Hunlar

Tanım

Joshua J. Mark
tarafından yazıldı, Batuhan Aksu tarafından çevrildi
tarihinde yayınlandı
Diğer dillerde mevcut: İngilizce, Çince, Fransızca, Macarca, İspanyolca
Makaleyi Yazdır PDF
Hunnic Mounted Archer (by Amplitude Studios, Copyright)
Atlı Hun Okçusu
Amplitude Studios (Copyright)

Hunlar, kökeni bilinmeyen lakin büyük ihtimalle "Altay Dağları'nın doğu ucu ile Hazar Denizi arasında bir yerden, kabaca günümüz Kazakistan'ından" (Kelly, 45) gelen, 4. ve 5. yüzyıllarda öne çıkan göçebe bir kabileydi. Çok sayıda başka halkı yerinden ederek, müthiş bir savaş gücü haline geldiler ve Roma'nın düşüşüne katkıda bulundular.

Onlar Roma kaynaklarında ilk defa Tarihçi Tacitus (Fragmanlar, 7) tarafından MÖ 91'de geçmişte korkulan ancak mağlup olan insanlar olarak bahsedilir ("Alanlar, Hunlar ve Gotlar" demek istiyorum) ve bu devirde, Roma için diğer barbar kabilelerden daha büyük bir tehdit olarak anılmamaktadırlar.

Zamanla, Hunlar Roma İmparatorluğu'nun çöküşüne birincil katkıda bulunanlardan biri haline geldikçe bu vaziyet değişecekti, zira imparatorluğun etrafındaki bölgelere yaptıkları ve bilhassa acımasız olan istilalar, yaklaşık 376-476 yılları arasında Büyük Göç (aynı zamanda "Kavimler Göçü" olarak da bilinir) olarak bilinen şeyi teşvik etti. Alanlar, Gotlar ve Vandallar gibi insanların bu göçü, Roma toplumunun statükosunu bozdu ve muhtelif baskınları ve ayaklanmaları imparatorluğu zayıflattı.

Sadece bir örnek vermek gerekirse, Fritigern idaresindeki Vizigotlar 376 yılında Hunlar tarafından Roma topraklarına sürüldü ve Roma idarecilerinin kötü muamelelerine maruz kaldıktan sonra ayaklanarak 376-382 yılları arasında Roma ile Birinci Got Savaşı'nı başlattılar. Bu muharebede Romalılar yenildi ve imparatorları Valens 378 yılında Hadrianapolis Muharebesi'nde öldürüldü.

Hunlar, bilhassa Jordanes (6. yüzyıl) ve Ammianus Marcellinus (4. yüzyıl) gibi antik yazarlarca rutin olarak yabani ve vahşi olarak tasvir edilse de, Paniumlu Priscus (5. yüzyıl) onları daha iyi bir ışıkta tasvir eder. Priscus aslında Attila (Atilla) ile tanıştı, onunla yemek yedi ve Hun yerleşiminde kaldı; Attila ve Hun hayat tarzı hakkındaki tasviri daha iyi bilinenlerden biri ve kesinlikle en iltifat edici olanlardan birisidir.

Attila (434-453) zamanında Hunlar Avrupa'nın en güçlü ve en çok korkulan askeri gücü haline geldi ve gittikleri her yere ölüm ve yıkım getirdiler. Ancak Attila'nın ölümünden sonra oğulları üstünlük için birbirleriyle savaştı, kaynaklarını israf etti ve Attila'nın kurduğu imparatorluk 469'da dağıldı.

Kökenler ve Xiongnu ile Bağlantı

TARİHÇİ C. KELLY, DİĞERLERİNİN DE DESTEĞİYLE, KAZAKİSTAN'IN HUNLARIN EN MUHTEMEL KÖKEN NOKTASI OLDUĞU NETİCESİNE ULAŞIR.

Hunların kökenini bulmaya çalışan bilim insanları, 18. yüzyıldan beri, bilhassa Han Hanedanlığı (MÖ 202-MS 220) zamanında, kuzey Çin sınırlarını taciz eden esrarengiz Xiongnu halkı olabileceklerini ileri sürmüşlerdir. Hunlar gibi, Xiongnu'lar da yay kullanmada bilhassa usta olan ve uyarı vermeden vuran göçebe, atlı savaşçılardı. Fransız oryantalist ve bilim insanı Joseph de Guignes (1721-1800), Hunların Xiongnu'larla aynı halk olduğunu ilk öne süren kişiydi ve diğerleri o zamandan beri bu iddiayı desteklemek veya buna karşı çıkmak için çalışmıştır.

Modern bilimde Xiongnu-Hun bağlantısı hususunda bir fikir birliği yoktur ancak bu büyük ölçüde delil eksikliği nedeniyle reddedilmiştir. Tarihçi Christopher Kelly, Xiongnu'yu Hunlarla ilişkilendirme teşebbüsünü yalnızca Hun kökenleri için kesin bir yer belirleme arzusundan değil, aynı zamanda Hunlar ve Roma arasındaki mücadeleyi "asil batı" ile "barbar doğu" arasındaki bir savaş olarak tanımlama arzusundan kaynaklandığı şeklinde yorumlar. Kelly şunları öne sürer:

Bazı yazarlar için, Xiongnu ve Hunları birbirine bağlamak, Avrupa tarihini, her daim var olan bir doğu tehdidine karşı medeniyeti koruma mücadelesi olarak anlama projesinin bir parçasıydı. Hunlar, tarihten gelen bir uyarıydı. Çin kimlikleri ispatlandığında, Roma imparatorluğuna hedefli saldırıları, Doğu ile Batı arasındaki kaçınılmaz bir çatışma döngüsünün parçası olarak sunulabilirdi. (43)

Invasions of the Roman Empire
Roma İmparatorluğu'nun İstilaları
MapMaster (CC BY-SA)

Kelly, destek için diğer akademisyenlere atıfta bulunarak, Xiongnu'yu Hunlarla alakalandırmak için hiçbir sebep olmadığı fikrine varır ve Guignes'in Xiongnu ve Hunlar hakkında arkeolojik delillerin az olduğu bir zamanda çalıştığını belirtir. Şöyle yazar:

Xiongnu anlayışı, 1930'larda Büyük Duvar'ın batısındaki İç Moğolistan'daki Ordos Çölü'nden bronz eserlerin yayınlanmasıyla önemli ölçüde değişti. Bunlar Xiongnu sanatı ile Hun sanatı arasındaki çarpıcı farkı gösterdi. Milattan sonra dördüncü ve beşinci yüzyıllara tarihlenen doğu Avrupa'da bulunan hiçbir nesne, Xiongnu tasarımının karakteristiği olan güzel stilize hayvanlar ve efsanevi mahluklarla süslenmemiştir. (44)

O, bilim insanı Otto Maenchen-Helfen'in şu müşahedesini aktarır:

Ordos bronzları [Xiongnu] tarafından veya onlar için yapılmıştır. Ordos bronzlarının envanterindeki bütün unsurları kontrol edebilirdik ve bir zamanlar Hunlarca işgal edilen bölgede bulunan bir nesneye eşdeğer olabilecek tek bir nesneyi işaret edemezdik... Hayvan stilinin iyi bilinen motifleri vardır... Bu zengin motif repertuarından tek bir tanesi bile bir Hun nesnesinde bulunmamıştır. (44)

Kelly, diğerlerinin desteğiyle, Kazakistan'ın Hunlar için en muhtemel köken noktası olduğu neticesine varır ancak "daha kesin bir şey teklif etmenin ne yazık ki imkansız olduğunu" belirtir (45). Ancak antik yazarlar için Hunların kökenini ayırt etmek basitti: onlar medeniyete zarar vermek için vahşi tabiattan çıkan kötü mahluklardı. Ammianus onların kökenlerine dair spekülasyon yapmaz ancak Roma Tarihi'nde onları şöyle anlatır:

Hun milleti, vahşi hayatta diğer bütün barbarları geride bırakır. Ve [Hunlar] sadece insanlara benzeseler de (çok çirkin bir desende), medeniyette o kadar az ilerlemiş haldeler ki, yiyeceklerini hazırlarken ne ateş ne ​​de herhangi bir çeşni kullanırlar, bunun yerine tarlalarda buldukları köklerle ve herhangi bir hayvanın yarı çiğ etleriyle beslenirler. Yarı çiğ diyorum zira onu kendi uylukları ile atlarının sırtları arasına koyarak bir tür pişirme işlemi yaparlar. Taarruza uğradıklarında, bazen düzenli bir harbe girerler. Sonra, sütunlar halinde savaşa girerek, havayı çeşitli ve ahenksiz haykırışlarla doldururlar. Ancak, daha sıklıkla, düzenli bir harp nizamında savaşmazlar, ancak hareketlerinde son derece hızlı ve ani oldukları için dağılırlar ve sonra hızla tekrar bir araya gelerek, geniş ovalarda kargaşa çıkarırlar ve surların üzerinden uçarak, düşmanlarının kampını, yaklaştıklarını fark etmeden hemen önce yağmalarlar. Kabul edilmelidir ki, onlar en korkunç savaşçılardır çünkü uzaktan, şafta hayranlık verici bir şekilde tutturulmuş keskin kemiklere sahip füze silahlarıyla savaşırlar. Kılıçlarla yakın dövüşteyken, kendi emniyetlerine hiçe sayarak savaşırlar ve düşmanları kılıçların darbesini savuşturmaya niyetliyken, üzerine bir ağ atarlar ve uzuvlarını öyle bir şekilde dolaştırırlar ki, yürüme veya binme gücünü tamamen kaybeder. (XXXI.ii.1-9)

Jordanes ise Hunların kökenine önemli bir yer ayırıyor:

Eski geleneklerden kökenlerinin şu şekilde olduğunu öğreniyoruz: Gotların kralı Filimer, Büyük Gadarik'in oğlu, Getae'lerin Scandza adasından ayrılmasının ardından beşinci sıradaki Getae idaresini elinde tutan kişiydi... halkının arasında bazı cadılar buldu. Bu kadınlardan şüphelenerek onları ırkının arasından kovdu ve ordusundan uzakta yalnız sürgünde dolaşmaya zorladı. Orada, onları vahşi tabiatta dolaşırken gören kirli ruhlar, onlara kucaklarını bahşettiler ve ilk başta bataklıklarda yaşayan, bodur, çirkin ve güçsüz bir kabile olan, neredeyse insan olmayan ve insan konuşmasına çok az benzeyen bir dilden başka bir dili olmayan bu vahşi ırkı doğurdular. (85)

HUNLAR, HAREKETLİLİK VE VAHŞİLİKLE KARAKTERİZE EDİLİRLER; ONLAR UYARI OLMADAN SALDIRIR.

Hunlar, bu cadıların iblislerle çiftleşmesiyle doğduktan sonra, "Maeotik bataklığının en uzak kıyısına yerleştiler." Jordanes, "avlanmaya düşkün olduklarını ve başka hiçbir sanatta maharete sahip olmadıklarını" belirtmeye devam ediyor. Bir millet haline geldikten sonra, hırsızlık ve yağmacılıkla komşu ırkların huzurunu bozdular" (86). Avcılarından biri Maeotik bataklığının en uzak ucunda av peşindeyken, onları bataklıktan geçiren bir dişi geyiği gördüklerinde medeniyete girdiler, "şimdi ilerliyorlar ve sonra yine hareketsiz duruyorlar", bu da onlara bataklığın geçilebileceğini göstermişti, halbuki daha önce "[bataklığın] deniz kadar geçilmez olduğunu farzetmişlerdi" (86). Diğer tarafa ulaştıklarında, İskit topraklarını keşfettiler ve o anda dişi geyiğin kaybolduğunu söyledi. Jordanes şöyle devam ediyor:

Şimdi benim fikrime göre, Hunların neslinden gelen kötü ruhlar bunu İskitlere olan kıskançlıktan yaptı. Ve Maeotis'in ötesinde başka bir dünya olduğundan tamamen habersiz olan Hunlar, şimdi İskit topraklarına hayranlıkla doluydu. Akılları hızlı olduğu için, geçmişteki herhangi bir çağda tamamen bilinmeyen bu yolun kendilerine ilahi olarak vahyedildiğine inanıyorlardı. Kabilelerine geri döndüler, onlara olanları anlattılar, İskitya'yı övdüler ve insanları dişi geyiğin rehberliğinde buldukları yol boyunca oraya doğru acele etmeye ikna ettiler. İskitya'ya ilk kez böyle girdiklerinde, ele geçirdikleri herkesi Zafer için kurban ettiler. Geri kalanını fethettiler ve kendilerine tabi kıldılar. Milletlerin bir kasırgası gibi büyük bataklığı süpürdüler. (86)

Jordanes'in Hunlar tasviri açıkça taraflı olsa da, onların "bir kasırga gibi" hareket ettiğine dair müşahedesi diğerlerinin tasvirleriyle tutarlıdır. Hunlar rutin olarak hareketlilik ve vahşetle karakterize edilir; uyarı vermeden saldırdılar ve savaşçılar ile savaşçı olmayanlar, erkekler, kadınlar veya çocuklar arasında hiçbir fark gözetmediler. Bataklığı geçip İskitya'yı fethettikten sonra, onları durduracak hiçbir şey yok gibi görünüyordu.

Hunlar ve Roma

Hunların hareket hızı ve savaştaki başarıları, günümüzde Macaristan'ı kapsayan bölgeyi fethetmeleriyle en iyi şekilde gösterilmiştir. 370'te Alanları fethettiler ve 376'da Fritigern komutasındaki Vizigotları Roma topraklarına ve Athanaric liderliğindekileri de yaklaşık 379'da Kafkasya'ya sürdüler.

Hunlar bölgeyi işgal etmeye devam ettiler ve tarihçi Herwig Wolfram'ın Ambrose'un antik kaynağına atıfta bulunarak yazdığı gibi, bunun sebep olduğu kaos yaygındı: "Hunlar Alanlara, Alanlar Gotlara ve Gotlar Taifali ve Sarmatyalıların [kabilelerine] saldırdı" (73). Gotların yanı sıra bu kabilelerin çoğu Roma topraklarına sığındı ve bu reddedilince Hunlardan kaçmak için bir yol bulmayı kendilerine vazife edindiler.

Attila the Hun by Delacroix
Delacroix tarafından Attila
Eugene Delacroix (Public Domain)

395-398 yılları arasında Hunlar, Roma'nın Trakya ve Suriye topraklarını istila etti, baskınlarında şehirleri ve ziraat arazilerini yok etti ancak bölgelere yerleşmeye hiç alaka göstermedi. Aynı zamanda, Foederati ve Hun yerleşimleri Pannonia'da Roma tarafından tasdik edildiği için Roma ordusunda vazife yapan Hunlar vardı. Hunların hem Roma'nın müttefiki hem de muhasımı olmasındaki görünen tutarsızlık, bu devirde Hunların merkezi bir lider altında olmadığı anlaşıldığında çözülür. Görünüşe göre kabilenin tamamı içinde, her biri kendi şefini takip eden alt kabileler veya hizipler vardı. Bu sebeple, Jordanes'in belirttiği gibi, "hırsızlık ve yağma" dışında, bu dönemde Hunların genel hedeflerinin ne olduğunu belirlemek umumiyetle zordur.

Çevre kabilelere ve Roma'ya olan baskıları, istedikleri gibi ve sınırlama olmaksızın baskınlar düzenlediklerinden devam etti. Wolfram, Athanaric idaresindeki Gotları örnek göstererek şöyle yazar:

Thervingi'lerin, yeni bir düşman türünün istediği zaman, neredeyse önceden haber vermeden yok edebileceği harap bir topraklarda hayatta kalma ümidi yoktu. Kimse Hunlara karşı nasıl müdafaa edileceğini bilmiyordu. (72)

Aynı paradigma, bir zamanlar Roma sınırlarının ötesindeki bölgelerde yaşayan bütün kabileler için geçerliydi. 406 Aralık'ında Vandallar donmuş Ren Nehri'ni geçtiler ve Hunlardan kaçmak için Galya'yı işgal ettiler ve yanlarında birçok başka kabilenin bakiyelerini da getirdiler. Romalılar, Hun saldırılarını savuşturmada diğer insanlardan daha şanslı değildi. 408'de, bir Hun grubunun şefi olan Uldin, Trakya'yı tamamen yağmaladı ve Roma onları askeri olarak durdurmak için hiçbir şey yapamadığı için, onlara barış için ödeme yapmaya çalıştılar. Lakin Uldin çok yüksek bir bedel talep etti ve bu yüzden Romalılar onun altlarını satın almayı tercih ettiler. Barışı korumanın bu metodu başarılı oldu ve o zamandan itibaren Romalıların Hunlarla başa çıkmada tercih ettiği pratik haline geldi.

Romalıların Hunlarla savaşta karşılaşmaktansa onlara barış için ödeme yapmayı seçmeleri pek de şaşırtıcı değil. Ammianus'un yukarıda alıntılanan Hunların savaş taktiklerine ilişkin açıklamasını vurgulamak için:

Düzenli bir harp nizamında savaşmazlar, ancak hareketlerinde son derece hızlı ve ani oldukları için dağılırlar ve sonra hızla tekrar bir araya gelerek geniş ovalara zarar verirler ve surların üzerinden uçarak düşmanlarının kampını, düşmanları yaklaştığını fark etmeden hemen önce yağmalarlar.

NE ROMALILAR NE DE SÖZDE BARBAR KABİLELER HUNLAR GİBİ BİR ORDUYLA HİÇ KARŞILAŞMAMIŞLARDI.


Uzman atlılar olarak tanımlanıyorlardı, atlarıyla bir bütün gibi görünüyorlardı; nadiren inmiş halde görülürlerdi ve hatta atlarının sırtında müzakerelere bile devam ederlerdi. Ne Romalılar ne de sözde barbar kabileler Hunlar gibi bir orduyla daha önce hiç karşılaşmamışlardı.

Atlı savaş için yetiştirilmiş gibi görünüyorlardı ve yayı büyük bir tesirli kullanıyorlardı. Tarihçi ve eski ABD Ordusu Yarbayı Michael Lee Lanning, Hun ordusunu şu şekilde tanımlıyor:

Hayvani yağın bolca tatbikiyle yağlanmış ağır deri tabakaları giyen Hun askerleri, savaş kıyafetlerini hem esnek hem de yağmura dayanıklı hale getiriyordu. Deri kaplı, çelik astarlı miğferler ve boyunları ile omuzlarındaki zincir zırhlar, Hun süvarilerini oklardan ve kılıç darbelerinden daha da koruyordu. Hun savaşçıları, binicilik için mükemmel ama yaya yolculuğu için pek işe yaramayan yumuşak deri çizmeler giyiyordu. Bu, askerlere uygundu çünkü eyerde yerde olduklarından çok daha rahattılar. (62)

Hiçbir yerden çıkıp bir kasırga gibi saldırma ve ortadan kaybolma kabiliyetleri onları yenmesi veya müdafaası imkansız görünen inanılmaz derecede tehlikeli rakipler haline getirdi. Zaten zorlu olan Hun savaş gücü, Hunların en ünlüsü Attila'nın altında birleşmeleriyle daha da zorlu hale gelecekti.

Attila ve Bleda'nın Ortak Hükümdarlığı

430'da, Rugila (Rua) adlı bir Hun şefi Romalılarca Hunların Kralı olarak biliniyordu. Gerçekten bütün Hunları mı yoksa sadece en büyük grubu mu idare ettiği bilinmiyor. Mladjov gibi bazı akademisyenler, Balamber adlı bir Hun kralının bir hanedan başlattığını ve Rugila'nın büyükbabası olduğunu iddia ederken, Sinor gibi diğerleri, Balamber'in yalnızca Hunların bir alt kümesinin veya grubunun lideri olduğunu veya hiç var olmamış olabileceğini iddia ediyor. Mladjov'un iddiaları kabul edilirse, o zaman Rugila bütün Hunların kralıydı ancak akınlarını idare ettiği esnada birlik olduğuna dair hiçbir delil olmadığından bu muhtemel görünmüyor.

Rugila'nın Attila ve Bleda (Buda olarak da bilinir) adında iki yeğeni vardı ve 433'te bir seferde öldüğünde, iki kardeş onun yerine geçtiler ve birlikte hüküm sürdüler. Attila ve Bleda beraber 439'da Roma ile Margus Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma, Roma'nın Hunlara barış karşılığında ödeme yapması örneğini sürdürdü ve bu, Attila'nın ölümüne kadar Roma-Hun ilişkilerinde az çok süregelen bir şart olacaktı. Antlaşma imzalandıktan sonra Romalılar birliklerini Tuna bölgesinden çekip onları Sicilya ve Kuzey Afrika'daki Roma eyaletlerini tehdit eden Vandallara karşı gönderebildi. Hunlar, Margus Antlaşması'ndan sonra dikkatlerini doğuya çevirdi ve Sasani İmparatorluğu'na karşı savaştı ancak onları püskürtüldü ve ana üsleri olan Büyük Macar Ovası'na doğru geri ricat ettirildiler.

Attila the Hun Model
Attila Modeli
Peter D'Aprix (CC BY-SA)

Bir zamanlar hududu koruyan Roma birlikleri artık Sicilya'ya mevzilendirildiğinden, Hunlar kolay yağma için bir fırsat gördüler. Kelly şöyle yazıyor: "Attila ve Bleda, filonun Sicilya'ya gittiğine dair güvenilir istihbarat alır almaz Tuna taarruzunu başlattı" (122). 441 yazında, Attila ve Bleda ordularını hudut bölgelerinden sürdü ve çok karlı Roma ticaret merkezleri olan İlirya eyaletinin şehirlerini yağmaladı. Daha sonra Margus şehrine atlayıp onu yok ederek Margus Antlaşması'nı daha da ihlal ettiler. Roma imparatoru II. Theodosius (401-450) daha sonra antlaşmayı bozduğunu ilan etti ve Hun taarruzunu durdurmak için ordularını eyaletlerden geri çağırdı.

Attila ve Bleda, Roma başkenti Konstantinopolis'e 20 mil mesafedeki bütün Roma şehirlerini yağmalayıp yok ederek tam ölçekli bir istila ile karşılık verdi. İmparator Büyük Konstantin'in doğum yeri olan Naissus şehri yerle bir edildi ve bir asır boyunca yeniden inşa edilmedi. Hunlar, Roma ordusunda vazife yaptıkları devirde kuşatma muharebelerine dair çok şey öğrenmişlerdi ve bu bilgiyi ustaca kullanarak Naissus gibi bütün şehirleri haritadan sildiler. Taarruzları daha da başarılıydı çünkü tamamen beklenmedikti. II. Theodosius, Hunların antlaşmayı koruyacağından o kadar emindi ki aksini tavsiye eden hiçbir konseyi dinlemeyip reddetti. Lanning bu hususta yorum yaparak şunları yazmıştır:

Attila ve kardeşi anlaşmalara pek kıymet vermiyorlardı ve barış daha da az değer veriyorlardı. Tahta çıktıktan hemen sonra, Roma'ya ve yollarına çıkan herkese karşı Hun taarruzunu sürdürdüler. Müteakip on yılda Hunlar, bugün Macaristan, Yunanistan, İspanya ve İtalya'yı kapsayan toprakları işgal etti. Attila zaptedilen zenginlikleri memleketine geri gönderdi ve askerleri kendi ordusuna aldı, sık sık işgal edilen kasabaları yaktı ve sivil sakinlerini öldürdü. Savaş Hunlar için kazançlı çıktı ama görünüşe göre zenginlik tek gayeleri değildi. Attila ve ordusu savaştan gerçekten zevk alıyor gibiydi, askeri hayatın müşkülleri ve mükafatları onlar için çiftçilikten veya hayvancılıktan daha cazipti. (61)

II. Theodosius, mağlup olduğunun farkındaydı ancak tam bir mağlubiyeti kabul etmek istemiyordu, şartlar istedi; Roma'nın Hunları daha fazla yıkımdan korumak için ödemesi gereken miktar üç katından fazlaydı. 445'te Bleda tarihi kayıtlardan silinir ve Kelly bunun üzerine Paniumlu Priscus'tan iktibas yapar: "Hunların kralı Bleda, kardeşi Attila'nın komploları neticesi suikasta uğradı" (129). Diğer kaynaklar Bleda'nın seferde öldürüldüğünü gösteriyor gibi görünüyor ancak Priscus en güvenilir kaynak olarak kabul edildiğinden, genelde Attila'nın onu öldürttüğü kabul edilir. Attila artık Hunların tek hükümdarı ve Avrupa'nın en kuvvetli savaş gücünün komutanı olmuştu.

Tarihçi Will Durant (Priscus gibi antik anlatılardaki tasvirleri izleyerek) Attila hakkında şunları yazıyor:

Diğer barbar fatihlerden farklı olarak, zorlamaktan çok kurnazlığa güveniyordu. Majestelerini takdis etmek için halkının putperest batıl inançlarını kullanarak hükmediyordu; zaferleri, belki de kendisinin uydurduğu mübalağalı zalimlik hikayeleriyle hazırlanıyordu; sonunda Hıristiyan hasımları bile ona "Tanrı'nın kırbacı" diyordu ve kurnazlığından o kadar korkuyorlardı ki, onları sadece Gotlar kurtarabilirdi. Ne okuyabiliyor ne de yazabiliyordu ama bu onun zekasını eksiltmiyordu. Vahşi biri değildi; şeref ve adalet duygusuna sahipti ve sık sık Romalılardan daha yüce gönüllü olduğunu ispatladı. Basit bir şekilde yaşıyor ve giyiniyor, orta seviyede yiyor ve içiyordu ve lüksü, altın ve gümüş kap kacaklarını, koşum takımlarını ve kılıçlarını ve karılarının becerikli parmaklarını kanıtlayan narin işlemelerini teşhir etmeyi seven altlarına bırakıyordu. Attila'nın birçok karısı vardı ama Ravenna ve Roma'nın bazı çevrelerinde popüler olan tek eşlilik ve sefahatin karışımını küçümsüyordu. Sarayı, zemini ve duvarları rendelenmiş tahtalarla kaplı, ancak zarifçe oyulmuş veya cilalanmış ahşapla süslenmiş ve soğuğu dışarıda tutmak için halılar ve derilerle güçlendirilmiş büyük bir kütük evdi. (39)

Priscus'un 448/449'da Doğu İmparatorluğu için diplomatik bir vazifedeyken tanıştığı Attila'nın tasviri, onu halkınca büyük saygı duyulan dikkatli ve ölçülü bir lider olarak tasvir eder ve Roma idarecilerinin lüksüne zıt olarak o sade bir hayat yaşar. Priscus, Attila ile akşam yemeğini, Attila'nın asla aşırıya kaçmadığı nazik bir vaka olarak tanımlar:

Herkes sıraya girdiğinde bir saki yaklaştı ve Attila'ya sarmaşık ağacından bir kadeh şarap teklif etti. O da kadehi aldı ve birinci sıradaki kişiyi selamladı ve selamlamayla şereflendirilen kişi ayağa kalktı. Kral şarabı tatmadan veya içip kadehi sakiye geri vermeden oturması doğru değildi. Orada bulunan herkes onu aynı şekilde şereflendirdi, o da oturmaya devam etti, kadehleri ​​aldı ve selamlamanın ardından tadına baktı. Her misafirin kendi sakisi vardı ve Attila'nın sakisinin çekilmesinden sonra sırayla öne çıkması gerekiyordu. İkinci adam şereflendirildikten ve diğerleri sırayla oturduktan sonra Attila bizi de oturma sırasına göre aynı ritüelle karşıladı. Herkes bu selamlamayla şereflendirildikten sonra sakiler dışarı çıktı ve Attila'nınkinin yanına üç veya dört veya daha fazla kişilik masalar kuruldu. Bunlardan her biri, sandalyelerin orijinal nizamını bozmadan tabağına konulan şeylerden yiyebildi. Attila'nın hizmetkarı, elinde et dolu bir tepsiyle içeri giren ilk kişiydi ve sonra diğerlerine hizmet eden hizmetçiler masalara ekmek ve yiyecek koydu. Diğer barbarlar ve bizim için gümüş tabaklarda servis edilen muhteşem yemekler hazırlanmışken; Attila için tahta bir tepside etten başka bir şey yoktu. Diğer bütün şekillerde de ölçülü davrandı, çünkü şölende adamlara altın ve gümüş kadehler sunuldu, ama onun kupası tahtadandı. Elbisesi de sadeydi, temiz olmaktan başka hiçbir şeye ehemmiyet vermiyordu, ne yanında kılıcı, ne barbar çizmelerinin tokaları, ne de atının dizginleri diğer İskitlerinki gibi altın veya değerli taşlarla veya yüksek değerli herhangi bir şeyle süslenmişti. (Parça 8)

ATTİLA EV ORTAMINDA KENDİNİ TUTABİLİR VE NAZİK DAVRANABİLİRKEN, HARP SAHASINDA DURDURULAMAZDI.

Kelly, Priscus'un Romalı okuyucularının "Tanrı'nın kırbacı"nın çok farklı bir portresini beklediklerini ve Priscus'un tanımını Roma aşırılıkları hakkında bildikleriyle karşılaştırdıklarını müşahede eder. Kelly, "İlk Roma imparatoru Augustus'tan bu yana, yaklaşık beş yüz yüzyıl boyunca, ziyafetlerdeki davranışlar bir idarecinin ahlaki ölçülerinden biri olmuştur" diye yazar ve "sarhoşluğun, oburluğun ve aşırılığın yokluğunun [Priscus'un anlatımında] en çarpıcı şey olacağını" belirtir. Attila'nın davranışı, en iyi imparatorlarınkiyle müspet bir şekilde kıyaslanabilecek bir itidal ve sınırlama derecesi sergiliyordu" (198). Attila ev ortamında ölçülü ve nazik olabilse de, harp sahasında durdurulamazdı.

445-451 yılları arasında Attila Hun ordularını sayısız akına ve başarılı seferlere yönlendirdi, bölgelerin sakinlerini katletti ve ardında bir yıkım şeridi bıraktı. 451'de Katalan Ovası Muharebesi'nde (aynı zamanda Chalons Muharebesi olarak da bilinir) Romalı general Flavius ​​Aetius (h. 391-454) ve müttefiki Vizigotlar'ın I. Teodorik (h. 418-451) tarafından karşılandı ve burada ilk kez mağlup oldu. 452'de İtalya'yı işgal etti ve şehir ile kasaba sakinlerinin emniyet için bataklıklara kaçması ve sonunda orada evler inşa etmesiyle Venedik şehrinin kurulmasının mesulü oldu. İtalya seferi Galya'yı işgalinden daha başarılı olmadı ve Büyük Macar Ovası'ndaki üssüne geri döndü.

Attila the Hun Bust
Attila'nın Büstü
Zsolt Varga - Kazi (Copyright)

Attila'nın Vefatı ve Hun İmparatorluğu'nun Dağılması

452'de Attila'nın imparatorluğu günümüz Rusya'sından Macaristan'a ve Almanya'dan Fransa'ya kadar uzanıyordu. Roma'dan düzenli haraç alıyordu ve hatta Roma topraklarına baskınlar düzenlerken ve Roma şehirlerini yok ederken bile bir Roma generali olarak maaş alıyordu. 453'te Attila, İldiko adında genç bir kadınla evlendi ve Priscus'a göre düğün gecesini çok fazla şarapla kutladı. Priscus'un raporuna göre Jordanes, Attila'nın ölümünü şöyle anlatıyor:

Düğününde aşırı sevince kapılmıştı ve sırtüstü yatarken, şarap ve uykuyla ağırlaşmışken, normalde burnundan akması gereken fazla kan boğazından aşağı öldürücü bir şekilde aktı ve onu katletti, çünkü şarap olağan geçitlerde engellenmişti. Sarhoşluk, savaşta ünlü bir krala utanç verici bir son verdi. (123)

Bütün ordu liderleri onun kaybı nedeniyle yoğun bir hüsrana kapıldı. Attila'nın atlıları yüzlerini kana buladı ve yavaşça, sabit bir daire çizerek, cesedinin bulunduğu çadırın etrafında dolaştı. Kelly, Attila'nın ölümünün sonrasını şöyle anlatıyor:

Romalı tarihçi Paniumlu Priscus'a göre, onlar [ordudaki adamlar] uzun saçlarını ve yanaklarını kesmişlerdi "böylece bütün savaşçıların en büyüğüne gözyaşları veya kadınların ağıtlarıyla değil, erkeklerin kanıyla yas tutulacaktı." Ardından keder, şölen ve cenaze oyunlarıyla dolu bir gün geldi; ki antik dünyada uzun bir geçmişi olan kutlama ve ağıtın kombinasyonuydu. O gece, Roma imparatorluğunun hudutlatının çok ötesinde Attila gömüldü. Cesedi üç tabuta konuldu; en içteki tabut altınla, ikincisi gümüşle ve üçüncüsü demirle kaplıydı. Altın ve gümüş, Attila'nın ele geçirdiği ganimeti sembolize ederken, sert gri demir savaştaki zaferlerini hatırlatıyordu (6).

Efsaneye göre, daha sonra bir nehir yön değiştirilerek Attila nehrin yatağına gömüldü ve sular nehrin üzerinden akıp o yeri kapladı. Cenazeye katılanlar, mezar yerinin asla ortaya çıkmaması için öldürüldü. Kelly'ye göre, "bunlar da şerefli ölümlerdi", zira takipçilerini bu kadar uzağa getiren ve onlar için çok şey başaran büyük savaşçının cenaze töreni şerefinin bir parçasıydılar.

Cenaze töreni tamamlandıktan sonra imparatorluğu üç oğlu İlek, Dengizik ve İrnek arasında bölündü. Attila'nın baskın varlığı ve korkutucu itibarı imparatorluğu bir arada tutmuştu ve onsuz dağılmaya başladı. Üç kardeş, imparatorluğun çıkarlarını ön planda tutmak yerine kendi çıkarları için birbirleriyle savaştılar. Her kardeş bir bölgeyi ve içindeki insanları kendilerine ait olarak talep etti ve Jordanes'in yazdığı gibi, "Gepidae kralı Ardarik bunu öğrendiğinde, çok sayıda milletin en aşağılık köleler gibi muamele görmesi nedeniyle öfkelendi ve Attila'nın oğullarına karşı ilk isyan eden o oldu" (125). Ardaric, İlek'in öldürüldüğü 454'teki Nedao Muharebesi'nde Hunları yendi.

Bu çatışmadan sonra, diğer milletler Hun kontrolünden kurtuldu. Jordanes, Ardarik'in isyanıyla "sadece kendi kabilesini değil, aynı şekilde ezilen diğerlerini de hürleştirdiğini" belirtir (125). Hunların imparatorluğu dağıldı ve insanlar daha önce hüküm sürdükleri kültürlere emildi. İmparatorluk düştükten sonra Pannonia Hunlarına karşı Got katliamı da ispatlandığı gibi, daha önceki haksızlıklara karşı misillemeler yapılmış gibi görünüyor.

469 yılından sonra artık Hun seferleri, yerleşimleri veya onları korkunç bir ordu olarak gören herhangi bir faaliyetten bahsedilmiyor. Antik tarihçilerin Hunlar ile Avarların sonraki koalisyonu arasındaki kıyaslamaları dışında, 469'dan sonra sadece en büyük krallarının ölümünden önceki yıllarda Hunların ilham verdiği katliamlar, baskınlar ve dehşet hikayeleri vardır.

Sorular & Cevaplar

Hunlar nereden geldiler?

Hunlar, Orta Asya'da göçebe bir kabileydi lakin kökenleri hala münakaşa edilmektedir.

Hunlardan yazılı olarak ilk defa nerede bahsedildi?

Hunlar yazılı olarak ilk kez Romalı tarihçi Tacitus'un Fragmanlar adlı eserinin 7. numarasında Alanlar ve Gotlarla birlikte anılır.

Hunlar Roma İmparatorluğu'nu yıkılmasına nasıl yardım etti?

Hunlar, doğrudan taarruzlar tertipleyerek ve Gotlar gibi diğerlerinin Roma topraklarına Büyük Göç etmesini teşvik ederek Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasına yardımcı oldular ve bu da statükoyu bozdu.

Hunların çöküşüne ne sebep oldu?

Hun İmparatoru Attila'nın ölümünden sonra oğulları onun toprakları üzerinde savaştı ve kurduğu geniş imparatorluk dağıldı.

Çevirmen Hakkında

Batuhan Aksu
Batuhan, Georgetown Üniversitesi Tarih Bölümü'nde doktora öğrencisidir. GÜ'ne katılmadan önce Boğaziçi Üniversitesi'nden (MA-BA) ve Manchester Üniversitesi'nden (ER+) dereceler almıştır. İlgileri arasında seyahat çalışmaları ve entelektüel tarih yer alıyor.

Yazar Hakkında

Joshua J. Mark
Joshua J. Mark, Dünya Tarihi Ansiklopedisi'nin kurucu ortağı ve İçerik Direktörüdür. Önceden tarih, felsefe, edebiyat ve yazı dersleri verdiği Marist College'da (NY) profesördü. Çok fazla seyahat etmiştir ve Yunanistan ve Almanya'da yaşamıştır.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Mark, J. J. (2018, Nisan 25). Hunlar [Huns]. (B. Aksu, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-13479/hunlar/

Chicago Formatı

Mark, Joshua J.. "Hunlar." tarafından çevrildi Batuhan Aksu. World History Encyclopedia. Son güncelleme Nisan 25, 2018. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-13479/hunlar/.

MLA Formatı

Mark, Joshua J.. "Hunlar." tarafından çevrildi Batuhan Aksu. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 25 Nis 2018, https://www.worldhistory.org/Huns/. İnternet. 18 Tem 2025.