
Attila veya Atilla (434-453) Hunlar olarak bilinen eski göçebe halkın lideri ve kurduğu Hun İmparatorluğu'nun hükümdarıydı. Adı "Küçük Baba" anlamına gelir ve bazı tarihçilere göre doğum adı olmayabilir, ama "tahta çıkışında kendisine verilen bir sevgi ve saygı terimi" olabilir (Man, 159). Bu ad, düşmanları ve ordularının silip süpürdüğü toprakların genel halkı arasında terörle eş anlamlıydı.
Attila'nın Germania bölgelerine yaptığı akınlar, nüfusu Batı Roma İmparatorluğu sınırları ötesine sürdü ve 5. yüzyılın sonlarındaki düşüşüne katkıda bulundu. Bilhassa Vizigotların akını ve daha sonra Roma'ya karşı isyanları, Roma'nın düşüşüne önemli katkıda bulunan bir faktör olarak kabul edilir. Vizigotların 378'de Edirne Muharebesi'nde Romalılara karşı kazandığı zafer, Roma ordusunun asla tam olarak toparlanamadığı bir hadiseydi. Dahası, bu zafer Hunları, Vizigotlara (eski düşmanları) Roma topraklarını yağmalamada katılmaya teşvik etti. Roma'nın görünürdeki zayıflığı, Attila'yı Hunların lideri olduktan sonra, neticelerinden korkmadan antlaşmalar (örneğin MS 439'daki Margus Antlaşması) yapmaya ve bozmaya teşvik etti ve Roma şehirleri ile kasabalarını geniş çaplı olarak yok etmesi ekseriyetle çok az veya hiç bir direnişle karşılaşmadı ve Roma ordusunun artık bir zamanlar olduğu gibi yenilmez bir savaş gücü olmadığını açıkça ortaya koydu.
Attila'nın geniş bir savaşçı ordusunu (umumiyetle Alanlar, Alemanniler ve Ostrogotlar gibi farklı kabilelerden oluşurdu) kumanda etme istidadı, Romalı olmayan birliklerini kontrol altında tutmakta zorluk çeken kendi zamanının Roma generalleriyle de tezat oluşturuyordu (en açık şekilde Roma generali Litorius'un 439 yılında Gotlara karşı tertiplediği ve Hun müttefiklerinin geçtikleri bölgelere baskın düzenlemesine mani olamadığı seferde görülmektedir). Attila parlak bir süvari ve askeri liderdi, kumanda eden bir varlığa sahipti ve imparatorluğunu ferdi şahsiyetinin gücüyle bir arada tutuyordu. Hunları yalnızca zamanın en müessir savaş gücü yapmakla kalmadı, aynı zamanda on yıldan kısa bir zamanda neredeyse sıfırdan geniş bir imparatorluk kurdu. Bu imparatorluk en parlak zamanında Orta Asya'dan günümüz Fransa'sına ve Tuna Vadisi'ne kadar uzanıyordu. 453 yılında öldükten sonra oğulları imparatorluğunu bir arada tutmaya çalıştılar ancak başarısız oldular ve imparatorluk 469 yılında dağıldı.
Erken Hayat ve İktidara Yükseliş
Attila'nın doğum tarihi ve yeri bilinmiyor. Tarihçi Peter Heather şöyle yazıyor:
Hunlara dair cehaletimiz şaşırtıcı. Hangi dili konuştukları bile belli değil. Sahip olduğumuz linguistik delillerin çoğu, Attila zamanından kalma şahsi isimler - Hun hükümdarları ve taraftarları - şeklindedir. Ancak o zamana kadar, Cermen dili Hun İmparatorluğu'nun ortak dili haline gelmişti ve kaydedilen adların çoğu kesinlikle veya muhtemelen Cermendi. İran, Türk ve Fin-Ugor dillerinin (daha sonraki Macarlar gibi) hepsinin [Hun dili için] savunucuları vardı, lakin hakikat şu ki Hunların hangi dili konuştuğunu bilmiyoruz ve muhtemelen asla bilemeyeceğiz. Hun göçünün motivasyonları ve şekilleri için sahip olduğumuz doğrudan deliller de aynı şekilde sınırlıdır. [Antik yazar] Ammianus'a göre, 'Bütün kötülüklerin kökeni ve tohum yatağı: Azak Denizi'nin ötesinde, donmuş okyanusa yakın yaşayan ve oldukça anormal derecede vahşi olan Hun halkı'nı açıklayacak hiçbir şey yoktu. O kadar vahşiydiler ki etrafta dolaşıp insanlara vurmaları tabiiydi. Hun vahşetine dair benzer görüntüler diğer kaynaklarda da bulunur (209).
Günümüzde annesinin adı bazen Hungysung Vladdysurf olarak verilse de, aslında adı bilinmemektedir ve bu adın yakın zamanda uydurulmuş olduğu düşünülmektedir. Babasının adı Muncuk'tur (Boncuk) ve amcası Rugila (Rua ve Ruga olarak da bilinir) Hunların kralıydı. Genç bir adamken, Attila ve ağabeyi Bleda (Buda olarak da bilinir) okçuluk, ata binme ve at bakımı ve dövüşmeyi öğrendi. Ayrıca Romalılar ve Gotlarla iş yapabilmelerini sağlamak için Latince ve Gotça da tahsil ettiler. Mamafih tarihçiler Attila'nın ilk yılları hakkında ne kadar kesin bir şey söylenebileceği mevzusunda ikiye bölünmüş vaziyetteler ve bazıları (John Man gibi) onun erken hayatı hakkında hiçbir şey hatta doğum adının bile bilinmediğini ve sonraki başarılarına dayanarak hiçbir şey çıkarılmaması gerektiğini iddia ediyorlar.
Rugila'nın kendisinden sonra gelecek oğulları olup olmadığı bilinmemektedir ve Muncuk'un oğlanların hayatlarının erken zamanlarında öldüğü anlaşılmaktadır, bu sebeple Bleda veya Attila'nın Rugila'nın varisi olacağı ve kral olarak onun yerini alacağı anlaşılmaktadır; bu yüzden, savaşta aldıkları eğitim ve öğretim onları liderlik mesuliyetlerine hazırlamış olmalıdır (Christopher Kelly gibi bazı tarihçiler, Attila ve Bleda'nın iktidarı ele geçirmek için tertiplenen seferde Rugila'nın oğullarını öldürmüş olabileceğini öne sürse de, yine Man böyle faraziyelerde bulunulmaması gerektiğini iddia ediyor). Her iki oğlanın da erken yaşlardan itibaren Hun muharebe konseylerinde ve müzakerelerinde hazır bulunduğu düşünülmektedir. Attila kral olmadan önce bile, Hunlar zorlu bir savaş gücüydü, ancak onun idaresi altında daha da güçleneceklerdi. Eski raporlara göre, atları muharebede dişleri ve toynaklarıyla onlar için savaşan uzman atlılar idiler. Tarihçi ve eski ABD Ordusu Yarbayı Michael Lee Lanning, Hun ordusunu şu şekilde tanımlıyor:
Hayvani yağın bolca tatbikiyle yağlanmış ağır deri tabakaları giyen Hun askerleri, savaş kıyafetlerini hem esnek hem de yağmura dayanıklı hale getiriyordu. Deri kaplı, çelik astarlı miğferler ve boyunları ile omuzlarındaki zincir zırhlar, Hun süvarilerini oklardan ve kılıç darbelerinden daha da koruyordu. Hun savaşçıları, binicilik için mükemmel ama yaya yolculuğu için pek işe yaramayan yumuşak deri çizmeler giyiyordu. Bu, askerlere uygundu çünkü eyerde yerde olduklarından çok daha rahattılar. (62)
Rugila 433 yılında Konstantinopolis'e karşı düzenlenen seferde öldüğünde liderlik Attila ve Bleda'ya geçti. Lanning şöyle yazıyor:
Attila, komşularına, bilhassa Doğu Roma İmparatorluğu'na karşı yüzlerce yıldır savaşan bir orduyu miras aldı. Ruga'nın Romalılara karşı operasyonları o kadar muzaffer olmuştu ki Roma, barışı korumak için Hunlara yıllık bir haraç ödedi, (61)
Kardeşler beraber hüküm sürüyorlardı; her biri kendi bölgelerini ve halklarını kontrol ediyordu ve Lanning'in belirttiği gibi, daha önce Roma sınırlarını taciz eden diğer kabilelerle alakadar olmasınlar diye Hunlara paralı asker olarak para ödeyen Doğu Roma İmparatorluğu ile sık sık uğraştılar; ancak şimdi Hunların istilasını önlemek için para ödediklerini fark ettiler.
Attila ve Bleda beraber 439 yılında Roma ile Margus Antlaşması'nı imzaladılar. Bu antlaşma, Roma'nın Hunlara barış mukabilinde ödeme yapması örneğini sürdürdü ve bu, Attila'nın ölümüne kadar Roma-Hun münasebetlerinde az çok devamlı bir şart olacaktı. Hunlar ve Romalılar arasında bir anlaşma, gençliğinde Hunlar arasında rehin olarak yaşamış, onların dilini konuşmuş ve imparatorluktaki çeşitli güç mücadelelerinde onları kendi lehine kullanmış olan Romalı general Flavius Aetius (391-454) tarafından 435 yılında imzalanmıştı. Margus Antlaşması, Aetius'un antlaşmasını genişletti: Romalılar, Roma topraklarına kaçan bütün Hun mültecilerini geri göndermeyi, Hunların düşmanlarıyla pakt veya antlaşma yapmamayı, adil ticaret hakları tesis etmeyi ve elbette "Attila ve Bleda'ya doğrudan yıllık yedi yüz pound altın ödemeyi" vaat etti (Kelly, 118). Hunlar ise Roma'ya saldırmayacaklarına, Roma'nın düşmanlarıyla pakt veya antlaşma yapmayacaklarına, Tuna sınırını ve Roma İmparatorluğu'nun eyaletlerini müdafaa edeceklerine söz verdiler.
Anlaşma imzalandığında, Romalılar birliklerini Tuna bölgesinden çekip, Sicilya ve Kuzey Afrika'daki Roma eyaletlerini tehdit eden Vandallara karşı gönderebildi. Hunlar, Margus Anlaşması'ndan sonra dikkatlerini doğuya çevirdi ve Sasani İmparatorluğu'na karşı savaştılar ama geri püskürtüldüler ve ana üsleri olan Büyük Macar Ovası'na doğru geriye çektirildiler. Bir zamanlar sınırı koruyan Roma birlikleri artık Sicilya'ya mevzilendirildiğinde, Hunlar kolay yağma için bir fırsat gördüler. Kelly, "Attila ve Bleda, filonun Sicilya'ya doğru yola çıktığına dair güvenilir bir istihbarat alır almaz, Tuna taarruzlarını başlattı" diye yazar (122). Onlar Romalıların, Roma topraklarındaki bütün Hun mültecileri geri göndermeyerek Margus Anlaşması'nı ihlal ettiğini iddia etti ve ayrıca bir Roma piskoposunun Hun mezarlarını kirletmek ve kıymetli mezar eşyalarını çalmak için Hun topraklarına gizlice gittiğini öne sürdü - ve bu piskoposun kendilerine teslim edilmesini istediler.
Theodosius, Attila ve Bleda ile müzakere etmeye çalışması için generali Flavius Aspar'ı gönderdi ama işe yaramadı. Attila, Aspar'a yakın zamanda rahatsız edilmiş mezarları gösterdi, lakin bunların kimin mezarı olduğunu, kimin rahatsız ettiğini veya bunlardan ne alınmış olabileceğini söylemenin bir yolu yoktu. Suç delili olmayan Aspar, piskoposu Hunlara teslim etmeyi reddetti ve ayrıca Attila ile Bleda'dan Roma topraklarında saklanan Hun mültecileri hakkında bilgisi olmadığını iddia etti. Hunlar ısrar etti, Aspar uyamadı ve müzakereler çıkmaza girdi. Aspar, bu gelişmeleri Theodosius'a bildirmek için Konstantinopolis'e döndü, ancak Hun istilası hususunda yakın bir tehdit hissetmemiş gibi görünüyordu. Mevzubahis mülteciler, Attila'nın idaresinden kaçan ve kendisine karşı isyan çıkarmadan önce geri dönmelerini istediği Hunlardı. Anlaşıldığı üzere, Roma topraklarında hala bir miktar mülteci yaşıyordu (ki bunlar daha sonra kendilerine teslim edilecekti) ve Attila'nın istediği piskopos büyük ihtimalle mezarları soymuştu ve daha sonra Margus şehri Hunlara ihanet edecekti, dolayısıyla Aspar'ın onu ve mültecileri en baştan teslim etmesi daha iyi olurdu.
Ancak o bunu yapmadı ve anlaşmanın bozulduğunu düşünen Attila savaş için harekete geçti. Aspar 441 yazında Konstantinopolis'e doğru geri dönerken, Attila ile Bleda ordularını sınır bölgelerinden sürdü ve çok karlı Roma ticaret merkezleri olan İlirya eyaletinin şehirlerini yağmaladı. Onlar daha sonra Margus Antlaşması'nı, o şehre (Margus'a) atlayıp onu yok ederek (kendilerine kapıları açan piskoposun yardımıyla) daha da ihlal etti. II. Theodosius II (401-450) bundan sonra antlaşmanın bozulduğunu ilan etti ve Hun taarruzunu durdurmak için ordularını eyaletlerden geri çağırdı. Attila ile Bleda tam ölçekli bir işgalle karşılık verdiler, Roma başkenti Konstantinopolis'e 20 mil mesafeye kadar bütün Roma şehirlerini yağmaladılar ve yok ettiler. Roma imparatoru Büyük Konstantin'in doğum yeri olan Naissus şehri yerle bir edildi ve bundan sonraki bir yüzyıl boyunca yeniden inşa edilmedi. Hunlar, Roma ordusunda vazife yaptıkları devirden Roma kuşatma muharebeleri hakkında çok şey öğrenmişlerdi ve bu bilgiyi ustaca kullanarak Naissus gibi bütün şehirleri haritadan silmiştiler. Taarruzları daha da başarılıydı çünkü tamamen beklenmedikti. II. Theodosius, Hunların antlaşmayı koruyacağından o kadar emindi ki, aksini tavsiye eden hiçbir konseyi dinlemeyi reddetti. Lanning, bunu şu sözlerle yorumladı:
Attila ve kardeşi anlaşmalara pek kıymet vermiyorlardı ve barış daha da az değer veriyorlardı. Tahta çıktıktan hemen sonra, Roma'ya ve yollarına çıkan herkese karşı Hun taarruzunu sürdürdüler. Müteakip on yılda Hunlar, bugün Macaristan, Yunanistan, İspanya ve İtalya'yı kapsayan toprakları işgal etti. Attila zaptedilen zenginlikleri memleketine geri gönderdi ve askerleri kendi ordusuna aldı, sık sık işgal edilen kasabaları yaktı ve sivil sakinlerini öldürdü. Savaş Hunlar için kazançlı çıktı ama görünüşe göre zenginlik tek gayeleri değildi. Attila ve ordusu savaştan gerçekten zevk alıyor gibiydi, askeri hayatın müşkülleri ve mükafatları onlar için çiftçilikten veya hayvancılıktan daha cazipti. (61)
Mağlup olduğunu fark eden ancak tam bir mağlubiyeti kabul etmek istemeyen II. Theodosius, şartlar istedi; Roma'nın Hunları daha fazla yıkımdan korumak için ödemesi gereken miktar üç katından fazlaydı. Tarihçi Will Durant, "Doğu İmparatorluğu'ndan II. Theodosius ve Batı İmparatorluğu'ndan III. Valentinianus, her ikisi de ona barış için rüşvet olarak haraç ödedi ve bunu kendi halkları arasında bir müşteri kralın sunduğu hizmetler için ödeme olarak gizledi" (39) diye yazıyor. Tuna Taarruzu'ndan sonra Attila ve Bleda birliklerini Büyük Macaristan Ovası'na geri götürdü ve Bleda daha sonra tarihi kayıtlardan silindi. Kelly, "en güvenilir Roma kaydı" olan Priscus'u alıntılıyor ve taarruzdan üç yıl sonra "Hunların kralı Bleda, kardeşi Attila'nın komploları neticesinde suikasta uğradı" (129) diye yazıyor. Diğer bilim insanları ise Bleda'nın bir seferde öldürülmüş olabileceğini ileri sürmüşlerdir ancak her ne şekilde ölürse ölsün, Attila 445 yılında Hunların tek lideri ve Avrupa'nın en güçlü askeri kumandanı haline gelmiştir.
Attila'nın Erken Hükümdarlığı ve Honoria'nın Teklifi
Gotlar hakkında günümüze ulaşan tek antik kaydı yazan tarihçi Jordanes (6. yüzyıl), onların Hunlarla olan etkileşimlerini anlatırken Attila'yı uzun uzadıya anlatır:
O, milletleri sarsmak için dünyaya gelen, bütün memleketlerin kırbacı olan, bir şekilde kendisi hakkında etrafta dolaşan şayialarla bütün insanlığı korkutan bir adamdı. Yürüyüşünde kibirliydi, gözlerini bir o yana bir bu yana deviriyordu, böylece gururlu ruhunun gücü bedeninin hareketinde ortaya çıkıyordu. Hakikaten de savaş tutkunuydu, ancak eylemde sınırlıydı; nasihatte güçlüydü, yalvaranlara karşı nazikti ve bir zamanlar koruması altına alınanlara karşı müsamahakârdı. Boyu kısaydı, geniş bir göğsü ve büyük bir başı vardı; gözleri küçüktü, sakalı ince ve griydi. Basık bir burnu ve esmer bir teni vardı ki kökenini ortaya koyuyordu. (Jordanes, 102)
Attila neredeyse daima at sırtında vahşi bir savaşçı olarak tasvir edilse de, kalabalıkları katleden biri olarak, aslında daha karmaşık bir fertti, Attila ile tanışan ve onunla yemek yiyen Romalı yazar Priscus'un onu sunduğu gibi. Tarihçi Will Durant (Priscus'unki gibi antik anlatılardaki tasvirleri takip ederek) Attila hakkında şunları yazar:
Diğer barbar fatihlerden farklı olarak, zorlamaktan çok kurnazlığa güveniyordu. Majestelerini takdis etmek için halkının putperest batıl inançlarını kullanarak hükmediyordu; zaferleri, belki de kendisinin uydurduğu mübalağalı zalimlik hikayeleriyle hazırlanıyordu; sonunda Hıristiyan hasımları bile ona "Tanrı'nın kırbacı" diyordu ve kurnazlığından o kadar korkuyorlardı ki, onları sadece Gotlar kurtarabilirdi. Ne okuyabiliyor ne de yazabiliyordu ama bu onun zekasını eksiltmiyordu. Vahşi biri değildi; şeref ve adalet duygusuna sahipti ve sık sık Romalılardan daha yüce gönüllü olduğunu ispatladı. Basit bir şekilde yaşıyor ve giyiniyor, orta seviyede yiyor ve içiyordu ve lüksü, altın ve gümüş kap kacaklarını, koşum takımlarını ve kılıçlarını ve karılarının becerikli parmaklarını kanıtlayan narin işlemelerini teşhir etmeyi seven altlarına bırakıyordu. Attila'nın birçok karısı vardı ama Ravenna ve Roma'nın bazı çevrelerinde popüler olan tek eşlilik ve sefahatin karışımını küçümsüyordu. Sarayı, zemini ve duvarları rendelenmiş tahtalarla kaplı, ancak zarifçe oyulmuş veya cilalanmış ahşapla süslenmiş ve soğuğu dışarıda tutmak için halılar ve derilerle güçlendirilmiş büyük bir kütük evdi. (39)
Durant'ın belirttiği "putperest batıl inançları" arasında Attila'nın taşıdığı ve Roma savaş tanrısı Mars tarafından kendisine bırakıldığını iddia ettiği savaş kılıcı da yer alır. Jordanes'e göre bu kılıç kazara keşfedilmişti:
Bir çoban sürüsünden bir düvenin aksadığını gördüğünde ve bu yaranın nedenini bulamayınca, kan izini endişeyle takip etti ve sonunda farkında olmadan otları kemirirken çiğnediği bir kılıca ulaştı. Kılıcı kazdı ve doğruca Attila'ya götürdü. O, bu armağana sevindi ve hırslı olduğu için bütün dünyanın hükümdarı olarak atandığını ve Mars'ın kılıcıyla bütün savaşlarda üstünlüğün kendisine garanti edildiğini düşündü. (102)
Attila, Roma'yı zayıf bir düşman olarak gördü ve bu sebeple, 446 veya 447'de başlayarak, Moesia bölgesini (Balkanlar sahası) tekrar işgal etti, 70'ten fazla şehri yok etti, hayatta kalanları köle olarak aldı ve ganimeti Buda şehrindeki (muhtemelen günümüzde Macaristan'da Budapeşte, ama bu iddia bazı tarihçilerce münakaşa edilmiştir) kalesine geri gönderdi. Yenilmez olarak kabul edildi ve Durant'ın sözleriyle, "Doğu'yu gönlünce kanattıktan sonra, Attila Batı'ya döndü ve savaş için alışılmadık bir bahane buldu" (40). 450'de, Valentinianus'un kız kardeşi Honoria, bir Roma senatörüyle ayarlanmış bir evlilikten kaçmaya çalışıyordu ve Attila'ya nişan yüzüğüyle birlikte yardımını isteyen bir mesaj gönderdi. Evlilik gibi bir şeyi asla düşünmemiş olsa da, Attila mesajını ve yüzüğünü bir nişan olarak yorumlamayı seçti ve çeyizi için Batı İmparatorluğu'nun yarısı olmak üzere şartlarını geri gönderdi. Valentinianus, kız kardeşinin ne yaptığını öğrendiğinde, Attila'ya haberciler göndererek her şeyin bir hata olduğunu ve müzakere edilecek bir teklif, evlilik ve çeyiz olmadığını söyledi. Attila, evlilik teklifinin meşru olduğunu, kabul ettiğini ve gelini isteyeceğini söyledi ve ordusunu Roma'ya doğru yürüyüşe geçirdi.
Gaul ve Katalon Ovası Muharebesi
Attila, 451'de muhtemelen yaklaşık 200.000 kişilik bir orduyla fetihlerine başladı ama Jordanes gibi kaynaklar bu sayıyı yarım milyon olarak daha yüksek olarak gösterdi. Onlar, Gallia Belgica eyaletini (günümüzde Belçika) kolayca aldı ve toprakları yağmalamak için yola koyuldu. Attila'nın bir fetihten geri çevrildiği tek zaman Sasaniler tarafından olmuştu ve katliam ve yenilmezlik şöhreti Galya'da ilerlerken ondan önce geldi. Durant şöyle yazıyor:
Bütün Galya dehşete kapılmıştı; Sezar gibi medeni bir savaşçı yoktu, Hristiyan yoktu... bu korkunç ve iğrenç Hun'du, flagellum dei [Tanrı'nın Kırbacı], Hristiyan ve putperestleri işleri ile hayatları arasındaki muazzam mesafe yüzünden cezalandırmak üzere gelmişti. (40)
Hunların vahşet ve fark gözetmeyen katliam hususundaki ünü iyi biliniyordu ve bu durum, ülkenin insanlarının hayatlarını kurtarmak için yanlarında taşıyabilecekleri her şeyi alıp kaçmalarına sebep oldu. Romalı yazar Ammianus Marcellinus (MS 330-391) Roma Tarihi'nde Hunlara dair şunları yazmıştır:
Hun milleti, vahşi hayatta diğer bütün barbarları geride bırakır. Ve [Hunlar] sadece insanlara benzeseler de (çok çirkin bir desende), medeniyette o kadar az ilerlemiş haldeler ki, yiyeceklerini hazırlarken ne ateş ne de herhangi bir çeşni kullanırlar, bunun yerine tarlalarda buldukları köklerle ve herhangi bir hayvanın yarı çiğ etleriyle beslenirler. Yarı çiğ diyorum zira onu kendi uylukları ile atlarının sırtları arasına koyarak bir tür pişirme işlemi yaparlar. Taarruza uğradıklarında, bazen düzenli bir harbe girerler. Sonra, sütunlar halinde savaşa girerek, havayı çeşitli ve ahenksiz haykırışlarla doldururlar. Ancak, daha sıklıkla, düzenli bir harp nizamında savaşmazlar, ancak hareketlerinde son derece hızlı ve ani oldukları için dağılırlar ve sonra hızla tekrar bir araya gelerek, geniş ovalarda kargaşa çıkarırlar ve surların üzerinden uçarak, düşmanlarının kampını, yaklaştıklarını fark etmeden hemen önce yağmalarlar. Kabul edilmelidir ki, onlar en korkunç savaşçılardır çünkü uzaktan, şafta hayranlık verici bir şekilde tutturulmuş keskin kemiklere sahip füze silahlarıyla savaşırlar. Kılıçlarla yakın dövüşteyken, kendi emniyetlerine hiçe sayarak savaşırlar ve düşmanları kılıçların darbesini savuşturmaya niyetliyken, üzerine bir ağ atarlar ve uzuvlarını öyle bir şekilde dolaştırırlar ki, yürüme veya binme gücünü tamamen kaybeder. (XXXI.ii.1-9)
Hun ordusu, rakiplerine hızla saldıran, ne merhamet isteyen ne de merhamet sunan devasa bir süvari birliğiydi. Lanning şöyle yazıyor:
Attila, hareket kabiliyetine ve şok tesirine güvenerek askerlerini nadiren yakın, devamlı çatışmaya soktu. Düşmanına, birliklerini gizlemek için araziyi kullanarak yaklaşmayı tercih etti, ta ki ok menziline girene kadar. Bir sıra, müdafiilerin kalkanlarını kaldırmasını sağlamak için yüksek açılardan ateş ederken, diğeri doğrudan düşman hatlarına ateş etmişti. Kafi miktarda zayiat verdikten sonra, Hunlar hayatta kalanları bitirmek için yaklaştı. (62)
Hiçbir generalin Attila kumandasındaki Hun kuvvetleriyle çatışmaya bilhassa hevesli olmaması şaşırtıcı değildir. Kelly, Hunların "sanki hiçbir yerden çıkmamış gibi ortaya çıktıklarını ve eriyip gittiklerini, arkalarında sadece yıkım bıraktıklarını" belirtir. Etkili bir erken uyarı sistemi kurmak imkansızdı (38). Attila, Trier ve Metz'i muhalefet olmadan aldı, vatandaşlarını katletti ve sonra yoluna çıkan her şeyi yok ederek yoluna devam etti. Sonunda, Hun stratejisini ve taktiklerini anlayan Flavius Aetius kumandasındaki Romalılar ve I. Teoderik (418-451 yılları arasında hüküm sürdü) kumandasındaki Vizigotlar'ın Katalonya Ovası'ndaki birleşik kuvvetleriyle savaşta karşılaştı. Bu çatışma, Katalon Sahaları veya Chalons Muharebesi olarak bilinir ve tarihin en kanlı askeri çatışmalarından biri olarak tanımlanmıştır ve Attila'nın kuvvetlerinin Avrupa'yı işgalinde ilk kez durdurulduğu zamandır. Tarihçi Jack Watkins savaşı şöyle anlatır:
Yüksek araziyi işgal eden Romalılar, Hunları hızla geri püskürtmeyi başardı ve Attila onları savaşa geri dönmeleri için azarlamaya mecbur kaldı. Sert bir göğüs göğüse çarpışma esnasında, Vizigotların Kralı Teoderik öldürüldü. Lakin Vizigotları cesaretlendirmek yerine, krallarının ölümü onları öfkelendirdi ve öyle bir ruhla savaştılar ki, gece çökerken Hunlar kamplarına geri sürüldü. Hunlar birkaç gün boyunca kamplarından ayrılmadı, ancak okçuları Romalıları uzak tutmayı başardı. Hayal kırıklığına uğramış Vizigotların firar etmesi, Attila'nın ordusunu harp sahasından çekmesine ve ganimet arabalarını sağlam bir şekilde bırakmasına imkan sağladı. Romalılar onu takip etmedi; ancak onun yenilmezlik aurası paramparça olmuştu. (85)
İtalya Seferi
Attila istilasında durdurulmuş olsa da, neredeyse hiç yenilmemişti. Ancak Romalılar zaferi iddia ettiler ve Attila'nın şimdi başka birini taciz edeceği ümidiyle evlerine döndüler. Ancak o 452'de İtalya'yı istila etmek ve kendisine evlenme sözü veren gelini almak için geri döndü. Burada, Galya'da olduğu gibi, geniş bir yıkım sahası açtı ve Aquileia şehrini o kadar tamamen yağmaladı ki, o bir daha asla yükselmeyecekti, hatta kimse nerede durduğunu bile bilmiyordu. İtalya halkı, kendilerinden önceki Galyalılar gibi, Hun istilasından korkuyordu ancak şimdi, bir önceki yılın aksine, Aetius'un Attila'yı durduracak kafi güce sahip bir ordusu yoktu. Bütün nüfus, daha güvenli bölgelere doğru şehirlerini ve köylerini terk etti ve aslında Venedik şehri bataklıklardan yükselerek günümüzde bilindiği şekliyle "Köprüler Şehri" (diğer adların yanı sıra) haline geldi. Attila'nın ordusundan kaçan insanlar, Attila'nın atlayacağını düşündükleri sulak bölgelerde bulabildikleri sağlam zemine sığındılar. Onlar akıllıca bir seçim yapmıştı, çünkü Attila'nın kuvvetleri lagünlerden kaçındı ve daha çekici arazilere doğru yürümüştü.
Kimsenin bilmediği sebeplerden dolayı, Hunlar Po Nehri'nde durdu. İtalya'da iki yıldır kıtlık vardı ve büyük ihtimalle Attila'nın erzağı tükenmişti. Ayrıca Attila'nın ordusunda veba çıktığı ve bunun da onu planlarından vazgeçmeye mecbur ettiği öne sürüldü. Dahası, adamlarının onu Roma'yı yağmalamaya devam etmemesi hususunda uyardığı da iddia edildi. Got kumandanı I. Alarik (394-410) 410'da Roma'yı yağmalamış ve kısa bir zaman sonra ölmüştü; batıl inançlar Alarik'in ölümünün böylesine prestijli bir şehre yaptığı saldırının doğrudan sonucu olduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca Attila ile Roma arasında bir tür barış anlaşması yapılmış olması da mümkün. Valentinianus, Papa I. Leo'yu Attila'dan şartları araması için bir heyetle göndermişti ama bu görüşmenin detayları bilinmemektedir. Aşikar olan tek şey, I. Leo ve delegeleriyle yaptığı görüşmenin ardından Attila'nın geri dönüp Macaristan'daki kalesine çekildiğidir.
Vefat ve Mirası
Honoria'yı ve çeyizi hatırlayıp hatırlamadığı bilinmiyor (Durant ve diğerleri, Honoria kendisine gönderilmediği takdirde İtalya'ya geri dönmekle tehdit ettiğini iddia ediyor, ancak bu birincil kaynaklardan net değil), lakin kısa zaman sonra 453'te İldiko adında yeni, genç bir eş aldı. Durant şöyle yazıyor: "Düğünü alışılmadık bir yiyecek ve içecek düşkünlüğüyle kutladı. Ertesi gün genç karısının yanında yatakta ölü bulundu; bir kan damarı patlamıştı ve boğazındaki kan onu boğarak öldürmüştü" (40-41). Büyük İskender'de olduğu gibi, Attila'nın ölümüyle ilgili alternatif versiyonlar da teklif edildi, ama Durant'ın versiyonu ilk verilen ve en güvenilir olduğu düşünülen Priscus'un versiyonunu takip ediyor. Diğer versiyonlar arasında İldiko tarafından suikast, Doğu imparatoru Marcianus'un (450-457) Attila'yı öldürttüğü bir komplo ve çok fazla içmekten kaynaklanan alkol zehirlenmesi veya yemek borusu kanaması neticesi kazara ölüm yer alıyor.
Bütün ordu liderleri onun kaybı nedeniyle yoğun bir üzüntüye kapıldı. Attila'nın atlıları yüzlerini kana buladı ve yavaşça, sabit bir daire çizerek, cesedinin bulunduğu çadırın etrafında dolaştı. Kelly, Attila'nın vefatının sonrasını şöyle anlatmakta:
Romalı tarihçi Paniumlu Priscus'a göre, onlar [ordudaki adamlar] uzun saçlarını ve yanaklarını kesmişlerdi "böylece bütün savaşçıların en büyüğüne gözyaşları veya kadınların ağıtlarıyla değil, erkeklerin kanıyla yas tutulacaktı." Ardından keder, şölen ve cenaze oyunlarıyla dolu bir gün geldi; ki antik dünyada uzun bir geçmişi olan kutlama ve ağıtın kombinasyonuydu. O gece, Roma imparatorluğunun hudutlatının çok ötesinde Attila gömüldü. Cesedi üç tabuta konuldu; en içteki tabut altınla, ikincisi gümüşle ve üçüncüsü demirle kaplıydı. Altın ve gümüş, Attila'nın ele geçirdiği ganimeti sembolize ederken, sert gri demir savaştaki zaferlerini hatırlatıyordu (6).
Efsaneye göre, bir ırmağın yönü değiştirildi, Attila nehrin yatağına gömüldü ve sular o yeri örtecek şekilde akıp gitti. Cenaze törenine katılanlar, defin yerinin asla ortaya çıkmaması için öldürüldü. Kelly'ye göre, "bunlar da şerefli ölümlerdi", çünkü takipçilerini bu kadar uzağa getiren ve onlar için çok şey başaran büyük savaşçının cenaze töreninin bir parçasıydılar.
Cenaze töreninin ardından onun imparatorluğu, en büyük pay için birbirleriyle savaşan, kaynaklarını israf eden ve krallığın dağılmasına izin veren oğulları arasında bölündü. 469'da, Attila'nın ölümünden sadece 16 yıl sonra, imparatorluk gitmişti. Ancak Attila'nın hatırası, bütün zamanların en büyük askeri liderlerinden biri olarak yaşamaya devam ediyor. Vefatından bu yana o bir savaşçı-kralın özü olarak tasvir edildi ve son tasvirler bu ananevi imajı takip ediyor. Kendisine, arada bir atıfta bulunan dramatik uzun metrajlı filmler dahi onu güçlü bir savaşçı olarak sunuyor ve hatta 2006'da çekilen Hollywood komedisi Müzede Bir Gece'de, Attila zorlu bir güç olarak tasvir ediliyor. Lanning şöyle yazmakta:
Attila, çağının en büyük savaş kaptanıydı, ünü hem Tanrı'nın Kırbacı'ndan korkan hem de ona saygı duyan düşmanlarında dehşet uyandırıyordu. Bin beş yüz yıldan fazla bir zaman sonra, adı saldırgan süvari ve savaşçı ahlakıyla eşanlamlı olmaya devam ediyor. (63)
Mart 2014'te Attila'nın mezarının, şu anda Attila'nın başkenti Buda'nın bir parçası olduğu düşünülen Macaristan'ın Budapeşte şehrinde keşfedildiği bildirildi. Buluntu büyük alaka uyandırdı ve araştırmacılardan biri raporlarda "Aslında burası kesinlikle yüce Attila'nın dinlenme yeri gibi görünüyor, ancak bunu teyit etmek için daha fazla analiz yapılması gerekiyor." şeklinde alıntılandı. Mezarı keşfettiği iddia edilen ekipte olmayan diğer kişilerce yapılan daha fazla analiz, iddianın bir aldatmaca olduğunu ortaya koydu. Bilim insanları Attila'nın bir nehrin altına gömüldüğü hikayesine sıklıkla şüpheyle yaklaşsalar da bunun için emsaller var. Mezopotamya kralı Gılgamış'ın da bir nehrin, Fırat Nehri'nin altına gömüldüğü söyleniyordu ve bu uzun süre bir efsane olarak kabul edildi. Mamafih, Nisan 2003'te bir Alman arkeolog ekibi, Gılgamış'ın Mezarı'nı tam olarak antik metinlerde belirtildiği yerde keşfettiklerini iddia etti.
Fırat'ın eski yatağında ve çevresinde mıknatıslanmayı içeren modern teknolojiyle yürütülen arkeolojik kazılar, Gılgamış Destanı'nda anlatılan bahçe muhafazalarını, muayyen binaları ve yapıları ortaya çıkardı; bunların arasında büyük kralın mezarı da vardı. Efsaneye göre, Gılgamış, ölümünden sonra sular ayrıldığında Fırat'ın dibine gömüldü. Attila'nın zamanına çok daha yakın bir zamanda, I. Alarik'in 410 yılında ölümünden sonra İtalya'daki Busento Nehri'nin sularının altına gömüldüğü, suların yönlendirilip daha sonra yatağına geri döndüğü söyleniyordu. Attila'nın cenazesiyle alakalı antik kaynaklara göre, kendisi de yönlendirilip daha sonra mezarı örtmek için geri dönen bir nehrin altına gömüldü. Gılgamış mezarı hikayesinin emsalini ve Alarik'in cenazesiyle alakalı raporu göz önünde bulundurarak, büyük savaşçı Hun Attila'nın son dinlenme yerini çevreleyen hikayeleri göz ardı etmek ve başka bir yere gömüldüğünü iddia etmek ihtiyatsızca görünüyor. Mezarının nerede olduğu ve içinde hangi hazinelerin bulunduğu hala bilinmiyor. Ancak mezarının keşfinin hikayesine olan dünya çapındaki alaka, Attila'nın insanların muhayyilesinde ne kadar büyük bir tesire sahip olduğunun ispatıdır. O, günümüze kadar antik tarihin en ilginç ve ilgi çekici figürlerinden biri olmaya devam ediyor ve adı hala durdurulamaz bir güç kavramıyla bağdaştırılıyor.