Søren Kierkegaard

Tanım

Donald L. Wasson
tarafından , Nizamettin Karaben tarafından çevrildi
tarihinde yayınlandı 25 Haziran 2024
Diğer dillerde mevcuttur: İngilizce, Fransızca, Farsça, İspanyolca
Bu makaleyi dinleyin
X
Makaleyi Yazdır
Søren Kierkegaard (by Royal Danish Library, Public Domain)
Sören Kierkegaard
Royal Danish Library (Public Domain)

Søren Kierkegaard (1813-1855), Danimarkalı bir filozof olup Jean-Paul Sartre (1905-1980) ve Martin Heidegger (1889- 1976) gibi dönemin önemli filozoflarını etkileyen ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilir. Eserleri yabancılaşmanın, endişenin ve saçmalığın bir yansımasını dile getirirler. Eserlerinden bazıları; Either/Or – Ya /Ya da (1843), Fear and Trembling/ Korku ve Titreme (184) ve The Concept of Anxiety/ Kaygı Kavramı (1844).

Kayıtsız kalan ve adeta birbirleriyle düşman bir toplum karşısında bireyin önemine olan inancı nedeniyle varoluşçu arkadaşları nezdinde önemle benimsenmiştir. Bununla birlikte, diğer varoluşçu filozoflardan farklı olarak Kierkegaard’ın felsefi çalışmalarında güçlü bir teolojik damar da vardır. Yazar Denise Despeyroux, The Philosophers/Filozoflar adlı eserinde, Soren Kierkegaard yaşam tarzının, eserlerini renklendiren acı dolu deneyimlerle dolu olduğunu yazar. Bu eserleri “büyük dramatik ve şiirsel güç sergiliyorlar: Benzetmeler, aforizmalar, hayali mektuplar ve hayali günlüklerin yanı sıra takma ad ve hayali karakterler vardır” (110). Yazar Despeyroux, Kierkegaard’ın aynı zamanda dini konularda verdiği mücadelesi, kendi kuşağı diğer yazar ve düşünürler için “güçlü bir teşvik” işlevi gördüğünü de ifade eder.

Doğumu ve Eğitim Dönemi

Søren Kierkegaard, 05 Mayıs 1813 tarihinde, Danimarka’nın Kopenhag kentinde, varlıklı bir ailenin yedi çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya gelmiştir. Babası Micheal Kierkegaard başarılı bir iş adamıydı; annesi Ane Sorensdatter Lund ise kocası Micheal’in ölen ilk karısının bir zamanlar hizmetçiliğini yapıyordu. Søren, babasının onun hayatında en etkili kişi olduğunu iddia etmişti. Ne yazık ki, kaygı ve kişisel iç sorunlardan çok acı çekmiş ve bu sorunu babasından kendisine “miras kalmıştır.” Baba Micheal son derece dindar bir kişi olup Lutherci dindarlığının bir üyesiydi ve geçmişteki günahları nedeniyle – bir zamanlar Tanrı’ya lanet bile okumuştu – çocuklarından hiç birinin 33 yaşını, yani İsa Mesih’in çarmıha gerildiği yaşı geçmeden bu dünyadan göç edeceklerine inanıyordu. Søren Kierkegaard, 21 yaşına gelmeden önce, adeta kendisini gerçekleştiren bir kehanet misali, beş erkek ve kız kardeşi ile annesi ölmüş, sadece Søren ve erkek kardeşi Peter hayatta kalmışlardı. Yıllar içinde korkuları gerçek olan baba Micheal’e göre bu İlahi bir cezanın işareti idi. Yazar Jeremy Strangroom Büyük Filozoflar/The Great Philosephers adlı eserinde Søren Kierkegaard’ın çocukluk döneminde “deli” gibi olduğu ve “bir günah işlenme sonucundan Dünya’ya gelmiş olduğunu” ileri sürmektedir (100). Soren açısında konu ele alındığında, ne yazık ki babasının “kötümser ve kasvetli dini bakış açısını oğluna” aktardığı ifade edilmektedir.

KIERHEGAARD, YAZILARINDA BELİRTİLEN İÇSEL İŞKENCE VE ENDİŞEDEN TÜKENMİŞTİR.

Kaotik bir çocukluk dönemi geçirmesine rağmen, eğitim dönemi “şaşırtıcı derecede normal seyrediyor”, seçkin bir özel okula devam ediyor (the Borgedydskolen) ve “derslerinde sınıf arkadaşlarından daha üstün” olarak görülüyordu. Babasının önerisi üzerine papaz olmak düşüncesiyle daha 17 yaşında Kopenhag Üniversitesine girmiş, teoloji, felsefe ve edebiyat eğitimini almıştır. 1838 yılında daha üniversitede öğrenci iken babası da ölmüş ve ona büyük bir miras kalmıştı. 1840 yılında mezun olduktan sonra bağımsız bir yazar ve düşünür olarak hayatına başlamıştı. Ancak bu dönem onun için, yazılarından da anlaşıldığı üzere, içsel ıstırap ve endişeyle dolu olup tüketilen bir hayat olmuştur.

Mezun olduktan kısa bir süre sonra kendisinden on yaş küçük olan Regine Olson ile nişanlanma hatasını yaptığını düşünmüş, nişanlandıktan sonra zaten pişmanlık yaşamıştı. Bir yıl sonra, 1814 yılında, melankolik mizacının kendisinin evliliğe uygun olmadığını ve Regine Olson’un da entelektüel açıdan kendisiyle uyumsuz olduğuna inanarak nişanı bozmuştu. Nişanlısı Regine ile olan ilişkisi Søren Kiekergaard üzerinde kalıcı bir etki yaratmış olup hem günlüklerinde ve hem de diğer eserlerinde bu etkinin izleri görülmektedir. İstemediği bir nişanlılıktan kurtulmuş ve büyük bir mirasa sahip olmasından dolayı yazar olarak kariyerine başlamakta kendisini özgür hissediyordu. Hayatı boyunca, garip bir şekilde, yaşamakta olduğu Kopenhag’dan sadece üç kez ayrılmış ve boş zamanlarının çoğunu şehrin sokaklarında dolaşarak veya tiyatroya giderek geçirmiştir.

İnsanlık Durumu

Søren Kierkegaard, 21 yaşına geldiğinden beri tuttuğu günlükleri sayesinde eleştirmenler ve savunanlar onun hem acı dolu kısa hayatını ve hem de felsefesini anlama fırsatı bulabilmişlerdir. Takma adla yazarken ironi, hiciv ve mizah kullanarak okuyucuları haberciye değil de verilen mesaja odaklanmalarını sağlamıştı. Felsefesi Danimarka’da benimsenen egemen felsefe olan ve dönemin önde gelen filozoflarından biri George Wilhelm Friedrich Hegel’in (1770-1831) parodisini takma bir adla yazmıştı. Dönemin diğer filozofları gibi Hegel de dini ve Hıristiyan inancını daha akla uygun ve daha anlaşılır hale getirmeye çalışmıştır. Ancak, Kierkegaard, hem dinin ve hem de Hıristiyan inancın rasyonel anlayışın dışında olduğunu savunmuştur.

Kierkegaard by Gamborg
Kierkegaard ; Gamborg
Royal Danish Library (Public Domain)

Hegel de olduğu gibi, Kierkegaard’ın da felsefi görüşleri insanlık durumu kavramı konusunda hem geçmiş ve hem de çağdaş birçok düşünür ile fikir ayrılığı içindeydi. Bütün düşünce tarihinin aslında yanlış kaygılarla meşgul olduğuna inanıyordu. Antik Yunanlılardan bu yana felsefe, dünyayı anlamak ve anlamlandırmak üzere akıl ve deneyimi kullanmış ancak insanlık durumunu gerçekten anlamaktan başarısız olunmuştur. Kierkegaard bu konuda şunu yazmıştır; “Her çağın kendine özgü bir ahlaki bozukluğu olmuştur. Bizim çağımız belki zevk veya şehvet düşkünlüğü değil, daha ziyade bireysel insana yönelik kalıcı bir panteist küçümsemedir” (Sokes 145). Bulunduğu yaşın, tutkudan yoksun bir yaş olduğuna inanıyordu.

Hakikat ve Varlık

Søren Kierkegaard, öznel ve nesnel gerçekler dediği şeylere tanımlama getirmiştir. Nesnel bir gerçeklik, bir kişi onu kabul etse de, etmese de doğru olan bir şeydir. Öznel gerçek ise, (Kierkegaard’ın tercih ettiği) bir kişi için doğru olabilen ancak başkası için doğru olmayabilen bir şeydir. Nesnel gerçekler bir grup tarafından yaratılır, “bir iç görü, bilgelik ve hakikat kaynağı olarak” güvenilir değildir (Mannion, 126). Grup düşüncesi zihniyetini aşıp temellerine geri dönerek Hıristiyanlığı ortalama bir Hıristiyan için erişilebilir kılmak istiyor, bir aracının olmaması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre, “Din, doğrudan birey ile Tanrı arasında kalmalıdır.” Kierkegaard, bunun sadece Pazar günleri Kiliseye gitmekle değil, kişi inancının ilkelerine göre bir hayat yaşamakla yapılabileceğini yazmıştır.

Ya/Ya da (Either/Or) adlı kitabında, bir kişinin, hayatını nasıl yaşamayı seçebileceğine dair iki varoluş biçimini sunar. İlki; otantik tarzda bir hedonisttir, anında tatmin olmanın ve anı yaşamanın önemine vurgu yapar. İkincisi ise, görev ve zorunlulukla ilgilenen, kişi benliğini ahlaki bir yaşama adanmış olan etkin bir tarzdır. Ancak, kişinin mutluluğu ve tatmini bulabileceği üçüncü bir seçenek daha vardır: Dini alan.

İnanç Sıçraması

Søren Kierkegaard, kalabalık bir toplum içinde birey olabilmeyi kutlamış, topluluk inançlarının genellikle yanlış olduklarını, insan olmanın, karar vermek ve kişi yoluna çıkan engellerle yüzleşmek anlamına geldiğini iddia etmiştir. Ona göre yapılan her seçim, eğitim veya toplumsal geleneğin etkisinden bağımsız olarak, kendi değerlerine göre yapılmalıdır, hatta geleneksel toplumsal ahlaki görüş bile özneldir. Bir kişi, toplumun inandığı şeylerin zorlukları nedeniyle inançlarından sapmamalı veya saptırılmamalıdır. Kişi, inandığı şeyin arkasında durabilecek dürüstlüğe sahip olmalıdır. Yazar James Mannion, Essentials of Philosophy/ Felsefenin Temelleri adlı eserinde “yabancılaşma ve sosyal dışlanmanın kesinlikle suçlandığını, özgürlüğün korkuyu beraberinden getirdiğini” yazmıştır (125). Bu öz farkındalık ve bağımsızlık kolay elde edilmez ve de kişi başkalarının görüşlerine karşı mücadele etmek zorundadır. Kierkegaard, entelektüel açıdan bağımsız bir yaşam sürmenin doğal tepkisinin Almanca’da kaygı anlamına gelen bir kelime olan angst olarak bilinen şey olduğunu söyler. Kilise ve teoloji, mantıksız ve kanıtlanamaz felsefi konular oldukları için kaygıyı hafifletmeye pek yardımcı olmadıklarına inanıyordu.

Bu önermesini okuyan çağdaşlarının çoğu Kierkegaard’ın Hıristiyan karşıtı olduğunu varsayıyorlardı; oysa mizaç olarak son derece içten bir Hıristiyan ve muhafazakâr bir kişiydi, ancak Kilise’nin yolunu kaybettiğini düşünüyor ve Hıristiyanlığın gerçek anlamını yaymak istiyordu. Ona göre, “Danimarkalı Hıristiyanlar, Danimarka Devlet Kilisesi yorumuna göre adeta bir fabrika işçisinin mümkün olan en büyük tekdüzeliğiyle idare ediliyorlar” (Yasa 124). Søren Kierkegaard’a göre, kendisini Hıristiyan olarak gören çoğu insan kendi inancı içine doğmuştur ve bunu yalnızca Pazar günleri Kilise’ye giderek, Kilise dogmasını akılsızca izleyerek uygular. Gerçek bir Hıristiyan, inancının ilkelerine göre yaşamalıdır. Hıristiyan inancının “derin, kişisel bir bağlılık göstermeyi ve her şeyden önce ilahi otoriteyi kabul etmeyi” içerdiğini söyler (124). “Gerçek Hıristiyan inancının” makul ve doğal olanın ötesinde yaşamı dönüştüren bir sıçrama yapmayı içerdiğine inanıyordu. Bu durum, Kierkegaard’a göre, kişinin tekraren yapması gereken bir inanç sıçramasıdır.

KIERKEGAARD, AKLIN, İMANI ZAYIFLATACAĞINA, HİÇ BİR ZAMAN HAKLI ÇIKARMAYACAĞINA İNANIYORDU.

Søren Kierkegaard, aklın, imanı sadece zayıflatabileceğine, onu asla haklı çıkarmayacağına inanıyordu. Dini inanç, bir akıl meselesi değil, bir iman meselesidir. René Descartes (1596-1650), Thomas Aquinas (ölümü 1274) ve Saint Anselm of Canterbury (1033-1109) gibi filozoflar ontolojik argümanlarla Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmışlardı; ama bu çalışmanın Tanrı’ya olan inançla hiçbir ilgisi yoktu. İnsanın tutkuyla Tanrı’ya inanmayı seçmesi gerekir. Bu entelektüel bir egzersiz değildir.

Søren Kierkegaard, Korku ve Titreme adlı eseri konularını Johannes de Silentio veya John of Silence takma adıyla yazmıştı. Tanrı’nın, Hz.İbrahim’e oğlu İshak’ı kurban etmesi emriyle ilgiliydi. Bazı eleştirmenlere göre böylesi bir ibadet şekliyle masum bir insanın öldürülmesine göz yumuluyordu, ancak Kierkegaard bu noktanın farkına varmış ve Hz.İbrahim eyleminin aslında nefretten değil, Tanrı’ya olan sevgisinden kaynaklandığını vurgulamıştır; bütün bu durumlar birer inanç sıçramasıydı. Immanuel Kant (1724-1804), masum bir çocuğu kurban etmenin ahlaka aykırı olması nedeniyle Hz.İbrahim’in hatalı olduğunu düşünüyordu. Kierkegaard ise, Hz.İbrahim inancını Yahudi-Hıristiyan inancının bir örneği olarak görüyor, Hz.İbrahim’in “ata topraklarını terk edip vaat edilen diyarlara misafir olduğunda” imanının gereğini yerine getirmesini gösterdiğini yazmıştır... Ve yaşlı adam, tek umuduyla orada durdu! Ama şüphe etmedi; sağa sola endişeyle bakmadı, dualarıyla Cennete meydan okumadı, kendisini sınayanın Yüce Allah olduğunu biliyordu...” (Korku ve Titreme, 20). Hz.İbrahim ahlaki kanundan başka bir kanun olan İlahi Kanuna iman ediyordu. Ve Hz.İbrahim gibi, bir kişinin de toplumu yönetmede uygulanan ahlaki ilkelerden başka bir şeye inanma hakkı vardır. Gerçek bir Hıristiyan, görevinin ahlak hukukuna değil, daha üstün bir otoriteye, “ahlak kanunu kaynağı” olan Tanrı ile karşı karşıya olduğunun bilincinde olan kişidir (Kanun 125-125).

Statue of Søren Kierkegaard
Søren Kierkegaard Heykeli
Christian Bickel (CC BY-SA)

Önemli Eserleri

Yazar Keirkegaard’ın dikkate değer önemli eserlerinden bazıları:

  • İroni Kavramı Üzerine (1841) – Hegel eleştirisi
  • Ya / Ya da - Either/Or (1843) – üç varoluş tarzından ikisini karşılaştırıyordu; Estetik ve etik
  • Yineleme (1843) – varoluş tarzlarından üçüncüsünü sunuyor; dini alan
  • Korku ve Titreme (1843), Johannes de Silentio adıyla – İncil’de geçen İbrahim ve onun Tanrının emriyle oğlu İshak’ı neredeyse kurban etmesiyle ilgili öyküsünün bir tartışması
  • Kaygı Kavramı Üzerine (1844) – kaygı ve endişe konularına bir bakış

Ölümü ve Etkisi

Varoluşçuluk felsefesinin babası Søren Kierkegaard, kesin ölüm nedeni bilinmese de, 11 Kasım 1855 tarihinde, 42 yaşında, Kopenhag’da, muhtemelen tüberküloz hastalığından dolayı ölmüştür. Tartışma konularından biri, Kilise karşısında sergilediği mücadelesinin yanı sıra yoğun yazma programı stresinden dolayı sağlığının bozulmasına neden olduğudur; bir anda yere yığılmış ve ölmüştür. Kierkegaard, Danimarka’daki Lutheren Kilisesi, diğer yazarlar ve çağdaş toplumla sürekli tartışmaya “karışıyordu”. Hayatının sonlarına doğru kişisel itibarı zedelendiği bilinirken, diğer yandan da, varoluşçu arkadaşı Jean-Paul Sartre ve Martin Heidegger’ın yanı sıra Karl Popper ve Ludwing Wittgenstein gibi önemli filozoflar üzerindeki etkisiyle tanınmıştır.

Yazar Jeremy Stangroom’a göre filozof yazar Kierkegaard aslında yazılarının yaşamı süresinde kabul görmeyeceğinin farkındaydı ve eserlerinin çoğu zaten anonim bir imzayla yazılmıştır. Ancak sonraki dönemlerde bu yazılarının önemi anlaşılmıştır. Søren Kierkegaard’ın önemli bir entelektüel kişilik haline gelmesi Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ve varoluşçuluk felsefesinin ortaya çıkmasından sonra olmuştur. Bu entelektüel kişiliğinin oluşması öncellikle birey özgürlüğünün önemine vurgu yapmasından kaynaklanıyor; düşüncelerinden varoluşçu olarak bahsediyordu. Stokes’a göre Kierkegaard kendi gerçeğini arıyordu; kendisi için doğru olan ve uğruna yaşayıp ölebileceği bir gerçeği. Bu varoluşçuluk felsefesinin bir temasıydı; onu ilk varoluşçu yapan konudur. Søren Kierkegaard felsefesinin temelinde nihilizm olarak yorumlanabilecek irrasyonellik kavramı da yer alır, ancak nihilizm, hayatı anlamsız gördüğü için bütün dini ve ahlaki ilkeleri reddeder. Kierkegaard elbette bir nihilist değildi, dini de reddetmemiştir. Danimarka Kilisesi konusunda yalnızca gördüğü haliyle Kilise sorgulamasını yapıyordu. Hıristiyan olduğunu hiçbir zaman inkâr etmemiş, sadece Pazar Hıristiyanlarından hoşlanmamıştı.

Sorular & Cevaplar

Kierkegaard düşüncesi ana fikri neydi?

Kierkegaard, kayıtsız kalan ve adeta birbirleriyle düşman bir toplum karşısında bireyin önemine inanıyor ve toplum karşısında bireyi yüceltiyordu.

Kierkegaard Hıristiyanlığa inanıyor muydu?

Kierkegaard hiçbir zaman Hıristiyanlığı reddetmemiş; Danimarka Kilisesini kendi düşüncesine göre sorgulamış ve Pazar Hıristiyanlarından hoşlanmamıştır.

Kierkegaard'ın varoluşçuluk felsefesi neydi?

Birey özgürlüğünün önemini vurgulamış ve uğruna yaşayıp ölebileceği bir gerçeğin arayışındaydı.

Çevirmen Hakkında

Nizamettin Karaben
Tarih; Dinler Tarihi/Teopolitik; Siyasi Tarih; Sosyal Antropoloji; Mitoloji; Dilbilimi; Ekonomi Politik; Edebiyat konuları ilgi alanlarım.

Yazar Hakkında

Donald L. Wasson
Donald, Lincoln College'da (Normal, Illinois) Antik, Ortaçağ ve ABD Tarihi üzerine dersler vermiştir ve Büyük İskender'i öğrendiğinden beri her zaman kendini bir tarih öğrencisi olarak nitelemiştir ve öyle nitelemeye de devam etmektedir. Edindiği bilgileri öğrencilerine aktarmaya hevesli biridir.

Bu Çalışmadan Alıntı Yapın

APA Stili

Wasson, D. L. (2024, Haziran 25). Søren Kierkegaard [Søren Kierkegaard]. (N. Karaben, Çevirmen). World History Encyclopedia. Erişim adresi https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-23220/soren-kierkegaard/

Chicago Stili

Wasson, Donald L.. "Søren Kierkegaard." Çeviren Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. Son değişiklik Haziran 25, 2024. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-23220/soren-kierkegaard/.

MLA Stili

Wasson, Donald L.. "Søren Kierkegaard." Çeviren Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 25 Haz 2024. Web. 11 Eki 2024.