Antik Mısır'da Günlük Hayat

Makale

Joshua J. Mark
tarafından yazıldı, Mine Demirci tarafından çevrildi
tarihinde yayınlandı
Makaleyi Yazdır PDF

Antik Mısırdaki yaşam hakkındaki popüler görüş genellikle güçlü firavunların halkı piramit ve tapınakların inşasında çalışmaya zorladığı ve belirsiz bir zamanda İbrani'leri bu amaçla köleleştiren ölümle takıntılı bir kültür olduğudur.

Gerçekte, sosyal sınıfları ne olursa olsun Antik Mısırlılar yaşamayı seviyorlardı ve Antik Mısır hükümeti belirli bir etnik kökene bakmaksızın tüm eski kültürlerde olduğu gibi köle iş gücünü kullanıyordu. Antik Mısırlıların Mısırla olmayanlara karşı çok iyi bilinen bir küçümseme duygusu vardı ama bunun nedeni mümkün olan tüm dünyaların en iyisinde mümkün olan en iyi hayatı yaşadıklarına inanmalarıydı.

Antik Mısırda hayat o kadar mükemmel kabul edilirdi ki Mısırlıların öldükten sonraki yaşamlarının dünyadaki hayatın sonsuz bir devamı olarak hayal edilirdi. Mısırdaki köleler ya suçlulardı ya borcunu ödeyemeyenlerdi ya da yabancı askeri kamplarından gelen esirlerdi. Bu insanlar özgürlüklerini kendi seçimiyle ya da askeri fetihle özgürlüklerini kaybettiği düşünülür ve bu yüzden özgür Mısırlıların çok altında bir varoluş kalitesine sahip olmak zorunda bırakılırlardı.

Plowing Egyptian Farmer
Mısırlı Çiftçi
Zenodot Verlagsgesellschaft mbH (GNU FDL)

Piramitleri ya da Mısır'ın diğer önemli anıtlarını inşa eden Mısırlılar emeğinin karşılığını alan ve çoğu durumda sanatlarının ustası olan Mısırlılardı. Bu anıtlar ölümün değil yaşamın şerefine ve bireysel yaşamın sonsuza kadar hatırlanacak kadar önemli olduğuna inanıldığından inşa edilirdi. Dahası, Mısırlılar yaşamın sonsuz bir yolculuk olduğuna ve ölümün sadece bir geçiş olduğuna olan inancı insanlara yaşamlarını sonsuza kadar yaşamaya değer hale getirmeye teşvik etmiştir. Ölüme takıntılı ve karamsar bir kültürden uzak olan Mısır'ın günlük yaşamı sahip olunan zamanda olabildiğince zevk almaya ve diğerlerinin hayatının da aynı derecede unutulmaz kılmaya çalışırdı.

DENGE VE UYUMUn GÖZETİLMESİ YOLUYLA İNSANLAR BAŞKALARIYLA BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAYA VE TOPLUMSAL MUTLULUĞA KATKIDA BULMAYA TEŞVİK EDİLİRDİ.

Sporlar, oyunlar, festivaller, arkadaş ve aileyle geçirilen zaman, toprağı ekmek ve anıtar dikmek kadar Mısırda hayatın bir parçasıydı. Mısırlıların dünyası büyüyle doluydu. Büyü (heka) tanrılardan önce gelirdi ve aslında tanrıların görevlerini yerine getirebilmesinin altında yatan güçtü.

Büyü, yaratılışta yer alan ve sonrasında da devam ettiren Tanrı Heka'yla (ayrıca tıp tanrısıdır) özdeşleşmişti. Ma'at (uyum ve denge) kavramı Mısırlıların yaşam anlayışında ve evrenin işleyişinin merkezinde yer aldı Ma'at'ı mümkün kılan Heka'ydı. Denge ve uyumun gözetilmesiyle insanlar diğerleriyle huzur içinde yaşamaya ve toplumsal mutluluğa katkıda bulunmaya teşvik edilirdi. Ptahhotep'in(Kral Djedkare Isesi'nin veziri, MÖ. 2414 - 2375) bilge yazısından bir satır okuyucuya öğüt verir:

Yaşadığınız sürece yüzünüzün ışıldamasına izin verin. Bu, devam eden yıllarda bir insanın hatırlanacak olan nezaketidir.

Bir insanın yüzünün 'ışıldamasına' izin vermek bunun kişinin kendi kalbini ve diğerlerinin kalbini aydınlatacak inancıyla mutlu olmak, iyi bir ruh haline sahip olmak anlamına geliyordu. Mısır toplumu çok erken bir dönemden (MÖ 6000-3150 Mısırdaki Hanedanlık Öncesi Dönem kadar eski) oldukça katmanlı olmasına rağmen, bu durum kraliyet ve üst sınıfların köylülük pahasına hayattan zevk aldıkları anlamına gelmez.

Kral ve saray mensupları her zaman en iyi belgelenmiş kişilerdir çünkü o zamanlar, şimdi olduğu gibi, insanlar ünlülere komşularından daha çok ilgi gösteriyorlardı ve o zamanın tarihini yazan katipler de daha çok ilgi çeken şeyleri belgeliyorlardı. Yine de, sonraki Yunan ve Romalı yazarlar, arkeolojik buluntular ve farklı dönemlerdeki mektuplar Mısırdaki tüm toplumsal sınıfların modern zamanın insanları gibi hayata değer verdiği ve ellerinden geldiği kadar eğlendiklerini gösterir.

Egyptian Grinding Grain
Mısır'da Tahıl Öğütme
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Nüfus & Sosyal Sınıflar

Mısırın nüfusu en tepedeki kraldan, onun vezirinde, saray mensupları, bölge valileri ('nomark' olarak adlandırılır), ordu generalleri (Yeni Krallık döneminden sonra), iş yerlerinin hükümet gözetmenleri (amirler) ve köylüler olmak üzere katı sosyal sınıflara ayrılmıştır. Tanrıların, tanrılarınkini yansıtan en mükemmel sosyal düzeni belirlediğine inanıldığı için, Mısır tarihinin çoğunluğunda sosyal hareketlilik ne teşvik edilmiş ne de gözlemlenmiştir.

Tanrılar insanlara her şeyi vermiş ve onların iradesini anlayıp uygulayacak en donanımlı kişi olarak Kral'ı onların başına getirmişti. Kral, güneş tanrısı Ra'nın rahipleri daha fazla güç kazanmaya başladığı Hanedanlık dönemindeki Eski Krallık'a (MÖ 2613-2181) kadar tanrılar ve insanların arasında aracılık yapmıştır. Ancak bundan sonra bile Kral hala Tanrının seçilmiş elçisi olarak görülüyordu. Yeni Krallık döneminin ikinci yarısında (MÖ 1570-1069) Thebes'deki Amun rahipleri kraldan daha fazla ilgi gördüğünde, hükümdara ilahi bir emir olarak saygı duyulmaktaydı.

Üst Sınıf

Mısır Kralı (Yeni Krallık döneminde 'firavun' olarak bilinmiyordu), tanrıların seçilmiş adamı olarak "nüfusun büyük bir kısmının hayal bile edemeyeceği müthiş bir servete, statüye ve lükslere sahipti" (Wilkinson, 91). Ma'at'a uygun olarak hüküm sürmek Kralın sorumluluğuydu ve bu ciddi bir görev olduğu için statüsüne ve görevlerinin ağırlığına uygun olarak bu lüksleri hak ettiğini düşünüyordu. Tarihçi Nardo yazıyor:

Krallar büyük ölçüde yoksulluktan uzak bir yaşamın tadını çıkarıyorlardı. Güçleri ve prestijleri, sıradan işleri yapacak hizmetçileri, değerlendirecek bolca boş zamanları, iyi kıyafetleri ve evinde sayısız lükslere sahiptiler.

Kral sıklıkla avlanırken tasvir edilir ve yazıtlar, bir hükümdarın hükümdarlığı sırasında öldürdüğü büyük ve tehlikeli hayvanlarla düzenli olarak övünür. Ancak neredeyse istisnasız olarak, aslanlar ve filler gibi hayvanlar kraliyet av bekçileri tarafından yakalanır ve kralın kendisini koruyan muhafızları tarafından çevreliyken hayvanları "avladığı" koruma alanına getirirdi. Kral, ancak bölge tehlikeli hayvanlardan temizlendikten sonra açık alanda ava çıkabilirdi.

Saray mensupları da çoğunun az sorumluluğu olmasına rağmen benzer komforda yaşadılar. Nomarklar da iyi yaşayabilirdi ama bu, bulundukları bölgenin ne kadar zengin olduğuna ve kral için ne kadar önemli olduğuna bağlıydı. Örneğin Abydos gibi bir sit alanını içeren bölgenin nomarkının, kral ve saray mensupları da dahil olmak üzere şehre birçok hacı getiren tanrı Osiris'e adanmış büyük nekropol nedeniyle oldukça başarılı olmayı beklerdi. Böyle bir cazibesi olmayan bir bölgenin Nomarkının da mütevazi yaşaması beklenirdi. Bölgenin zenginliği ve bir Nomark'ın kişisel başarısı küçük bir sarayda mı yoksa mütevazi bir evde mi yaşayacağını belirlerdi. Aynı model katipler için de geçerliydi.

Katipler & Doktorlar

Katipler Antik Mısır'da, zanaatlarına ilham veren ve onları yöneten Tanrı Thoth tarafından özel olarak seçilmiş sayıldıkları için çok değerlilerdi. Mısırbilimci Toby Wilkinson "yazılı kelimenin arzu edilen bir durumu kalıcı hale getirmenin gücünün Mısır inanç ve uygulamalarının kalbinde nasıl yattığını" belirtmektedir (204). Olayları kalıcı hale getirmek için kaydetmek katiplerin sorumluluğuydu. Thoth ve eşi Seshat'ın katiplerin sözlerini tanrıların sonsuzluğun kütüphanesinde sakladıklarını düşündükleri için katipler günlük olayları sonsuzluğun kaydına kazıdı.

Bir kâtibin eseri, yazdıklarını sadece gelecek nesiller değil, tanrıların kendileri de bundan haberdar olduğu için de ölümsüz kılardı. Seshat, kütüphane ve kütüphanecilerin koruyucu tanrıçası, tıpkı hizmetindeki kütüphanecilerin yeryüzünde yaptığı gibi, kişinin çalışmalarını özenle raflara yerleştirirdi. Katiplerin çoğu erkekti ama erkek meslektaşları kadar rahat yaşayan kadın katipler de vardı. Duauf'un Talimatları olarak bilinen Eski Krallık dönemine ait bir popüler bir edebiyat eseri, kitap sevgisini savunur ve gençleri mümkün olan en iyi hayatı yaşamak için yüksek öğrenim görmeye ve kâtip olmaya teşvik eder.

Egyptian Scribe's Palette
Mısırlı Kâtibin Paleti
Mark Cartwright (CC BY-NC-SA)

Tüm rahipler katipti ama tüm katipler rahip olmuyordu. Rahiplerin özellikle cenaze törenleriyle ilgili görevlerini yerine getirebilmeleri için okuma yazma bilmeleri gerekiyordu. Doktorların tıbbi metinleri okuyabilmeleri için okuryazar olmaları gerektiğinden, eğitimlerine katip olarak başlamışlardır. Çoğu hastalığın tanrılar tarafından günahın cezası olarak veya bir ders vermek için verildiği düşünüldüğünden doktorların hangi tanrının (kötü ruhun, hayaletin ya da doğaüstü etkenlerin) sorumlu olabileceğinin farkında olmaları gerekiyordu.

Görevlerini yerine getirebilmeleri için diş hekimliği, cerrahi, kırık kemiklerin düzeltilmesi ve çeşitli hastalıkların tedavisi ile ilgili eserleri içeren dönemin dini literatürünü okuyabilmeleri gerekiyordu. Kişinin dini ve günlük yaşamı arasında bir ayrım olmadığı için doktorlar, mesleğin sekülerleşmesinin yaşandığı Mısır tarihinin ilerleyen dönemlerine kadar rahiplerdi.

Tanrı Serket'in tüm rahipleri doktordu ve bu seküler hekimlerin ortaya çıkmasından sonra bile devam etti. Katiplerde olduğu gibi kadınlar da hekimlik yapabiliyordu ve kadın hekimlerin sayısı oldukça fazlaydı. MÖ 4. yüzyılda Atina'lı Agnodice Mısır'daki kadınlar daha fazla saygı gördüğü ve daha fazla fırsata sahip olduğu için tıp eğitimi için Mısır'a gitmiştir.

Ordu

Orta Krallık'tan önceki ordu, Nomarklar tarafından belli bir amaç için, genellikle savunma amacıyla askere alınan ve daha sonra krala gönderilen bölgesel milislerden oluşuyordu. Orta Krallık'ın 12. Hanedanlığının başında Amenemhat I (MÖ 1991-1962) ilk daimi orduyu kurmak için bir reform yaptı, böylece Nomarkların gücünü ve prestijini azalttı ve orduyu doğrudan kendi kontrolüne aldı.

Bundan sonra ordu üst sınıf liderlerden ve alt sınıf rütbeli askerlerden oluşmuştur. Orduda, kişinin sosyal sınıfından ilerleme olasılığı vardı. Yeni Krallıktan önce Mısır ordusu öncelikle savunma ile ilerliyordu ancak Tuthmose III (MÖ 1458-1425) ve Ramesses II (MÖ 1279 - 1213) gibi firavunlar imparatorluğu genişletmek için Mısır sınırlarının ötesine seferler düzenlediler. Mısırlılar genellikle başka topraklara seyahat etmekten kaçınırlardı çünkü orada ölürlerse öbür dünyaya ulaşmakta zorluk çekeceklerinden korkarlardı. Bu inanç, Mısır dışına çıkan askerler için kesin bir endişe kaynağı olmuş ve ölülerin cesetlerinin Mısır topraklarına getirilmesi için düzenlemeler yapılmış.

Kadınların orduda görev yaptığına ya da bazı kaynaklara göre yapmak istediğine dair bir kanıt yoktur. Papirüs Lansing, sadece bir örnek vermek gerekirse, Mısır ordusundaki yaşamı erken ölüme yol açan bitmek bilmeyen bir sefalet olarak tanımlar. Ancak katiplerin (özellikle Papirüs Lansing'in yazarının) kendi işlerini sürekli en iyi ve en önemli iş olarak tasvir ettikleri ve askeri yaşamla ilgili raporların çoğunu geride bırakanların katipler olduğu belirtilmelidir.

Çiftçiler ve İşçiler

En alt sosyal sınıf, işledikleri toprağın ya da yaşadığı evin sahibi olmayan köylü çiftçilerden oluşuyordu. Arazi Krala, saray mensuplarına, nomarklara ya da rahiplere aitti. Köylülerin güne başlarken kurdukları cümle şuydu: "Soylular için çalışalım!" Köylüler başka hangi işi yaparlarsa yapsınlar (örn. kayıkçı), çiftçilerdi. Ekinlerini eker biçer, çoğunu toprak sahibine verir, bir kısmın da kendine saklarlardı. Çoğunun özel bahçeleri vardı ve erkekler tarlaya gittiğinde kadınlar bu bahçeyle ilgilenirlerdi.

MÖ 525 Pers İstilasına kadar Mısır ekonomisi takasla işliyordu ve tarıma dayanıyordu. Tarihçi James C. Thompson'a göre Antik Mısır'ın para birimi Deben'di ve "debenin madeni para olmaması dışında, müşterilere ürünlerin fiyatlarını bildirmek için bugün kuzey Amerika’da doların gördüğü işlevi görüyordu" (Egyptian Economy, 1) Bir deben "yaklaşık 90 gram bakırdı; çok pahalı ürünler, değerde orantılı değişikliklerle birlikte gümüş veya altın deben cinsinden de fiyatlandırılabilirdi" (aynı yerde). Thompson devam ediyor:

Yetmiş beş litre buğday bir debene, bir çift sandalet de bir debene mal olduğundan, Mısırlılar için bir çift sandaletin bir torba buğdayla bir parça bakır kadar kolay satın alınabilmesi son derece mantıklıydı. Sandal üreticisi elinde fazlasıyla buğdaya sahip olsa bile, başka bir şeyle kolayca takas edebileceği için ödemeyi memnuniyetle kabul ederdi. Satın almak için kullanılan yaygın ürünler buğday, arpa ve yemeklik ya da lamba yağıydı, ancak teorik olarak neredeyse her şey iş görürdü.

Toplumun en alt sınıfı ticarette kullanılan malları üretiyor ve böylece tüm kültürün gelişmesi için gerekli araçları sağlıyordu. Bu köylüler aynı zamanda piramitleri ve Mısır'ın diğer anıtlarını inşa eden işgücünü de oluşturuyordu. Nil Nehri kıyılarını sular altında bıraktığında tarım yapmak imkânsız hale gelir ve erkekler ve kadınlar kralın projelerinde çalışmaya giderlerdi. Bu işin karşılığı her zaman ödenmiştir ve Mısır'ın büyük yapılarından herhangi birinin köle emeği ile inşa edildiği iddiası - özellikle de İncil'deki Çıkış Kitabı'nda bunların Mısırlı tiranlar tarafından ezilen İbrani köleler olduğu iddiası - Mısır tarihinin hiçbir döneminde hiçbir edebi veya fiziksel kanıtla desteklenmemektedir. Mısırbilimci David Rohl gibi bazı yazarların, İbranilerin kitlesel olarak köleleştirildiğine dair kanıtların yanlış zaman dilimine bakılarak gözden kaçırıldığı iddiası, Mısır tarihinin hangi dönemi incelenirse incelensin böyle bir kanıt bulunmadığı için savunulamaz.

Egyptian Wooden Statue of a Woman Grinding Cereals
Tahıl Öğüten Mısırlı Ahşap Kadın Heykeli
Mark Cartwright (CC BY-NC-SA)

Piramitler ve onların morg kompleksleri, tapınaklar ve dikilitaşlar gibi anıtlar üzerinde çalışmak, köylülüğün yukarı doğru hareketliliği için tek fırsattı. Özellikle yetenekli sanatçılar ve oymacılar Mısır'da büyük rağbet görüyordu ve binaların taşlarını bir yerden başka bir yere taşıyan vasıfsız işçilere göre daha iyi ücret alıyorlardı. Köylü çiftçiler de insanların ihtiyaç duyduğu vazo, kase, tabak ve diğer seramikleri sağlamak için bir zanaat icra ederek statülerini yükseltebilirlerdi. Yetenekli marangozlar masalar, masalar, sandalyeler, yataklar, saklama sandıkları yaparak iyi bir yaşam sürebilirdi ve üst sınıf evlerin, sarayların, mezarların ve anıtların dekorasyonu için ressamlara ihtiyaç vardı.

Bira imalatçılarına da büyük saygı duyulurdu ve bira imalathaneleri bazen kadınlar tarafından işletilirdi. Hatta Mısır tarihinin erken dönemlerinde bu işletmelerin tamamen kadınlar tarafından işletildiği görülmektedir. Bira, eski Mısır'daki en popüler içkiydi ve sıklıkla tazminat olarak kullanılırdı (şarap, kraliyet ailesi dışında hiçbir zaman bu kadar popüler olmamıştı). Giza platosundaki işçilere günde üç kez bira istihkakı verilirdi. Bu içeceğin insanlara tanrı Osiris tarafından verildiği düşünülüyordu ve bira fabrikalarına tanrıça Tenenet başkanlık ediyordu. Yunan firavunu Kleopatra VII'nin (M.Ö. 69-30) bira vergisi koyduğunda öğrendiği gibi bira Mısırlılar tarafından çok ciddiye alınırdı; popülaritesi Roma ile yaptığı savaşlardan çok bu vergi yüzünden düşmüştü.

Ancient Egyptian Brewery and Bakery
Antik Mısır'da Bira Fabrikası ve Fırını
Keith Schengili-Roberts (CC BY-SA)

Alt sınıf da metaller, değerli taşlar ve heykeltıraşlık alanında çalışarak fırsat bulabilirdi. Antik Mısır'ın zarif mücevherleri, süslü ayarlarda incelikle monte edilmiş taşlar, köylüler tarafından yapılmıştır. Mısır nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bu insanlar aynı zamanda ordu saflarını dolduruyor ve nadiren de olsa kâtip olabiliyorlardı. Ancak kişinin işi ve toplumdaki konumu genellikle oğluna geçerdi.

Evler ve Eşyalar

Bu sanatçılar, Mısır'ın lüks sarayları, üst sınıf evleri ve tapınaklarının yanı sıra bir kişinin ebedi evi olarak kabul edilen mezarların mobilyalarını oluşturmaktan sorumluydu. Kral, kraliçe ve ailesi zengin bir şekilde dekore edilmiş bir sarayda yaşar ve ihtiyaçları hizmetkârlar tarafından karşılanırdı. Kâtipler morg ya da tapınak komplekslerinin içinde ya da yakınında özel dairelerde yaşar ve yazıtoryumlarda çalışırlarken, belirtildiği gibi, nomarklar başarı düzeylerine göre daha büyük ya da daha küçük konaklama yerlerinde yaşarlardı. Üst sınıflara yiyecek sağlayan köylüler aynı zamanda evlerinin inşasına ve onlara sandık, çekmece, sandalye, masa ve yatak tedarik edilmesine yardımcı olurken, kendileri bunların hiçbirini karşılayamıyordu. Nardo şöyle yazıyor:

Zorlu bir günün ardından çiftçiler, tarlalarının yakınında ya da yakınlardaki küçük kırsal köylerde bulunan evlerine dönerlerdi. Ortalama bir tarım köylüsünün evinin duvarları kerpiçten yapılırdı. Tavan, bitki sapı demetlerinden yapılırdı ve zemin, saman ya da kamıştan yapılmış hasır tabakasıyla kaplanmış sert dövülmüş topraktan oluşurdu. Çiftçinin, karısının ve varsa çocuklarının yaşadığı bir ya da iki (belki de bazen üç) oda vardı. Çoğu durumda, çiftlik hayvanlarının bir kısmını ya da tamamını aynı odalarda ahır olarak kullanırlardı. Bu mütevazı evlerde banyo bulunmadığından, ev sakinleri tuvalet ihtiyacını gidermek için dışarıdaki bir tuvaleti (yerdeki bir delik) kullanmak zorundaydı. Söylemeye gerek yok, suyun nehirden ya da en yakın elle kazılmış kuyudan kovalarla taşınması gerekiyordu. (13)

Buna karşılık firavun Amenhotep III'ün (M.Ö. 1386-1353) bugün Malkata olarak bilinen sarayı 30.000 metrekarenin (30 hektar) üzerinde bir alanı kaplıyordu ve geniş daireler, konferans salonları, dinleyici odaları, bir taht odası ve kabul salonu, bir festival salonu, kütüphaneler, bahçeler, depolar, mutfaklar, bir harem ve tanrı Amun için bir tapınak içeriyordu. Sarayın dış duvarları parlak beyaza boyanırken, iç renkler canlı maviler, sarılar ve yeşillerdi.

Elbette tüm yapının döşenmesi gerekiyordu ve bu eşyalar alt sınıf işçiler tarafından tedarik ediliyordu. Zamanında saray 'sevinç evi' ve benzeri isimlerle anılıyordu. Yıkılan saraydan kalan devasa enkaz alanı nedeniyle bugün Malkata olarak bilinmektedir ve Arapça'da 'eşyaların toplandığı yer' anlamına gelmektedir.

Kâtiplerin daireleri ve evleri, tıpkı nomarklarınki gibi, başarı seviyelerine ve yaşadıkları bölgeye bağlı olarak zengin ya da mütevazıydı. Lansing Papirüsü'nün yazarı Nebmare Nakht, görkemli bir tarzda yaşadığını ve büyük bir kralla eşit düzeyde toprak ve kölelere sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu iddia da şüphesiz doğrudur, çünkü rahiplerin Mısır'daki bazı yöneticilerle aynı zenginlik ve güç seviyesine ulaşabildikleri iyi bilinmektedir ve kâtipler de aynı fırsata sahip olabilirlerdi.

Suç ve Ceza

Eski Mısır'da, insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi, bir kişinin servetine genellikle onu çalmayı tercih edebilecek bir başkası tarafından göz dikilirdi ve bu gibi durumlarda Mısır yasaları hızlıydı. Yeni Krallık'tan sonra bir polis gücü vardı, ancak bu zamandan önce bile insanlar yerel yetkilinin huzuruna çıkarılır ve günümüzdeki suç faaliyetlerinin yelpazesini kapsayan suçlarla suçlanırdı. Devlet, suçlu bir mezarı soymak ya da tahrip etmek gibi devlet malına zarar vermediği sürece yerel işlere karışmazdı. Mısırbilimci Steven Snape şöyle yazıyor:

Servet ve mülkün kasaba ve şehirlerde yoğunlaşmasının sağladığı suç faaliyeti fırsatları, tüm toplumlarda olduğu gibi bazı eski Mısırlılar tarafından da gönülden değerlendirilmiştir. Aynı şekilde, önemli nüfus ve yönetim merkezleri de adaletin yerine getirilebileceği ve cezaların uygulanabileceği yerlerdi. Bununla birlikte, eski Mısır'dan edindiğimiz resim, adalet yönetiminin mümkün olduğunca yerel düzeye itildiğidir. Köylülerden kendi işlerini düzenlemeleri beklenirdi. (111)

Yargı ve adalet nihai olarak kralın sağ kolu olan vezirin sorumluluğundaydı; vezir bu sorumluluğu altındaki memurlara, onlar da diğerlerine devrediyordu. Yeni Krallık döneminden önce bile her şehirde davaların görüldüğü ve kararların verildiği Yargı Salonu adı verilen bir idari bina vardı. Küçük kasaba ve köylerde bu mahkemeler pazar yerinde de kurulabilirdi. Yerel mahkeme kenbet olarak bilinirdi ve sağlam ahlaki yargıya sahip toplum liderlerinden oluşur, davaları dinler ve suçlu ya da suçsuz olduklarına karar verirlerdi.

Yeni Krallık döneminde yargılama salonu ve kenbetin yerini yavaş yavaş Tanrı Amun'a bir karar hakkında doğrudan danışılan kehanet yargılamaları almıştır. Bu, Amun'un bir rahibinin tanrı heykeline bir soru sorması ve ardından cevabını çeşitli yollarla yorumlamasıyla gerçekleştirilirdi. Heykel bazen başını sallar, bazen de farklı işaretler verirdi. Sanık suçlu bulunursa, cezası çok hızlı olurdu.

Cezaların çoğu küçük suçlar için para cezasıydı, ancak tecavüz, soygun, saldırı, cinayet veya mezar soygunu sakatlama (burun, kulak veya ellerin kesilmesi), hapis, zorla çalıştırma (aslında birçok durumda ömür boyu kölelik) veya ölümle sonuçlanabilirdi. Teb'deki Büyük Hapishane, Karnak'taki Amun Tapınağı'nda ve diğer projelerde çalıştırılmak üzere hüküm giymiş suçluları barındırıyordu.

Mısır hapishanelerinde ölüm sırası yoktu çünkü ölüm cezasını gerektiren ciddi bir suçtan suçlu bulunan bir kişi derhal idam edilirdi. Davayı savunacak avukatlar yoktu ve karar verildikten sonra temyiz başvurusu yapılmazdı. Rahipler halk tarafından her türlü şikâyeti adil bir şekilde dinlemek ve tanrıların emirlerine göre hüküm vermekle görevlendirilmişlerdi ve bu görevlerini yerine getirmedikleri takdirde öbür dünyada çok daha kötü bir kaderle karşılaşacaklarını biliyorlardı.

Aile ve Eğlence

Rahipler erkek ya da kadın olabilirdi. Herhangi bir dini kültün baş rahibi genellikle hizmet ettikleri tanrıyla aynı cinsiyetteydi; İsis Kültü'nün başı kadın, Amun Kültü'nün başı ise erkekti. Rahiplerin aileleri olabilirdi ve oldu da ve çocukları genellikle kendilerinden sonra rahip oldular.

Mısır tarihinin büyük bir bölümünde sosyal hareketlilik ne teşvik edilmiş ne de gözlemlenmiştir; çünkü tanrıların, tanrılarınkini yansıtan en mükemmel sosyal düzeni buyurduğu düşünülmüştür.

Bu, veraset konusunda tüm Mısır için bir paradigmaydı: çocuklar ebeveynlerinin, genellikle de babalarının mesleğini sürdürürdü. Eski Mısır'da kadınlar neredeyse eşit haklara sahipti. Kendi işlerine, topraklarına ve evlerine sahip olabiliyor, boşanma davası açabiliyor, erkeklerle sözleşme yapabiliyor, kürtaj yaptırabiliyor ve mülklerini uygun gördükleri şekilde elden çıkarabiliyorlardı; bu, başka hiçbir eski uygarlığın yaklaşamadığı ve modern çağın ancak MS 20. yüzyılın ortalarında - baskı altında - başlattığı bir cinsel eşitlik düzeyiydi.

En iyi bilinen ikisi Hatşepsut (MÖ 1479-1458) ve Kleopatra VII olmak üzere en az dört kadın Mısır'ı yönetmiştir. Ancak çoğu hükümdar erkek olduğu için bu bir norm değildi. Kraliyet kadınlarının çoğunlukla çocuklara bakan köleleri ve hizmetçileri vardı ve temizlik ya da eve bakmak gibi bir sorumlulukları yoktu. Kocalarına yabancı devlet adamlarını kabul etme ve belirli politikaları ilerletme konusunda yardımcı oluyorlardı. Üst sınıftan kadınlar da benzer bir yaşam tarzına sahipti ancak çocukların bakımına daha fazla zaman ayırabiliyorlardı; alt sınıflarda ise evin ve çocukların bakımı tamamen kadının sorumluluğundaydı.

Eski Mısır'da evlilikler dini olmaktan çok seküler bir meseleydi. Herhangi bir sınıftaki evliliklerin çoğu ebeveynler tarafından ayarlanırdı. Kızlar genellikle 12 yaş civarında, erkekler ise 15 yaş civarında evlendirilirdi. Kraliyet çocukları genellikle daha bebekken antlaşmalar imzalamak için yabancı kralların çocuklarıyla nişanlanırdı, ancak kadınların kendi toprakları dışında mutlu olamayacakları düşünüldüğünden yabancı hükümdarlara gelin olarak Mısır'ı terk etmeleri yasaktı.

Mısır her yerin en iyisi olduğundan, genç bir kadını daha aşağı bir yere göndermek ona saygısızlık olarak kabul edilirdi. Ancak yabancı uyruklu kadınların Mısır'a gelin olarak gelmeleri tamamen kabul edilebilirdi. Mısır'a girdikten sonra bu kadınlara yerlilerle aynı saygı gösterilirdi. Erkek evin reisi olarak kabul edilse de, tüm sosyal sınıflardan kadınlar kocalarıyla eşit kabul edilirdi. Nardo'nun notu:

Üst sınıftan karı-kocalar birlikte yemek yer, partiler düzenler ve ava çıkarken, hem varlıklı hem de yoksul kadınlar erkeklerle birçok yasal hakkı paylaşırdı. Eski Mısırlı kadınlar, gerçekten önemli kararların çoğunu erkekler alsa bile, özel hayatlarında diğer birçok eski toplumdaki kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahip gibi görünmektedir. Mısırlı erkekler de en az eşleri kadar olumlu ve sevgi dolu ilişkilerden faydalanmıştır. (23)

Çiftçilerin eşleri (çoğunlukla) kocalarıyla birlikte tarlaya gitmeseler de, evi temiz tutmak, çiftçilikte kullanılmayan hayvanlara bakmak, ailedeki yaşlıların ihtiyaçlarını karşılamak ve çocukları yetiştirmek gibi pek çok işleri vardı. Kadınlar ve çocuklar ayrıca her aile için önemli bir kaynak olan aile bahçesine de bakarlardı. Temizlik Mısırlılar için önemli bir değerdi ve kişinin kişiliğinin ve evinin bunu yansıtması gerekiyordu.

Her sınıftan kadın ve erkek sık sık yıkanır (rahipler diğer tüm mesleklerden daha fazla) ve bitlenmeyi önlemek ve bakımı azaltmak için başlarını tıraş ederlerdi. Bir durum gerektirdiğinde peruk takarlardı. Ayrıca hem erkekler hem de kadınlar makyaj yaparlardı, özellikle de güneşin parıltısına yardımcı olmak ve cildi yumuşak tutmak için göz altlarına sürme çekerlerdi. Mezar yazıtları ve resimlerinde de sıklıkla kadın ve erkekler birlikte tarlada çift sürerken, hasat yaparken ya da bir ev inşa ederken gösterilmiştir.

Ancak eski Mısırlıların hayatı neredeyse hiç çalışmadan ibaret değildi. Spor, masa oyunları ve diğer aktivitelerle eğlenmek için bolca zaman bulurlardı. Eski Mısır sporları arasında hokey, hentbol, okçuluk, yüzme, halat çekme, jimnastik, kürek çekme ve Nil Nehri'nde küçük teknelerde oynanan bir deniz savaşı olan 'su mızrak dövüşü' olarak bilinen ve bir 'mızrak dövüşçüsünün' diğerini teknesinden atmaya çalıştığı, ikinci bir takım üyesinin ise tekneyi manevra ettirdiği bir spor vardı.

Çocuklara erken yaşta yüzme öğretilirdi ve yüzme en popüler sporlar arasındaydı, bu da diğer su oyunlarının ortaya çıkmasına neden oldu. Senet masa oyunu son derece popülerdi ve kişinin yaşamı boyunca sonsuzluğa yaptığı yolculuğu temsil ediyordu. Müzik, dans, koreografili jimnastik ve güreş de popülerdi ve üst sınıflar arasında büyük ya da küçük av hayvanlarını avlamak en sevilen eğlencelerden biriydi.

Game of Senet
Senet Oyunu
Tjflex2 (CC BY-NC-ND)

Mısır'da yaşamış olan Romalı oyun yazarı Genç Seneca (MS 1. yüzyıl) tarafından tarif edilen 'akıntıya karşı atış' adı verilen bir spor da vardı:

İnsanlar küçük kayıklara biner, bir kayığa iki kişi biner ve biri kürek çekerken diğeri suyu boşaltır. Sonra hırçın akıntıda şiddetle savrulurlar. Sonunda en dar kanallara ulaşırlar ve nehrin tüm gücüyle sürüklenerek, hızla akan tekneyi elleriyle kontrol ederler ve izleyenlerin büyük dehşeti içinde baş aşağı dalarlar. Düştükleri yerden çok uzakta, bir mancınıktan fırlar gibi fırladıklarında, hala yelken açtıklarında ve alçalan dalga onları batırmayıp düz sulara taşıdığında, şimdiye kadar boğulduklarına ve böyle bir su kütlesi tarafından boğulduklarına üzülerek inanırsınız. (aktaran Nardo, 20)

Bu tür etkinliklerden sonra ve hatta bu etkinlikler sırasında seyirciler en sevdikleri içeceğin tadını çıkarırlardı: bira. En sık tüketilen tarif Heqet (Hecht olarak da verilir), Avrupa'nın daha sonraki bal likörüne benzeyen ama ondan daha hafif olan bal aromalı bir biraydı. Biranın (genellikle zytum olarak bilinir) birçok çeşidi vardı ve kalbi hafiflettiği ve kişinin moralini düzelttiği için sıklıkla ilaç olarak reçete edilirdi. Bira ticari olarak ve evde üretilirdi ve özellikle Mısırlıların kutladığı birçok festivalde keyifle içilirdi.

Festivaller, Gıda ve Giyim

Mısır tanrılarının hepsinin kutlanması gereken doğum günleri vardı ve daha sonra bireysel doğum günleri, kralın büyük eylemlerinin yıldönümleri, tanrıların insanlık tarihindeki eylemlerinin kutlamaları ve ayrıca cenazeler, cenaze törenleri, eve taşınma etkinlikleri ve doğumlar vardı. Tüm bunlar ve daha fazlası bir parti ya da festivalle kutlanırdı.

Eski Mısır festivallerinin her biri, etkinliğin niteliğine bağlı olarak benzersizdi, ancak hepsinin ortak noktası içki içmek ve ziyafet çekmekti. Mısır diyeti çoğunlukla vejetaryendi ve tahıl (buğday) ve sebzelerden oluşuyordu. Et çok pahalıydı ve genellikle sadece kraliyet mensupları bunu karşılayabiliyordu. Etin kurak Mısır ikliminde muhafaza edilmesi de zordu ve bu nedenle ritüel olarak kesilen hayvanların hızlı bir şekilde kullanılması gerekiyordu.

Festivaller, isteyenler için et yemek de dahil olmak üzere her türlü aşırılığa kaçmak için mükemmel bir fırsattı, ancak her toplantıda kendini şımartmak uygun değildi. Tarihçi Margaret Bunson'ın açıkladığı gibi, her kutlama ya da anma töreninin kendine özgü özellikleri vardı:

Thebes'de tanrı Amun onuruna düzenlenen Vadinin Güzel Bayramı, tanrıların kabuklarından oluşan bir geçit töreni, müzik ve çiçeklerle kutlanırdı. Dendera'da kutlanan Hathor Bayramı, tanrıça kültü efsanelerine uygun olarak bir zevk ve sarhoşluk zamanıydı. Busiris'teki Tanrıça İsis şöleni ve Bubastis'teki Bastet onuruna düzenlenen kutlama da şenlik ve sarhoşluk zamanlarıydı. (91)

Bu festivaller “normalde dini nitelikteydi ve tapınaklarda ay takvimiyle bağlantılı olarak düzenlenirdi” ancak “insanların günlük yaşamlarındaki belirli olayları da anabilirlerdi” (Bunson, 90). Cenazelerde, bekleneceği üzere, insanlar saygılı bir şekilde siyah giyinirken (rahipler genellikle beyaz giyerdi), doğum günlerinde veya diğer kutlamalarda kişi istediği kıyafeti giyerdi. Bastet Festivali'nde kadınlar, tanrıçanın onuruna sık sık kaldırdıkları kısa bir kiltten başka bir şey giymezlerdi.

Eski Mısır'da giysiler pamuktan dokunmuş ketendi. Predynastic ve Erken Hanedanlık Dönemlerinde hem kadınlar hem de erkekler basit keten kiltler giyerlerdi. Çocuklar doğumdan on yaşına kadar çıplak gezerlerdi. Bunson, “Zamanla kadınlar, açıkta kalan göğüslerinin hemen altından sarkan imparatorluk tipi uzun bir etek giydiler. Erkekler basit kiltlerini giymeye devam ettiler. Bunlar egzotik renklere ya da desenlere boyanabiliyordu, ancak dini ritüellerde ya da saray etkinliklerinde muhtemelen beyaz renk kullanılıyordu"(67). Yeni Krallık döneminde kadınlar göğüslerini örten ve ayak bileklerine kadar uzanan keten elbiseler giyerken, erkekler kısa kilt ve bazen bol bir gömlek giyiyordu.

Alt sınıftan kadınlar, kadın köleler ve kadın hizmetçiler Yeni Krallık dönemi boyunca genellikle sadece kilt giyerken gösterilmiştir. Aynı dönemde, kraliyet mensubu ya da soylu kadınlar omuzdan ayak bileklerine kadar uzanan formda elbiseler giyerken, erkekler ise şeffaf bluzlar ve etekler içinde görülmektedir.

Her sosyal sınıftan insanların çoğu, ayakkabıya ihtiyaç duymayan tanrılara öykünerek yalınayak gezerdi. Özel günlerde ya da uzun bir yolculuğa çıkarken, ayaklarını yaralayabilecekleri bir yere giderken ya da soğuk havalarda sandalet giyerlerdi. En ucuz sandaletler dokuma tellerden yapılırken, en pahalıları deri ya da boyalı ahşaptan yapılırdı. Sandaletler, statü sembolü olarak görülmeye başlandıkları Orta ve Yeni Krallık dönemlerine kadar Mısırlılar için büyük bir öneme sahip görünmemektedir. En fakir insanlar yalınayak gezerken, iyi sandaletler alabilen bir kişi iyi durumdaydı. Bu sandaletler genellikle boyanır ya da oldukça ayrıntılı olabilen resimlerle süslenirdi.

Festival zamanlarında - ki Mısır yılı boyunca bu festivallerden çok sayıda vardı - rahiplerin giysileri beyazdı, ancak insanlar istedikleri her şeyi giyebilir ya da neredeyse hiçbir şey giymeyebilirlerdi. Mısırlılar hayatı dolu dolu yaşamak, yeryüzünde geçirecekleri tüm zamanı deneyimlemek istiyor ve ölümden sonra da devam etmesini bekliyorlardı.

Male Egyptian Mummy with Amulets
Tılsımlı Erkek Mısır Mumyası
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Kişinin dünyevi yaşamı ebedi bir yolculuğun sadece bir parçasıydı ve kişinin ölümü bir aşamadan diğerine geçiş olarak görülüyordu. Düzgün bir cenaze töreni her sınıftan eski Mısırlılar için son derece önemliydi. Ölen kişinin bedeni yıkanır, sargılara sarılır (mumyalanır) ve öbür dünyada isteyeceği ya da ihtiyaç duyacağı eşyalarla birlikte gömülürdü. Elbette kişinin ne kadar çok parası varsa, mezarı ve ölü hediyeleri de o kadar özenli olurdu, ancak en fakir insanlar bile sevdikleri için uygun mezarlar hazırlardı.

Düzgün bir defin olmadan, kişi Hakikat Salonu'na geçmeyi ve Osiris'in yargısından geçmeyi umamazdı. Dahası, bir aile öldüğünde ölüyü gerektiği gibi onurlandırmazsa, o kişinin ruhunun geri dönmesini neredeyse garanti altına almış olurlardı ki bu ruh onlara musallat olur ve her türlü belaya neden olurdu. Ölüyü onurlandırmak sadece o kişiye saygı göstermek değil, aynı zamanda o kişinin hayattaki katkılarına ve başarılarına da saygı göstermek anlamına geliyordu ki bunların hepsi tanrıların iyiliği sayesinde mümkün olmuştu.

Tanrılara karşı nezaket, uyum, denge ve minnettarlık bilinciyle yaşayarak, ölümden sonra Osiris'in huzurunda yargılandıklarında kalplerini gerçeğin tüyünden daha hafif bulmayı umuyorlardı. Aklandıktan sonra, öldüklerinde geride bıraktıkları günlük yaşamın sonsuzluğuna geçeceklerdi. Yaşamlarında ölümle birlikte kaybolmuş gibi görünen her şey öbür dünyada geri dönüyordu. Yaşamlarının her alanında verdikleri önem, sonsuza dek yaşamaya değer bir hayat yaratmaktı. Kuşkusuz pek çok kişi bu konuda başarısız olmuştur, ancak bu ideal uğruna çabalamaya değer bir idealdi ve eski Mısırlıların günlük yaşamlarına, etkileyici kültürlerini aşılayan ve onlara ilham veren bir anlam ve amaç aşılamıştı.

Yazar Hakkında

Joshua J. Mark
Joshua J. Mark, Dünya Tarihi Ansiklopedisi'nin kurucu ortağı ve İçerik Direktörüdür. Önceden tarih, felsefe, edebiyat ve yazı dersleri verdiği Marist College'da (NY) profesördü. Çok fazla seyahat etmiştir ve Yunanistan ve Almanya'da yaşamıştır.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Mark, J. J. (2016, Eylül 21). Antik Mısır'da Günlük Hayat [Daily Life in Ancient Egypt]. (M. Demirci, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/2-933/antik-misirda-gunluk-hayat/

Chicago Formatı

Mark, Joshua J.. "Antik Mısır'da Günlük Hayat." tarafından çevrildi Mine Demirci. World History Encyclopedia. Son güncelleme Eylül 21, 2016. https://www.worldhistory.org/trans/tr/2-933/antik-misirda-gunluk-hayat/.

MLA Formatı

Mark, Joshua J.. "Antik Mısır'da Günlük Hayat." tarafından çevrildi Mine Demirci. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 21 Eyl 2016, https://www.worldhistory.org/article/933/daily-life-in-ancient-egypt/. İnternet. 27 Haz 2025.