.
İkinci proto-Kelt kültürel grubu, M.Ö. 1200'den M.Ö. 450'ye kadar var olan ancak zirvesini M.Ö. sekizinci yüzyıl ile altıncı yüzyılda yaşayan, adını Yukarı Avusturya'daki bu ismin bulunduğu yerden alan Hallstatt kültürüydü. Hallstatt kültürü bugün bir tarafta batı Avusturya, güney Almanya, İsviçre ve doğu Fransa, diğer tarafta doğu Avusturya, Bohemya ve Balkanlar'ın bazı bölgelerini kapsayacak şekilde yayılmıştı. Sonunda bugün antik Keltler diyebileceğimiz şey haline gelecek olan, bu bölgenin batı tarafıydı. Hallstatt kültürü muhtemelen ticaret, kabile ittifakları, yakın evlilikler, imitasyon ve göç gibi çeşitli etkenler yoluyla yayıldı. Hallstatt kültürüne mensup bu halklar, su yollarında ticareti yapılabilecek eşyalar olan; yerel tuz, demir ve bakır yatakları sayesinde zenginleştiler. Akdeniz kültürlerine (İtalya'daki Etrüskler ve güney Fransa'daki Yunan kolonileri) kadar güneye ulaşan bu ticaret, Hallstatt höyüklerinde ithal edilen malların ve kehribar ve altın takılar gibi değerli malların varlığıyla kanıtlanmış bulunmaktadır. Hallstatt kültürü, muhtemelen yerel kaynakların tükenmesi, kabile rekabetinin artması ve ticaret yollarının başka bölgelere kayması nedeniyle M.Ö. beşinci yüzyılda düşüşe geçti.
Evrimi tam olarak tamamlanmış Kelt kültürünün oluşumunda önemli olan üçüncü grup, adını İsviçre'deki Neuchâtel Gölü'nün kuzey kıyılarındaki bu ismin bulunduğu yerden alan La Tène kültürüdür (M.Ö. 450 - M.Ö. 50). Belki de en iyi 'sanat ve dindeki ortak özelliklerle bir araya gelmiş türlü kabilelerden oluşan bir grup' şeklinde tanımlanabilecek olan La Tène kültürü, en son, İrlanda'dan Romanya'ya uzanan batı ve orta Avrupa'yı kapsayan geniş bir yayda bulunmaktaydı. Kültürel özellikler arasında demircilik, su kaynaklarına adak sunma, mezarlara silah bırakma ve girdap gibi dönen, geometrik ve bitkisel tasarımlarla stilize edilmiş sanat bulunmaktadır. Son olarak, Akdeniz devletleriyle ticaret yapıldığına dair çok sayıda kanıt olduğunu söyleyebiliriz. La Tène merkezleri özellikle Loire, Marne, Moselle ve Elbe gibi önemli nehir noktalarında başarılıydı. La Tène kültürü, Keltlere ait olmayan bölgelerde, örneğin Germen dili konuşulan Danimarka'da var olduğu için Kelt halklarına tam olarak uymamaktadır. Bununla birlikte, arkeologlar tarafından arkeolojik eserleri sınıflandırmak için türetilen La Tène terimi, M.Ö. birinci bin yılın ikinci yarısında Avrupa'da Kelt kültürü için eş anlam karşılayacak şekilde hala (kesin olmasa da) yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kelt Dili
Demir Çağı Avrupa halklarının çoğu arasındaki çarpıcı bağlantı noktalarından biri onların kullandığı ortak dildir: Keltçe. Kelt dili, Hint-Avrupa dil ailesinin bir koludur. Bilim adamları Kelt dillerini iki gruba ayırmaktadır: Ada Kelt ve Kıta Kelt. İkinci grup, Roma imparatorluk döneminin ardından artık yaygın olarak konuşulmamış ve ne yazık ki, günümüze ulaşan tek örnekleri, Yunan ve Romalı yazarların eserlerinde bahsedilenler ve çömlek üstüne yapılan çizimler, adak ve cenaze törenlerine ait dikilitaşlar gibi bazı kısa epigrafik kalıntılardır. Bu grubun en iyi belgelenen kalıntısı Galya Keltçesi (Gaulish)'dir.
Ada Kelt dilleri grubu iki tanedir: İngiliz veya Briton dili (Bretonca, Kernevekçe ve Galce) ve Goidelic (İrlandaca ve onun ortaçağ türevleri, İskoç Galcesi ve Manca). Briton (Briton), Roma döneminde tüm Britanya'da konuşulmuştur. Ondan evrimleşmiş Cumbrian (ortaçağdan sonra yok olmuş), Kernevekçe (Cornish) (18. yüzyıldan sonra artık konuşulmuyor, ancak yakın zamanda yeniden canlılık kazandı), Bretonca (muhtemelen M.S. beşinci yüzyıldaki İngiliz yerleşimciler tarafından ortaya çıkarıldı ve Galya Keltçesi ile doğrudan bağlantısı yok) ve Galce, bugün hala konuşuluyor. Goidelik-İrlandacasının en eski kanıtı M.S. beşinci yüzyıla kadar uzanır ve daha sonra Orta İrlandacaya -daha karmaşık- (MS 950-1200) ve daha sonra bugün hala konuşulan Modern İrlandacaya dönüşür.
Keltlerin Dini
Antik Keltler dediğimiz insanların ikinci ortak özelliği dinleridir. Keltlerin dini çok tanrılı bir dindi, ancak onlar hakkındaki bilgimiz Keltlerin kendi yazılı eserlerinin eksikliği nedeniyle klasik yazarlarla sınırlıdır. Bölgeler ve yüzyıllar boyunca farklılıklar bulunmaktaydı, ancak antik Kelt dininin ortak özellikleri şunlardır:
- kutsal korular ile nehirler ve su kaynakları gibi diğer doğal alanlara büyük saygı.
- yiyecekler, silahlar, hayvanlar ve (daha az sıklıkla) insan kurbanları gibi tanrılara adak adanması.
- öbür dünyaya olan inancın göstergesi olarak, ölülerle birlikte değerli ve günlük eşyaların mezarlara bırakılması.
- totemlerin, özellikle erkek geyik ve yaban domuzu gibi hayvanların koruyucu gücüne olan inanç.
- ruhun bulunduğu yer olarak kabul edilen insan kafasına duyulan büyük saygı.
- din ve topluluk kurallarına riayet etmek için tabuların kullanılması.
- druidler (kelt rahipleri) tarafından yönetilen törenler.
Druidler bilgilerini yazmaya adamaya şiddetle karşı çıktıkları için, Kelt dini için geriye kalan kutsal metinler, ilahiler veya dualar yoktur. Temel tanrılara her şeyi kapsayan güçler veya özellikler verilmiştir ve bunlar arasında muhtemelen doğayı ve doğurganlığı temsil eden 'boynuzlu tanrı' Cernunnos yer almaktadır. Bir diğer önemli figür, belki de Kelt dünyasında evrensel olarak ibadet edilen, güneşi temsil eden ve her şeyi bilen ve her şeyi gören olarak kabul edilen tek tanrı olan Lugus'tur (daha sonraki dönemlerde Lugh adıyla anılmıştır). Sen Nehri'nin kişileştirilmiş hali olan Sequana ve atlarla bağlantısı olan Epona gibi şifalı kaynaklar ve nehirlerle ilişkili birçok kadın tanrıça bulunmaktaydı.
Kelt tanrılarının sıra dışı bir özelliği, bazılarının belki de aynı teolojinin üç farklı yönünü temsil eden bir üçlü olarak görülmeleriydi. Benzer kuvvet, güç ve doğurganlık kavramlarını ayrı ayrı temsil eden üç ana tanrıça olan Matronae, bu üçlülere bir örnek olarak gösterilebilir. Çok sayıda yerel ve bölgesel tanrıdan birçoğu, savaş, egemenlik, kabile kimliği, şifa, avlanma ve anneler ve çocuklar gibi belirli grupların korunması gibi günlük yaşamla ilgili birincil kaygılarla ilişkiliydi. MÖ ikinci yüzyıldan itibaren Kelt dini üzerinde Yunan ve Roma etkisi, daha önce toprak eserleriyle çevrili küçük açık alanlar olan Kelt kutsal alanlarının daha büyük taş tapınaklar kullanmaya başlamasıyla olmuştur. Böylelikle bazı Greko-Romen tanrıları da Kelt panteonuna dahil edilmiştir.
Kelt Toplumu
İlk elden yazılı kayıtlar olmadan, yine eski Kelt toplumunun inceliklerini anlamaya çalışmak zordur. Ancak, çoğu Kelt kabilesi toplumlarının hiyerarşik olduğunu bilmekteyiz. En tepede hükümdarlar ve seçkin savaşçılar, bir altlarında, vergi ve askerlik hizmetinden muaf vaziyette olan dini liderler ve halkın toplanan bilgilerini muhafaza eden, druidler bulunmaktaydı. Onların altında ise uzmanlaşmış zanaatkarlar, tüccarlar, köleler ve kırsal ve tarımsal toplumlarda açık ara en büyük grup olan çiftçiler bulunuyordu.
Kelt toplumları önce krallar tarafından, sonrasında ise seçilmiş şefler veya alternatif olarak küçük bir yaşlılar konseyi tarafından yönetilmişti. Zamanla, birçok kabile karşılıklı yardım için bir araya ya da daha güçlü olana bağımlı hale gelmiş ve böylelikle bir tür haraç ödemişlerdir. Dönem sonu itibariyle, Romalılardan gelen ortak tehdidi karşılamak için birleşen büyük kabile birlikleri bulunmaktaydı. Kelt Britanya'sında bazı kadınşeflerin var olduğunu bilmekteyiz, örneğin, MS 1. yüzyılın ortalarında İngiltere'nin kuzeyindeki Brigantes kabilesinin hükümdarı Cartimandua ve MS 60 yılında Roma işgaline karşı birkaç kabileden oluşan bir isyana liderlik etmiş olan Iceni kabilesinin kraliçesi Boudicca (ö. MS 61). Bazı kadınlara değerli eşyalarla gömülmeyle ilgili olarak erkeklerde olduğu gibi eşit muamele edildiğine dair kanıtlar da bulunmaktadır. Vix'in, MÖ altıncı-beşinci yüzyılda Fransa'nın kuzeydoğusundaki Châtillon-sur-Seine yakınlarında gömülmesi buna bir örnektir.
Hükümdarların ve geniş ailelerinin toprak mülkiyeti ve ticaretten elde ettikleri gelirle topluma egemen oldukları güçlü bir akrabalık sistemi bulunmaktaydı. Hükümdarlar, hediye verme, Kelt şölenleri düzenleme ve sosyal teşhir yollarıyla destekçilerinin bağlılıklarını idame ettirmişlerdir. Aileler arasındaki bağlar, çocukların diğer soylu ailelerle büyütülmesiyle güçlendirilmiş; bu yöntem ayrıca, farklı kabileleri ittifaklar halinde birbirine bağlamak için de kullanılmıştır. Daha çok Orta Çağ'daki feodalizm gibi, seçkin kesimlerin, karşılığında bir çeşit hizmet verenlerin refahını ve korunmasını üstlendiği bir sistem de bulunmaktaydı.
Köleler dışında, sosyal gruplardan birinin çocuğunun, gerekli varlığı (örneğin savaş sırasındaki kahramanlığı üzerinden) elde etmesi veya bir druid için yaklaşık 20 yıl süren gerekli eğitim veya çıraklığı tamamlaması koşuluyla, sonunda başka bir gruba girmesine engel olabilecek hiçbir kanıt yoktur. Julius Caesar (MÖ yaklaşık 100-44) katıldığı Galya Savaşları'nda, Galya'daki Kelt kadınlarının kocalarına bir çeyiz getirdiğini ve eğer kadının eşi kadının kendisinden önce ölürse çeyizin kadına miras kalabileceğinden söz etmiştir. Caesar ayrıca kocaların eşleri ve çocukları üzerinde idam etme veya af yetkisine sahip olduğunu da belirtmiştir. Bu değerlendirmelerin kesin olup olmadığı ve başka yerlerde Keltlere uygulanıp uygulanmadığı bilim insanları tarafından çok tartışılmaktadır.
Kelt Sanatı
Dil ve dini uygulamaların yanı sıra, Keltlerin Avrupa'daki bir diğer ortak özelliği de ortaya koydukları sanattır. Kelt sanatı, yukarıda bahsedilen daha önceki Demir Çağı yerel kültürlerinden ve Trakyalılar, İskitler, Yunanlılar, Etruryalılar ve Romalılar gibi komşu kültürlerden veya ticaret ortaklarından ve bu halklar aracılığıyla Yakın Doğu'dan gelen fikirlerden etkilenmiştir. Kullanılan malzemeler arasında cam, mercan ve kehribar gibi ithal egzotik malzemeler kullanılarak elde edilen ekstra süslemeli çanak çömlek, taş, demir, bronz ve altın bulunmaktadır. Metaller dökülmüş, kazınmış, delinmiş, oyulmuş, kakılmış ve repoussé (diğer tarafında bir kabartma oluşturmak için malzemeye arka taraftan oluk açma işlemi) kullanılarak işlenmiştir. Özgün sanat eserleri arasında süslü kazanlar, kumtaşı veya ahşap insan figürleri, Kelt bronz kalkanları, altın torklar, penanüler broşlar (bir toplu iğne ve halkadan oluşur) ve adak olarak kullanılacak hayvan heykelcikleri bulunmaktadır.
Kelt sanatının öne çıkan özellikleri şunlardır:
- dökümlü kalıplara duyulan sevgi.
- tanrıların ve savaşçıların tasvirleri, özellikle kafa kısımları.
- hayvan tasvirleri (gerçek veya hayali), özellikle erkek geyik, yaban domuzu, at ve av köpekleri.
- karmaşık bitkisel tasarımlara, soyut desenlere ve dönerek birbirine geçen çizgilere duyulan sevgi.
- pratik günlük eşyaları bile güzelleştirme arzusu.
- güç ve dini inançlar hakkındakı mesajların iletilme arzusu.
Kelt Dünyasında Ticaret
Yukarıda belirtildiği gibi, batı ve orta Avrupa'daki proto-Kelt kültürleri, Akdeniz kültürleriyle zaten ticari bağlantılar kurmuştu ve bu durum, Keltlerle süregelmeye devam etmiştir. İngiltere'den kalay, Baltık'tan kehribar ve doğu Avrupa ve Balkanlar'dan da atlar alınıp kullanılmış veya güneye aktarılmıştır. Ticareti yapılan Kelt kaynakları arasında tuz, köleler, demir, altın, yünlü kumaş ve kürkler yer almaktaydı. Bu mallar şarap (çok büyük miktarlarda), gümüş, lüks imalat ürünleri (bronz kulplu sürahiler, saf Yunan çömlekleri ve Etrüsk bronz kraterleri gibi), ipek ve önceki bölümde bahsi geçen sanat eserleri ve mücevherlerde kullanılmak üzere değerli malzemelerle değiştirilmiştir.
Ticaret, kıt kaynaklara erişim sağlamanın yanı sıra ikincil sonuçlar doğurmuştu. Sanat, din ve teknolojideki fikirler aktarılmıştı. Örneğin, Keltler düz mezar definlerini benimsemiş ve kendi paralarını basmışlardır. Ticaret için gerekli kaynakları elde etmek için Kelt kabileleri arasındaki rekabette de bir artış olmuştu. Kelt dünyası ufkunu genişletiyordu ve Keltlerin, zengin ticaret ortaklarının en önemli bölgelerini kıskançlıkla izlemeye başlamasıyla, durmadan büyüyen varlıklı seçkinlerin oluşumu daha geniş kıtalara olacaktı ve bunun tam tersi de geçerliydi.
Savaşlarda Keltler
Savaşın Kelt kültürünün önemli bir parçası olduğu, savaşla ilişkili antik Kelt panteonundaki tanrıların sayısından ve mezarlara bırakılan çok sayıda silahtan açıkça anlaşılmaktadır. Savaş alanındaki cesaret ve hüner, toplumdaki statünün belirlenmesinde de önem teşkil etmekteydi. Galya'daki Kelt savaşçıları, uzun saçlarını kireç suyu kullanarak ağartan savaşçılar olarak tarif edilirken, İngiltere'deyken ise bu savaşçıların vücutlarına motifler çizdikleri anlatılmaktadır. Birçok klasik yazar, Kelt savaşçılarının savaşa çıplak girebildikleri ve kurbanlarının kafalarını topladıklarına dair garip gerçek üzerinde yorum yapmaktadır. Birçok Kelt savaşçısı bir tork kolyesi takmaktaydı ve bunlar muhtemelen topluluk içindeki statü ve rütbenin bir sembolüydü. Kelt kadınlarının da savaşa katıldığına dair kanıtlar vardı.
Kelt savaşçıları mızrak, uzun kılıç ve kendine özgü büyük dikdörtgen veya oval biçiminde kalkanlar kullanmışlardır. Kelt ordularında atıcılar, savaş arabaları ve süvariler kullanılırken, savaş alanında örgütlenme sancaklar ve savaş boruları kullanılarak sağlanmıştır. Kelt orduları, MÖ dördüncü yüzyıldan itibaren, kabileler yeni zenginlik fırsatları bulmak için, zaman zaman Kelt Göçü olarak adlandırılan, batıya, güneye ve doğuya doğru dalgalar halinde hareket ettikçe, komşuları için birçok soruna sebebiyet vermiştir. Galyalı Senones kabilesinin şefi Brennus, MÖ 390'da herkesçe bilinen Roma'yı yağmalama eylemini gerçekleştirmiş, ve Keltler, MÖ 279'da Galatlar olarak tanındıkları Asya'ya gidiş yollarında Yunanistan'dan geçerken Delphi'yi yağmaladıkları zaman yeniden kargaşaya sebebiyet vermişlerdir. Kelt kabileleri topluluğu, MÖ 225'te Romalılara tekrar saldırmış ve Kartaca Savaşları (MÖ 264-146) sırasında Kartaca'nın devamlı paralı müttefikleri olmuşlardır. Ancak uzun vadede Kelt orduları, Helenistik krallıklar ve Romalılar gibi büyük çapta savaşlarda daha disiplinli ve daha iyi teçhizatlanmış düşmanların dengi olamazdı. Gel gelelim, bir kez zafer kazandıktan sonra, her zaman cesaretleriyle tanınan Kelt savaşçıları, devamında birçok Yunan ve Roma ordusunda paralı asker olarak başarılı bir şekilde savaşmışlardır.
Çöküş ve Miras
Kelt dünyasındaki ilk gerçek sorun işareti, kaynaklar ve ticaret fırsatları için yerel rekabette belirgin bir artıştı ve bu, MÖ birinci ve ikinci yüzyılda oppida inşasında kendini göstermişti. Oppidum, genellikle arazinin yüksek noktalarında bulunan veya nehir dönemeçleri gibi doğal olarak korunabilir noktalar üzerindeki ovalarda bulunan müstahkem alanları içeren, günümüzde özel olarak kullandığımız daha büyük yerleşim yerlerinin Roma'ya özgü adıydı. Surlar genellikle, zaman zaman dış hendekleri bulunan topraktan yapılma bir devre duvarından oluşmaktaydı. Oppidalar, savaşta sığınak noktası olarak ya da imalat atölyelerini bir araya getirmek ve halkın kaynaklarını depolamak için güvenli bir yer olarak kullanılmıştır.
Bu düşman çevre, Romalılar, önceki iki yüzyılda göç eden Kelt kabilelerinin neden olduğu tahribatın intikamını almaya ve altın ve diğer kaynakların vaadiyle cezbedilmiş, topyekûn fetih yapmaya niyetlendiğinde daha da kötüleşmiştir. M.Ö. 125'de Romalılar Galya'daki Arverni kabilesine saldırmışlar ve bir asırdan kısa bir süre sonrasında Julius Caesar, Vercingetorix (M.Ö. 82-46) gibi kabile liderlerinin sert direnişlerine rağmen Galya'ya saldırmış ve fetih gerçekleştirmiştir. Roma İmparatorluğu genişlemeye devam etmiş, druidler gibi önemli halk figürlerine doğrudan saldırılar yapılmış ve böylece kıta Keltleri ve güney Britanya'dakiler sonunda Roma kültürüne asimile edilmiştir. Keltler, İrlanda ve kuzey Britanya gibi daha münferit yerlerde büyümeye iyi bir şekilde devam etmiştir. Kelt kültürü bu bölgelerden ortaçağ dönemine kadar devam edecek ve İrlanda, Galler ve İskoç ortaçağ edebiyatının destansı şiirlerinde ve günümüzde Hıristiyanlaştırılmış sanatta kendini en görünür şekilde ifade edecekti. Eski kelt gelenekleri, bu destansı şiirlerde ve aydınlatılmış el yazmaları içindeki karmaşık eğrisel desenler biçiminde, her yerde bulunan penanüler broşlarda, ve kilise avlularında görkemli taş haçlar üzerindeki sofistike bitkisel motifler üzerinde yaşamını sürdürmüştür.