Kutsal Roma İmparatorluğu resmi olarak 962'den 1806'ya değin varlığını sürdürmüştür. Bu İmparatorluk Avrupa'nın en büyük ortaçağ ve yeniçağ devletlerinden biriydi, ancak güç tabanı istikrarsızdı ve sürekli olarak değişiyordu. Kutsal Roma İmparatorluğu üniter bir devlet değil, küçük ve orta ölçekli siyasi oluşumlardan meydana gelen bir konfederasyondu.
Tek bir ağızdan konuşmayı başardıklarında, Kutsal Roma İmparatoru Avrupa'nın en güçlü hükümdarlarından biriydi. Ancak Kutsal Roma İmparatorluğu'nun "üye devletleri" çoğu zaman farklı çıkarlara sahipti ve birbirleriyle çatışma içerisindeydiler. Diğer Avrupalı güçler bu bölünmüşlükleri sürekli olarak ve acımasızca kullanıyorlardı. Sonuç olarak, zayıf imparatorlar Kutsal Roma İmparatorluğu'nun küçük devletlerinin liderleri tarafından neredeyse tamamen görmezden geliniyordu. Öte yandan güçlü imparatorlar, onları kendi iradelerine boyun eğdirme konusunda daha başarılıydılar, ancak güçlerini yansıtmak ve muhafaza etmek için her zaman dişe diş mücadele etmek zorundaydılar.
İmparatorluk hanedanı için işleri daha da kötüleştirmek için, Kutsal Roma İmparatoru bir İmparatorluk Heyeti tarafından seçiliyordu. Her yeni seçim, imparatorluk tacını başka bir hırslı aileye kaptırma riskini de beraberinde getiriyordu. Bunu önlemek için, iktidardaki hanedan genellikle oyları kazanmak için heyet üyelerine imtiyazlar sunmak zorunda kalıyordu. Zamanla bu, imparatorluk hanedanın gücünü zayıflatacak, er ya da geç daha fazla sunacak bir şeyleri kalmayacak, ve seçimlere girmelerine neden olacaktı. Bunlar genellikle imparatorluk hanedanının yerini yeni bir hanedana bıraktığı ve döngünün yeniden başladığı durumlara işaret ediyordu.
Bu nedenle, etkileyici büyüklüğüne rağmen Kutsal Roma İmparatorluğu sadece en güçlü imparatorların yönetiminde bir imparatorluk gücüne dönüştü. Daha zayıf olanlar ise bu konfederal seçimli monarşinin siyasi mekanizmasının alıcı tarafındaydılar ve fiilen ailelerinin veraset yoluyla intikal eden topraklarından fazlasını yönetmiyorlardı.
Temel Yapısı
8. ve 9. yüzyıllar süresince Frenkler Orta ve Batı Avrupa'da devasa bir krallık kurdular. Frenk kralı Şarlman, 800 yılının Noel gününde Roma'da imparator olarak taç giydi. Ancak torunlarının yönetiminde Frenk İmparatorluğu hızla parçalanmıştı. İmparatorluğu üçe bölmeye karar vermişlerdi: Batı Francia Krallığı (ortaçağ Fransa'sının öncüsü), Orta Francia veya Lotharingia ve Doğu Francia. Üçüncü krallık 9. yüzyılın sonları ve 10. yüzyılın başlarında Almanya Krallığı'na dönüşmüştü.
Teorik olarak aynı anda sadece bir imparator olabileceğinden, Şarlman'ın torunları Orta Francia'nın hükümdarının imparatorluk unvanını taşımasına karar vermişlerdi. Karolenj Hanedanı'nın soyu yok olduğu için bu anlaşma hızla bozulmuştu. Sonuç olarak, Orta Francia kaosa sürüklenmiş ve Burgonya Krallığı ile İtalya Krallığı'na dönüşmüştü. 10. yüzyılda İtalyan prenses Adelaide (931-999), Almanya Kralı (hükümdarlığı 936-973) ve Kutsal Roma İmparatoru (hükümdarlığı 962-973) I. Otto'dan Alplerin güneyine gelip yerleşmesini istemişti. Otto kuzey İtalya'yı işgal etmiş, burada düzeni sağlamış, Adelaide ile evlenmiş ve Roma'ya doğru ilerlemeye devam etmişti.
Otto artık Almanya Kralı ve Adelaide'nin soyundan gelen İtalya Kralı'ydı. Ona göre bu bir imparatorluk unvanı anlamına geliyordu. Neyse ki Papa, Alman güçlerinin İtalya'ya yeniden istikrar getirmesinden dolayı memnundu. Bu yüzden boşta kalan imparatorluk unvanını geri vererek Otto'ya şükranlarını sunmuş oldu ve ona imparatorluk tacını giydirmişti. Kutsal Roma İmparatoru 'makamı' böylece resmen Orta Francia'dan, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun tarihinin geri kalanında da kalacağı Doğu Francia'ya/Almanya Krallığı'na geçmiş oldu. Bu nedenle 962'deki bu olay genellikle Kutsal Roma İmparatorluğu'nun başlangıcı olarak görülür. Bazı tarihçiler 800 yılında Şarlman'ın taç giymesini başlangıç olarak kabul etse de onun imparatorluğu artık genellikle Frenk ya da Karolenj İmparatorluğu olarak anılmaktadır.
Otto'nun ailesi, Otton Hanedanı ya da Sakson Hanedanı, MS 1024 yılına kadar imparatorluğu yönetmişti. Bohemya Dükalığı'nı imparatorluğa dahil etmişlerdi. Kısa bir süre sonra Ottonların yerini Salian Hanedanı almıştı. Salianlar, Orta Francia'nın diğer kalan kısmı olan Burgonya Krallığı'nı Kutsal Roma İmparatorluğu'na katmıştı. Böylece imparatorluğu, ana yapı taşları Almanya, İtalya, Bohemya ve Burgonya olan bileşik bir monarşiye dönüştürmüşlerdi. Bu arada, yükselen Salianlar Ortaçağ kilisesiyle Atama Tartışması olarak bilinen büyük bir çatışmaya girmişlerdi. İmparatorluğun 11. yüzyılda artan gücü, Latin Hristiyanlığında kimin üstün olduğu sorusunu gündeme getirmişti: Papa mı yoksa imparator mu? Uzun tartışmalar ve kan dökülmeleri sonucunda bir uzlaşmaya varılmış; 1122'de Worms Konkordatosu imparatorun dini etkisini sınırlandırmıştı. Kutsal Roma İmparatorluğu'nun bir sonraki hanedanı Staufer'ler yine de seküler konularda imparatorluk gücünü sınırlarına kadar zorlamışlardı.
Staufer Hanedanlığı
Staufer hanedanlığı, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun en dikkat çekici imparatorluk hanedanlarından birisiydi. Onların hükümdarlığı altında İmparatorluk en geniş topraklarına ulaşmıştı. Stauferler, 13. yüzyılda güçlerinin zirvesindeyken - teoride - Danimarka'nın güney sınırından Akdeniz'deki Sicilya adasına kadar hükmediyorlardı.
İlk Staufer imparatoru I. Frederick (hükümdarlık dönemi 1155-1190) kızıl sakalından dolayı Barbarossa olarak anılırdı. İmparator olmadan önce İkinci Haçlı Seferi'ne katılmış ve genç yaşta zengin bir askeri deneyim kazanmıştı. İmparatorluk tacını giydikten sonra, kendisine bağlı İtalya Krallığı'ndaki gelişen ticari cumhuriyetler tarafından defalarca kendisine karşı çıkılmıştı. İtalyan halkına karşı altıdan fazla askeri sefer düzenlemişti. Nihayetinde o kadar çok düşman edinmişti ki, birçok şehir ona karşı Papa, Sicilya ve hatta Bizans İmparatorluğu ile ittifak yapmıştı. Barbarossa yenilmiş ve kuzeye nefret dolu bir adam olarak dönmüştü. İntikam almaya kararlı bir şekilde yeni bir sefer hazırlamıştı ancak Levant'taki olaylar yüzünden bu seferlere çıkamamıştı. Mısır ve Suriye'nin Müslüman Sultanı Selahaddin'in (y. 1174-1193) orduları Kudüs'ü fethetmişti. Barbaros, Kutsal Şehri yeniden fethetmek niyetiyle Üçüncü Haçlı Seferi'ne katılmıştı. Hedefine giden yolda epeyce ilerledikten sonra, bugünkü Türkiye sınırları içinde yer alan bir nehirde duş alırken boğularak hayatını kaybetmişti.
Torunu II. Friedrich (hükümdarlığı 1220-1250) çağdaşları üzerinde öyle bir etki bırakmıştı ki ona "dünya harikası" anlamına gelen stupor mundi adını vermişlerdi. Altı dil bilen ve şiiri, felsefeyi ve ortaçağ edebiyatını destekleyen Frederick, Sicilya'nın Palermo kentindeki sarayında Müslüman ve Yahudi bilginleri de ağırlıyordu. Dini hoşgörüsü, sınır tanımayan toprak hırsıyla birleşince, Papa ile neredeyse sürekli bir çatışma içerisine girmişti. Frederick üç kez aforoz edilmiş ve hatta Papa IV. Innocentius onu "Deccal" olarak adlandırmıştı. Yine de Friedrich kendisini Hristiyanlığın bir timsali olarak görmüş ve Altıncı Haçlı Seferi ile Kutsal Topraklara yelken açmıştı. Haçlı ordularının karakteristik özelliği olan saldırganlığın aksine, imparator sultan el-Kamil (hükümdarlığı 1218-1238) ile müzakere etmiş ve Kudüs'ün kontrolünü yeniden ele geçirmişti. Üçüncü Haçlı Seferi'nin askeri açıdan başarısız olduğu noktada, Altıncı Haçlı Seferi diplomasiyle başarılı olmuştu.
Kutsal Roma İmparatorluğu'nu sıkıntıya sokan ayrılıkçı sorunlar Friedrich'in otoriter gücü sayesinde geçici olarak bastırılmıştı. Ancak 1250'de hayatını kaybettiğinde ve Staufer dönemi sona erdiğinde, bu sıkıntılar artan bir yoğunlukla ön plana çıkmıştı. İtalyan cumhuriyetleri ve Hansa Birliği'nde birleşen kuzey şehirleri, Friedrich'in ölümünün yarattığı otorite boşluğuna atlamış, siyasi ve ekonomik özerkliklerini artırmışlardı. İç bölgelerde feodal beyler imparatorluk veraseti için mücadele etmişlerdi ancak hiçbiri diğerlerine boyun eğdirmeyi başaramamıştı. Yeni bir imparator ancak 1312 yılında, Staufer Hanedanlığı'nın çöküşünden 60 yıl sonra, taç giyebilmişti. Bu dönem "hükümdarlıklar arası" anlamına gelen Interregnum olarak bilinir.
Kültür ve Ekonomi
Staufer imparatorlarının ardından merkezi otorite azaldıkça, gücü eski feodal aristokrasiden şehirleri dolduran geç ortaçağ ve erken modern kasabalı sınıfına aktaran bir ademi merkezileşme süreci başlamıştı. Para ekonomik sisteme yeniden dahil edildiğinden, toprak sahibi olmak yavaş yavaş büyük bir keseye sahip olmanın önüne geçmişti. İktidardaki bu değişim imparatorluğun herhangi bir şekilde demokratikleştiği anlamına gelmiyordu. Üyeleri imparatoru seçen İmparatorluk Konseyi hâlâ yalnızca feodal beylerden oluşuyordu. Dini üyeleri ise Mainz, Trier ve Köln başpiskoposlarıydı. Laik seçmenler Almanya'nın dört "ulusunun" dükleriydi: Frankonya, Svabya, Saksonya ve Bavyera. Staufer hanedanından sonra Frankonya, Svabya ve Bavyera'nın yerini Bohemya Kralı, Palatine Kontu ve Brandenburg Uçbeyi almıştı. Bunlar ve diğer aristokratlar, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun geç ortaçağ evresinde büyük bir güce sahip olmaya devam etmişler, ancak şehirler daha fazla zenginlik elde ettikçe, kasabalılar feodal derebeylerine sürekli artan imtiyazlar için baskı kurmayı sürdürmüşler ve yavaş yavaş erken modern, kentleşmiş bir toplumun yolunu açmışlardı.
Feodalizmden ticari ekonomiye geçişle birlikte İtalya, Kutsal Roma İmparatorluğu'ndan kopmaya başlamıştı. Venedik, Cenova ve Pisa Denizci Cumhuriyetleri, Staufer imparatorları yönetiminde önemli ölçüde özerklik kazanmıştı. İtalya üzerindeki merkezi imparatorluk otoritesi azaldıkça, bu süreci hızlanmışlar ve sonunda Floransa ve Milano'nun kendilerini örnek almasıyla Rönesans'a doğru bir gidişat belirlemişlerdi. Staufer sonrası dönemde, farklı siyasi ve ekonomik konumlarına ek olarak, kendilerini imparatorluğun diğer kuzey sakinlerinden zihinsel ve kültürel olarak soyutlamışlar ve onlardan "Cermenler" ya da "Almanlar" olarak bahsetmeye başlamışlardı.
Bu arada, Alpler'in kuzeyindeki topraklarda, şehirler daha fazla ekonomik özgürlük için dükler ve kontlarla müzakerelerde bulunuyorlardı. Bu siyasi çatışmaların sonuçları "imtiyazlar" adı verilen ve genellikle söz konusu şehrin lehine olan belgelerde yazılı hale getiriliyordu. Kasaba sınıfı giderek daha fazla feodal beyi savunma durumuna geçirmişti. Şehirlerin içinde zanaatkârlar kendilerini ortaçağ loncaları halinde örgütlemeye başlamışlardı. Bu loncalar kısa sürede kendi siyasi organları haline gelmişti. Yerel işgücü piyasasını, üretim miktarını ve ticaret tarifelerini kontrol etmekteydiler. Dahası, en müreffeh şehirler birlikler halinde ittifak kurarak feodal aristokrasiden daha fazla imtiyaz ve ayrıcalık elde edebiliyorlardı. Kuzey İtalya şehirlerinin ittifakı olan Lombard Birliği, Barbarossa'nın başına bela olmuştu ve kuzeyde, Hamburg, Bremen ve Danzig gibi Kuzey Denizi ve Baltık kıyıları boyunca uzanan ticaret merkezleri, Hansa Birliği'ni kurarak güçlerini birleştirmişlerdi. Daha 12. yüzyılda, bu şehirler birliği İngiliz kralını, kendi üyelerini Londra'daki tüm geçiş ücretlerinden muaf tutmaya zorlamayı başarmıştı.
Kutsal Roma İmparatorluğu'nun gelişmek için güçlü bir imparatora ihtiyaç duymadığı açıktı. Geç Orta Çağ boyunca imparatorluk otoritesi azalsa da, şehirler, loncalar ve kasabalılar konumlarını iyileştirmek için işbirliği yapıyorlardı. Bu sırada imparatorluk unvanı Lüksemburg, Bavyera ve Bohemya hanedanlarından geçerek 15. yüzyılda Avusturya Habsburglarının himayesine geçmişti. Bu aile MS 1415'ten son gününe kadar Kutsal Roma İmparatorluğu'na hükmetmişti.
Reform Süreci
Habsburg yönetimi altında Kutsal Roma İmparatorluğu, en karanlık dönemlerinden biri olan büyük bir dini çatışma dönemi yaşamıştı. İmparatorluk ailesi koyu Katolik iken, imparatorluğun kuzeyinde Protestan Reformu 1517'de Martin Luther'in resmi olarak Papa'ya karşı çıkması ve Batı Hristiyanlığını paramparça etmesiyle patlak vermişti. Çok sayıda şehir Katolik Habsburglara direnmek için bu fırsatı kaçırmamıştı. Kilise meselelerindeki bu tektonik değişimden faydalanarak Reform'un yanında yer almışlar ve bu da Reform'a ani ve ateşleyici bir siyasi boyut kazandırmıştı. Renanya, Bohemya, Avusturya ve Alman topraklarının güneyi çoğunlukla Katolik kalırken, kuzey ve Strasbourg ve Frankfurt gibi şehirler Protestanlığın kaleleri haline gelmişti.
Bu süreçte, Kutsal Roma İmparatoru V. Charles (hükümdarlık dönemi 1519-1556) da Fransızlarla ve artık Balkanlarda Bizanslıların yerini almış olan ve resmen Kutsal Roma İmparatorluğu'nun dışında olsa da Habsburg toprağı olan Macaristan'ı hedef alan Türklerle mücadele ediyordu. Tüm bu işlerin üstesinden gelmeye çalışsa da, 1555'te bitap düşen V. Charles Protestanların taleplerine boyun eğmiş ve kısa bir süre sonra tahttan çekilmişti. O andan itibaren, Saksonya Dükü ya da Bohemya Kralı gibi bir "üye devletin" efendisi, topraklarının Katolik ya da Protestan kalıp kalmamasına karar verebiliyordu. İmparatorun kendi toprakları dışındaki dini meselelerden uzak durması yönünde anlaşmaya varılmıştı. Bu durum Kutsal Roma İmparatorluğu'na 16. yüzyılın geri kalanı için biraz huzursuz ama oldukça istikrarlı bir temel sağlamıştı. Ancak imparatorluk gücündeki bu düşüş bir kez daha aleni çatışmalara yol açan bir güç boşluğu yaratmıştı.
Protestanlık yayılmaya devam ederken, Bohemya Krallığı yavaş ama istikrarlı bir şekilde yeni mezhebe geçiyordu. Krallık o dönemde Habsburg yönetimi altındaydı: Habsburglar imparatorluğun başında olmanın yanı sıra aynı zamanda Bohemya'nın da krallarıydılar. 1618'de Bohemya soyluları ayaklanmış ve Bohemya Kralı İkinci Ferdinand'ı (ama imparator değil) tahttan indirmişti. Tacı Protestan bir adaya teklif etmişlerdi. Kutsal Roma İmparatoru İkinci Ferdinand (hükümdarlık dönemi 1619-1637) hem kırgın hem de mahcup bir şekilde, Otuz Yıl Savaşları olarak adlandırılan uzun ve çetin bir çatışmayı başlatan bir askeri seferle bu duruma misilleme yapmıştı.
Başlangıçta, imparatorluk yanlıları kısa süre içinde Bohemya'nın kontrolünü yeniden ele geçirmişlerdi. İmparator Protestan rakibini ortadan kaldırmış ve bir kez daha Bohemya kralı olmuştu. Ancak, V. Charles'ın 1555'te imzaladığı anlaşma nedeniyle, imparatorun kendi topraklarına yoğunlaşması ve diğer bölgelere müdahale etmemesi gerekiyordu. İmparatorun Bohemya'nın (Protestan) işlerine müdahale etmesi, 17. yüzyılın hararetli dini atmosferinde Habsburgların yetkilerini aşmaları olarak yorumlanmıştı. Sonuç olarak, Holstein dükü - aynı zamanda Danimarka kralı - isyan etmiş ve birkaç yıl boyunca imparatora karşı mücadele etmişti. Nihayetinde yenilmişti ve artan Habsburg etkisi ise diğerlerini korkutmuştu. Danimarka döneminden sonra, Kuzey Almanya'daki Protestan davasını kuvvetlendirme sırası İsveç'e gelmişti. İsveç kralı uzun yıllar imparatora karşı savaşmış ve büyük zaferler kazanmıştı ancak 1632'deki bir savaşta katledilmişti.
Diğer her şey sonuçsuz kaldığından, Habsburg'un ihtiraslarını her zaman kıskançlıkla engellemeye çalışan Fransızların da artık çatışmaya doğrudan müdahale etmekten başka çaresi kalmamıştı. Çatışmaların çoğu Alman topraklarında gerçekleşmiş ve on yıllar boyunca aralıklarla devam eden çatışmalar ülkeyi harap etmişti ve çatışma uzadıkça imparatorluğun konumu da zayıflıyordu. Protestan prenslerin iç direnişi ile Danimarka, İsveç ve Fransız güçlerinin müdahalelerinin birleşimi Habsburglar için başa çıkılamayacak bir hal almıştı. 1648 yılında, uzun süren müzakerelerin ardından kapsamlı bir barış antlaşmasına varılmıştı. Vestfalya Antlaşması, Avrupa tarihinin en ölümcül, yıkıcı ve felaketle sonuçlanan çatışmalarından biri olan bu felaketi nihayet sona erdirmişti. Böylelikle Kutsal Roma İmparatorluğu'na hem dini hem de seküler anlamda barış tekrar hakim olmuş oldu.
Gerileme Dönemi
Vestfalya Antlaşması'ndan sonra Habsburglar Kutsal Roma İmparatorluğu makamında kalmaya devam etmişlerdi, ancak güçleri giderek Avusturya, Bohemya ve Macaristan topraklarıyla sınırlanmıştı. Viyana'da, 1683'te Polonya'nın yardımıyla Orta Avrupa'ya yönelik büyük bir Osmanlı saldırısını engellemişler ve bu güç tabanıyla Fransa'nın Avrupa'nın büyük bir gücü olarak yükselişini engellemeye çalışmışlardı. Kutsal Roma İmparatorları, Fransa Kralı 14. Louis (hükümdarlığı 1643-1715) doğu sınırlarını Ren nehrine kadar genişletmeyi başardığında bu hedeflerinde kesin olarak başarısız olmuşlardı. Fransızlar her ne kadar tehditkâr görünse de, Habsburg otoritesine yönelik bir sonraki büyük meydan okuma Paris'ten gelmemiş; bu meydan okuma bir kez daha Kutsal Roma İmparatorluğu'nun içinde yeşermişti.
Bu yıllarda Brandenburg Uçbeyliğini yöneten Hohenzollern hanedanı bu devleti genişleterek Prusya Krallığı'na dönüştürmüştü. Bu durum çoğunlukla imparatorların isteksiz onaylarıyla gerçekleşmiş olsa da, 1740 yılında Prusya kralı Habsburg'un en zengin ve verimli topraklarından biri olan Silezya'ya hızlı bir işgal başlatmıştı. Habsburgların karşı saldırısı tamamen başarısız olmamıştı, ancak sonunda imparator bu eyaleti Prusya kontrolüne bırakmak zorunda kalmıştı. Avusturya ve Prusya arasındaki çatışma daha sonra uzun süre devam edecek ve MS 19. yüzyıldaki ilk Alman ulusal birlikteliğinde önemli bir rol oynayacaktı. Ancak bu gerçekleşmeden önce Kutsal Roma İmparatorluğu çoktan tarihe karışmıştı.
1800'ler civarında, batıdan gelen ebedi tehdit, yani Fransızlar, yepyeni bir şekle bürünmüştü. Önce devrimci ordular şeklinde, daha sonra Napolyon Bonapart'ın (y. 1769-1821) liderliğinde Fransa eşi benzeri görülmemiş bir başarıyla doğuya ilerliyordu. Napolyon 1805'te Kutsal Roma İmparatoru'nu öylesine ezici bir yenilgiye uğratmıştı ki, kendi Habsburg toprakları dışındaki otoritesi sona ermişti. Ertesi yıl Kutsal Roma İmparatorluğu resmen dağılırken, Fransızlar Alman devletlerinin çoğunu Ren Konfederasyonu adlı uydu devletlerinde yeniden örgütlemişti. Napolyon kesin olarak yenildikten sonra da konfederasyon fikri yürürlükte kalmaya devam etmiş, Prusya ve Avusturya da dahil olmak üzere tüm Alman devletleri yeni Alman Konfederasyonuna katılmışlardı. Avusturya ve Habsburglar, Prusya'nın devam eden genişlemesiyle nihayetinde bu planın dışında kalmış olsalar da, üye devletlerden oluşan bu ittifaktan modern Almanya ortaya çıkmıştı. Viyana'da Habsburg ailesi Avusturya-Macaristan İmparatorları olarak iktidara tutunmuş ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) bu imparatorluk unvanını da geçersiz kılana kadar hüküm sürmüşlerdi.