Mezopotamya Dönemi Sanatı ve Mimarisi

Tanım

Joshua J. Mark
tarafından yazıldı, Burak Yildiz tarafından çevrildi
22 Şubat 2023 tarihinde yayınlandı
X
translations icon
Diğer dillerde mevcut: İngilizce, İspanyolca
Babylonian Lion (by Osama Shukir Muhammed Amin, Copyright)
Babil Aslanı
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Antik Mezopotamya Dönemi'ne ait sanat ve mimari eserler, 7.000 yılı aşkın tarihleriyle dünyadaki en eski kültür örnekleri arasında yer almaktadır. Söz konusu bu eserler öncelikle Kuzey Mezopotamya'da Obeyd Kültürü ya da Ubeyd Dönemi'nden (M.Ö. 5000-4100 civarı) önceki tarihlerde ortaya çıkmış ve daha sonrasında güneyde, Uruk Dönemi'nde (M.Ö. 4100-2900) ilk tarihi uygarlığı kuran Sümer'de şekillenmeye başlamıştır.

Kimi araştırmacılara göre İndus Vadisi Uygarlığı ya da Harappa Uygarlığı'nın (yaklaşık M.Ö. 7000 - yaklaşık M.Ö. 600) ortaya koyduğu eserler Mezopotamya'dakilerden öncesine dayanmaktadır, ancak İndus Vadisi'ndeki gelişmelere ilişkin bulgular Erken Harappa Dönemi'ne (yaklaşık M.Ö. 5500-2800) gelene kadar görülmemektedir; bu dönemde Mezopotamya'daki eserlerin çoktan yerleşik hayata geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. İlk sanat eserlerine ve yapılara Kuzey Mezopotamya'da, günümüz Türkiye'sindeki Göbekli Tepe (M.Ö. 10.000 civarı) ve Çatalhöyük (M.Ö. 7500 civarı) ile Suriye'deki Tell Brak antik kenti (M.Ö. 6500-5000 civarı) gibi yerleşim yerlerinde rastlanmaktadır.

Reklamları Kaldır
Advertisement

Bu eserlerin ortaya çıkış süreci ilerleyen dönemler boyunca devam etmiştir, ancak yer darlığı nedeniyle Hitit ve Kassit dönemlerine değinilmeyecektir:

  • Ubeyd Dönemi - M.Ö. 5000-4100 civarı
  • Uruk Dönemi - M.Ö. 4100-2900
  • Erken Hanedanlık Dönemi - M.Ö. 2900-2334
  • Akad Dönemi - M.Ö. 2334-2218
  • III. Ur Dönemi - M.Ö. 2047-1750
  • Eski Babil Dönemi - M.Ö. 2000-1600 civarı
  • Hitit Dönemi - M.Ö. 1700-1200
  • Kassit Dönemi - M.Ö. 1595 civarı - 1155 civarı
  • Asur Dönemi - M.Ö. 1307-912 civarı
  • Yeni Asur Dönemi - M.Ö. 912-612
  • Yeni Babil Dönemi - M.Ö. 626-539
  • Ahameniş Pers-Sasani Pers Dönemi - yaklaşık M.Ö. 550'den M.S. 651'e kadar

Sanat eserleri arasında çeşitli rölyefler (kabartmalar), heykeller, metal döküm heykeller, seramikler, mücevherler, silindir mühürler, steller (stelalar) ve anıtsal heykeller, obeliskler (dikilitaşlar) ve duvara yapılmış resimler bulunmaktadır. Ziggurat (Akatça: ziqqurrat, zaqā "yükselmiş yere kurmak") ile simgeleşen Mezopotamya abidevi mimarisi, aynı zamanda Sümerlerin yaptığı ilk devasa büyüklükteki saray ve tapınakların yanı sıra kent planlaması, kemerler, kanallar ve su kemerleri, peyzajlı bahçeler ve mimariye özgü süslemelerden de sorumlu olmuştur. Söz konusu bu erken dönem yenilikleri sonraki dönemler boyunca bölgede daha da mükemmelleşecek ve Yakın Doğu ve Akdeniz bölgelerindeki farklı kültürlerin eserlerine de etki edecektir.

Reklamları Kaldır
Advertisement

En Eski Sit Alanları ve Kullanılan Temel Malzemeler

Her ne kadar Göbekli Tepe yerleşimi M.Ö. 10.000 civarına dayansa da, bu alandaki bilinen ilk yerleşimlerin bundan daha eski olduğu ve büyük ihtimalle de çoğu bilim insanının bir tapınak olduğuna inandığı bu yapının yapımı amacıyla kurulduğu düşünülmektedir. Günümüz Türkiye'sinde bulunan Nevalı Çori gibi başka yerleşim yerleriyle kıyaslandığında Göbekli Tepe, anıtsal mimarinin (Göbekli Tepe'deki dünyanın bilinen en eski megalit taşları da dâhil olmak üzere) yanı sıra üzerinde çeşitli rölyeflerin (kabartmaların) da bulunduğu dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biridir.

GÖBEKLİ TEPE, ANITSAL MİMARİ ÖZELLİĞE SAHİP EN ESKİ SİT ALANLARDAN BİRİDİR.

Mimari açıdan sit alanı, kimi üzerinde alçak ve yüksek kabartma şeklinde vahşi yaşam tasvirleri oyulmuş kireçtaşından T biçimli sütunlara yer veren dairesel alan ve dörtgen yapılardan oluşmaktadır. Heykellerde insanın faaliyetlerine dair pek az bulgu vardır ve bunlar görünüşe göre doğal dünyaya ve hatta kimi yorumlara göre insanların tanrılarla olan ilişkisine odaklanmaktadır. Her ne kadar Göbekli Tepe'nin tasarımının ve bu yerleşim yerinde bulunan eşyaların daha sonraki yerleşimden farklılık göstermesi sebebiyle bu iddiaya itiraz edilse de, kimi araştırmacılar bu sit alanını ilerleyen zamanlarda kurulan Çatalhöyük yerleşimiyle bağdaştırmaktadır.

Reklamları Kaldır
Advertisement

Her ne amaca yönelik olursa olsun, Göbekli Tepe başlangıçta ritüelle bağlantılı komünal bir yaşam alanıyken, Ҫatalhöyük tamamıyla yerleşim amaçlı bir yerdi. Çatıdaki bir delikten merdiven ya da basamak yardımıyla ulaşılan, birbirine bitişik durumdaki kerpiç yapılardan ibaret olan bu yerleşim yerinde hiçbir kamu binasına rastlanmamıştır. Sit alanındaki sanatsal eserler arasında duvar resimleri ve heykellerin (örneğin meşhur Oturmuş Ҫatalhöyük Kadını ya da ''Oturmuş tanrıça'' diye de bilinir) yanı sıra seramikler de bulunmaktadır. Sanat eserleri doğal dünyaya ve bereket kavramına odaklanıyor gibi görünmektedir, zira pek çok eser kadın figürlerini ve erekte olmuş fallusları (erkeklik organlarını) temsil etmektedir.

Çatalhöyük
Çatalhöyük
Omar Hoftun (CC BY-SA)

Ҫatalhöyük ahalisi kendi heykelleri yapımında kil, kireçtaşı, mermer ve bunun gibi başka malzemelerden faydalanmış ve boyalarını doğadaki maddelerden elde etmiştir. Figürinler (Heykelcikler), heykeller ve freskler (duvar resimleri) çoğu zaman dinsel kavramları temsil ettiği yönünde yorumlansa da bu görüş evrensel düzeyde kabul görmemektedir. Sit alanında kentsel planlamaya dair herhangi bir bulgu bulunmamaktadır. Sokaklar, avlular ya da kamuya açık meydanlar bulunmadığından, birbirlerine bitişik binalar ve insanların çatı katlarını komünal faaliyetler ve gezinti amaçlı kullanmasıyla adeta doğal bir oluşum göstermiştir.

Ubeyd & Uruk Dönemleri

Ҫatalhöyük çevresindeki bölgenin insanlarının, M.Ö. 5000 civarında Mezopotamya düzlüklerine inen dağlardaki kimliği bilinmeyen halklarla (büyük olasılıkla ''Sümerler'') birlikte ya da onlardan daha önce güneye göç ettikleri düşünülmektedir. Ubeyd Dönemi sanatının başlıca ayırt edici özelliği, dairesel şeritler hâlinde boya ve zikzak desenleriyle bezeli seramikler ve hayvan tasvirleridir. Bunların dışında – meşhur 'kertenkele insan' figürinleri gibi çeşitli eserler – ve kimi araştırmacılara göre silindir mühürün bilinen en eski biçimi olan damga mühürleri bulunmaktadır.

Reklamları Kaldır
Advertisement

Antik Sümer kenti Girsu'nun kalıntılarında keşfedilen ve kollarını iki yanındaki bir hayvana doğru uzatmış bir insan figürünü tasvir eden damga mühürler en iyi bilinenler arasındadır. Günümüzde 'Hayvanların Efendisi' (ya da 'Hayvanların Hanımı') olarak bilinen bu motifin, tanrıların hayvan yetiştiriciliğiyle düzeni sağlaması, vahşi doğanın kontrol altına alınması kavramıyla bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Söz konusu bu motif, Mısır da dâhil olmak üzere tüm Yakın Doğu'da ve Yunanistan ile Roma gibi Akdeniz kültürlerinde sanat eserlerinde yer almıştır.

Terracotta Female Figurines from the Ubaid Period
Ubeyd Dönemi'ne Ait Pişmiş Toprak Kadın Figürinleri
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Ubeyd Dönemi mimarisi, kerpiçten ya da kamıştan yapılan dörtgen konutlarıyla Çatalhöyük mimarisine benzemektedir; ancak bu çağın insanları, günümüz araştırmacılarına bakılırsa kerpiç ya da kamıştan evlerin yapımından esinlenerek kemerin eski bir modelini içeren tapınaklar da dâhil olmak üzere ilk kamu binalarını inşa etmişlerdir. Saz demetlerinin bükülerek bir evin çatısını oluşturması, aynı şeklin kerpiçten yapılmış yapılardaki kapı girişleri üzerinde de uygulanmasını önermiş ve böylece en eski kemerli geçitlerin ortaya çıkmasını sağlamış olabilir.

Ubeyd Dönemi halkının da ilk zigguratları kurduğu düşünülmektedir, ancak öyle ise bu anıtsal mimari Uruk Dönemi'nde varlığını iyice hissettirmiştir. Uruk Dönemi mimarisinin, yapı teknikleri ve kentsel planlama bakımından Tell Brak antik kentine benzer bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Uruk Dönemi'nde ilk kentler ortaya çıkmıştır ve Sümerlere göre bunların en eskisi, Eridu, yani tanrıların krallığı ve dünyanın düzenini kurduğu yer olmuştur.

Reklamları Kaldır
Advertisement

Saraylar, tapınaklar, sanayi bölgeleri, kamusal binalar ve bu dönemdeki üst tabaka konutları kerpiçten, alt tabaka evleri ise sazlıktan yapılmıştır. Çoğu kentin etrafını gözcü kuleleriyle birlikte surlar çevreliyordu ve bunların ve yapıların tasarımında kemerin kullanıldığı net bir şekilde görülüyordu. Duvarlar ve yapılar fırınlarda pişirilmiş ya da güneşte kurumaya bırakılmış dairesel kerpiçten yapılmıştır.

The Warka Vase
Warka Vazo
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

M.Ö. 3500'lerde yazının da ortaya çıktığı bu döneme ait sanat eserleri arasında silindir mühürler, seramikler, heykeller, dekoratif amaçlı tabletler, rölyefler (kabartmalar) ve muskalar bulunmaktadır. Her ikisi de Uruk harabelerinde bulunan ve tanrıça İnanna ile bağdaştırılan Warka Maskesi ve Warka Vazosu en ünlü eserler arasındadır. Sanatsal eserler kil, kaymaktaşı, kuvars ya da farklı taşlardan yapılmıştır ve kimileri 'Hayvanların Efendisi' motifini sürdürürken, kimileri de net bir şekilde tanrılarla, tabiat dünyasıyla ya da her ikisiyle alakalı anlatımları tasvir etmektedir. Bu dönemde rahip-kral figürlü soylu heykelleri de oldukça detaylı bir görünüm sergilemektedir.

Erken Hanedan ve Akad Dönemleri

Uruk Dönemi'nde kanallar ve su kemerleri inşa edilmiş ve belirtildiği üzere kentler muhteşem zigguratları ile birlikte yükselmeye başlamıştır. Tüm bu ilerlemeler, krallığın ve rahipliğin birbirinden ayrı sorumluluk alanlarına bölündüğü ve M.Ö. 3200'lerde gözden geçirilen yazının Sümer'de ve kuzeye doğru kurulan scribal okullarında (yazım ve ''Eduba'' gibi Sümer dili öğrenilen kurumlar) öğretilmeye başladığı Erken Hanedanlık Dönemi'nde yaygınlaşarak sürmüştür. Bu dönemde tıpkı öteki zanaatlar gibi sanat ve mimari de gelişme göstermiştir. Sanatçı – ister mimar, ister şair, ister heykeltıraş ya da farklı bir zanaatkâr olsun – o zamana kadarki en unutulmaz eserlerden bazılarını ortaya koymuştur. Akademisyen Stephen Bertman bu konuda şunları söylüyor

Günümüzde sanatçı deyince akla gelen, yeteneğini kendini ifade etmek amacıyla kullanan bir şahsiyet, mali güvencesi pahasına da olsa geleneklere baş kaldırabilen bir konformisttir (''Uymacı'', ''uyumlu'' anlamına gelen sıfat). Bu konuda başarı elde edenler adlarıyla anılırlar. Her ne kadar bu günümüz sanatçıları açısından geçerli olsa da, bireyciliğin parladığı Yunan dışında, antik dönem sanatçılarında bu durum çoğunlukla geçerliliğini yitirmiştir. Bireyci ve gayri konformistten (uyumsuz) ziyade, çoğu antik sanatçı toplumun ve geleneğin hizmetkârlarıydı. Bu sanatçıların işverenleri, tapınak ya da saray merkezli devlet ve gündelik ihtiyaçlarını sağladıkları geniş halk kitleleriydi. Dolayısıyla Mezopotamya'nın sanatçılarını, geçimlerini beceri ve yetenekleriyle ürettikleri nesnelerin faydası ve güzelliğiyle güvence altına alan zanaatkârlar ve sanatkârlar şeklinde düşünmek çok faydalı olabilir: Bu nesneler çanak çömlek, duvar resimleri, mozaikler, cam, silindir mühürler, oyma fildişi ve mücevherlerin yanı sıra krallarını ve tanrılarını yüceltmek amaçlı yapılan heykellerdir. Üstlendikleri itaatkâr rol nedeniyle Mezopotamya'nın büyük sanatçıları hep anonim kalmıştır; kimlikleri yalnızca eserleri sayesinde hayatta kalabilmiştir. (214)

Her ne kadar bu durum çoğunlukla doğru olsa da, eserlerinde yazılı olan ya da daha sonrasındaki katiplerce kaynak gösterilen birkaç sanatçının adı bilinmektedir ve bu sanatçı ve zanaatkârlar çoğu zaman saygın bir konuma sahip olmuşlardır. Erken Hanedanlık Dönemi eserleri, antik Mezopotamya'da ticaretin gelişip kent devletlerinin zenginleşmesiyle nitelik ve nicelik bakımından daha önceki gayretleri gölgede bırakmıştır.

Bu döneme ait en iyi bilinen eserler arasında Ur Standardı (''Ur Sancağı'' olarak da biliniyor), Akbabalar Steli, Çalılıktaki Koç, Kraliçe Puabi'nin (yaklaşık M.Ö. 2600) başlığı ve Kraliçe'nin Boğa Başlı Lir'i de dâhil olmak üzere Ur harabelerindeki mezarından çıkarılan başka hazineler yer almaktadır. Ur Standardı (Ur Sancağı), üzerinde daha önceden Warka Vazosu'nda da uygulanan bir teknikle, bir yüzünde Mezopotamya Dönemi'ne ait savaş sahnelerini, öteki yüzünde ise barış sahnelerini içeren üç ayrı bölüm (bir hikâyeyi aktaran figürlerin yer aldığı yatay şeritler) hâlinde tasvir edilmiştir. Kral figürünün diğerlerine nazaran iri olması, onun statüsüne vurguda bulunur ki bu, Mezopotamya'nın tarihi boyunca tanrıları ve kralları tasvir etmeye devam edecek olan ve daha önceden de uygulanan bir tekniktir.

The Standard of Ur
Ur Standardı (Ur Sancağı)
Trustees of the British Museum (Copyright)

Bu motif Akad Dönemi'nde ve bilhassa bu dönemin en iyi bilinen eserlerinden biri olan Naram-Sin'in (hükümdarlık dönemi M.Ö. 2261-2224) Zafer Steli'nde etkili bir tarzda kullanılmıştır. Stel, mağlup ettiği düşmanlarının bedenlerini ayaklar altına alan devasa hükümdarı bir dağa tırmanırken tasvir etmektedir. Bu aynı teknik Naram-Sin'in amcası Rimuş'un (M.Ö. 2279-2271) Zafer Steli gibi başka Akad eserlerinde de görülür. Akad İmparatorluğu'nun kurucusu olan Akad Kralı Sargon'un (Büyük Sargon, hükümdarlık dönemi M.Ö. 2334-2279) bir tasviri olarak yorumlanan Akad Hükümdarının Bronz Başı da diğer ünlü Akad eserleri arasındadır. Bu başın bir zamanlar gerçek boyutlu bir heykelin parçası olduğu düşünülmektedir ve bir parçanın, bu durumda bronz olan malzemenin bir kalıba dökülmesiyle oluşturulduğu içi boş döküm bir figür örneğidir. Bu tür dökümlere ''Sargon'' ve ''Ur-Zababa'' adlı edebi yapıt da dâhil olmak üzere yazılı eserlerde rastlanmaktadır.

III. Ur Dönemi & Eski Babil Dönemi

III. Ur Dönemi'ne gelindiğinde saraylar ve tapınak kompleksleri, taştan oyulmuş heykellerle ya da aynı yöntemle metal döküm figürlerle bezeli, tamamen gelişmiş yapılar hâline gelmiştir. Akad Dönemi'nde iyice gelişmiş olan saray mimarisi, III. Ur Dönemi'nde tıpkı Bertman'ın tarif ettiği gibi tamamen biçimlenmiştir:

[Saray] iki avludan oluşuyordu ve bunlar birbirine arz salonu işlevi taşıyan bir taht odasıyla bağlanıyordu. Bunlardan dış avlu kamusal etkinliklerde, iç avlu ise hususi merasimlerde kullanılıyordu. Dış avluyu çevreleyen odalar ofis, atölye ve depo gibi işlevlere sahipken, iç avluyu çevreleyen odalarda ise kraliyet mensuplarının yaşam alanları ve ev içi ihtiyaçlarına yönelik yerler bulunurdu... Saray duvarları tören sahneleriyle ilgili resim tablolarıyla dekore edilebilirdi... ve bu yapının tamamını kapsayan bir savunma duvarı genellikle bulunurdu. (198)

Üçüncü Ur Hanedanlığı'nın ilk kralı Ur-Nammu ya da Ur-Namma, Ur-Engur, Ur-Gur (hükümdarlık dönemi M.Ö. 2047-2030), bahçeler ve yakınlardaki meyve bahçeleriyle donatılan pek çok yapı projesine imzasını atarken bu doğrultuda bir sarayda hükmetmiş olmalıdır. Ardından gelen oğlu Urlu Şulgi (hükümdarlık dönemi M.Ö. 2029-1982), babasının uyguladığı politikaları genişleterek sürdürmüş, yeni yollar inşa etmiş, çeşitli okullar açmış ve bahçelerle kaplı yol kenarlarında bulunan ilk hanları kurmuştur. Ayrıca Şulgi, babasının tamamlattığı Büyük Ur Zigguratı'nın yanı sıra farklı projeleri de tamamlamış ve elde ettiği kazanımları yazı ve sanat eserleriyle ölümsüzleştirmiştir.

Ziggurat of Ur (Artist's Impression)
Ur Zigguratı (Sanatçının Gözünden)
Mohawk Games (Copyright)

Temel figürleri adıyla bilinen, bakır döküm ve genellikle bir ayak boyunda olan heykellerde tasvir edilen Şulgi ve babası, bir sarayın ya da tapınağın temeline, bunu yaptıran kralı ya da onurlandırmak üzere dikilen tanrıyı şereflendirmek amacıyla yerleştirilirdi. İlk olarak Erken Hanedanlık Dönemi'nde görülen adaklık figürler, III. Ur Dönemi'nde iyice geliştirilmiştir. Bu figürler, farklı boyutlarda, büyük gözlü (bazen 'ebedi bakış' olarak da bilinir), dua eder gibi duran antropomorfik figürlerdir. Bu figürler varlıklı koruyucular aracılığıyla görevlendiriliyordu ve amaçları, koruyucu kendi işiyle meşgul olurken tapınağın içerisinde durup tanrıya hürmetlerini sunmaktı. Böylelikle, her bir eserin onların benzerliğinde yapıldığı düşünüldüğünden, koruyucunun tanrısal olanla sürekli bir iletişim hâlinde olduğu anlaşılıyordu.

Bu dönemin en ünlü eserleri arasında Lagaşlı Gudea'nın (hükümdarlık dönemi M.Ö. 2080-2060), bilhassa yazı ve edebiyattan sorumlu tanrıça Nisaba ya da Nidaba'ya ibadet eden inanç sahibi bir hükümdar olarak tanınmasına paralel şekilde her zaman dua eden, düşüncelere dalmış bir pozda tasvir edilen çok sayıda heykeli bulunmaktadır. Bu döneme ait kabartmalar, ister yüksek ister alçak olsun, eserde yer alan diğerlerinden daha büyük verilen bir hükümdar ya da tanrının aynı belirlenmiş biçimine uymaktadır ve bu aynı uygulama silindir mühürlerin yapımında da gözlemlenmiştir.

Gudea of Lagash
Lagaşlı Gudea
Jastrow (Public Domain)

Hatta net bir şekilde bir tanrıya gönderme yapmayan sanatsal çalışmalar – ve mimari – bile hâlâ dini inançtan beslenmekteydi. Bu yüzden kral, otoritesini son kertede tanrılardan alan bir vekilharç olarak görülüyordu ve hükümdarları tasvir eden heykeller ve kabartmalar hâlâ dini bir mesaj taşıyordu. Ne var ki Eski Babil Dönemi'nde, bilhassa dönemin Babil Kralı Hammurabi (hükümdarlık dönemi M.Ö. 1792-1750) yönetiminde bu mesaj giderek kesinlik kazanmıştı. Hammurabi Kanunları'nın Steli'nde kral, otoritesini güneş ve adalet tanrısı Şamaş'tan (Utu) alırken tasvir edilir ve bu döneme ait kabartmalarda da Babil'in koruyucu tanrısı Marduk'un dünyevi işler üzerindeki otoritesi net bir şekilde görülmektedir.

Bu zamana kadar Sümer tanrılarının yerini Babil tanrıları almıştı (örneğin yazı ve edebiyatın baş tanrısı Nisaba'nın yerini ''Nabu'' almıştı), ancak aynı paradigma yaşamın muhtelif yönlerinden sorumlu olan farklı tanrılar için de geçerliydi. Erken Hanedanlık ve III. Ur dönemlerinde, ''Kabta'' ve ''Muşdamma'' adlı kardeş tanrılar mimariye, tuğlalara, inşaat temellerine ve yapılara başkanlık ediyordu ve herhangi bir proje hayata geçirilmeden önce onlara kurban sunulması gerekirken, tamamlanınca da biten projelerin tanrısı Arazu'ya şükran duaları ediliyordu.

Bu tanrılara gereken şekilde saygı gösterilmediği takdirde, inşa edilen yapının uğursuzluk getireceğine inanılıyordu. Bu inanç Eski Babil Dönemi'nde de varlığını sürdürmüş ve Hammurabi Kanunları'ndan da anlaşılacağı üzere uygulama sürmüştür, yalnızca tanrıların adlarında değişikliğe uğramıştır. Kalitesiz malzeme kullanarak (tanrıları saygıyla anmadıklarını düşündüren) bir evin ya da binanın çökmesine sebebiyet veren yapı ustaları ölüm cezasına çarptırılırdı.

Sonuç

Hititler ve Kassitler Dönemi'ni takiben Asur ve Yeni Asur Dönemi'nde sanatsal ve mimari eserler, bilhassa kabartmalar, heykeller, saraylar ve tapınaklar gibi abidevi mimari şeklinde giderek gelişim göstermiştir. Bu dönemlerin en ünlü eserleri arasında II. Aşurnasirpal'in (hükümdarlık dönemi M.Ö. 884-859) Kalhu kentindeki sarayında bulunan ve bu kentin tamamlanışını kutlayan rölyefler (kabartmalar), II. Sargon'un (hükümdarlık dönemi M.Ö. 722-705) Dur Şarrukin'deki ("Sargon Kalesi", Arapça: دور شروكين ve günümüzde ''Horsabad'' diye bilinir) rölyefleri ve Aşurbanipal'in (hükümdarlık dönemi M.Ö. 668-627) Ninova antik kentindeki (Akatça: Ninua; Aramca: ܢܝܢܘܐ;, Nīnewē; Arapça: نينوى, Naīnuwa) sarayında bulunan aslan avı rölyefleri yer almaktadır. Asurlular ayrıca, daha sonradan antik Pers sanatı (ya da İran sanatı) ve mimarisinde mükemmelleştirilen, uçurumlara ve dikilitaşlara kabartmaların işlenmesi uygulamasını da geliştirmişlerdir.

Assyrian Lion Hunt Relief
Asur Aslan Avı Kabartması (Rölyefi)
Jan van der Crabben (Photographer) (Copyright)

Mezopotamya bölgesinin sanat ve mimarisinin 4.000 yıl önce başlayan istikrarlı gelişiminin sürdüğü Yeni Babil Dönemi'nin akabinde Pers Ahameniş İmparatorluğu ya da Hehamenişiler (M.Ö. 550-330 civarı) bölgeyi ele geçirmiştir. M.Ö. 575 yılında Babil kralı II. Nebukadnezar (hükümdarlık dönemi M.Ö. 605/604-562) Mezopotamya'nın bilinen en meşhur mimari yapılarından biri olan Babil'in İştar Kapısı'nı yaptırmış, M.Ö. 556-539 yılları arasında hüküm süren son Babil kralı Nabonidus (Akatça: Nabû-nāid) ise bölgedeki Ur Zigguratı ya da Ur'un Büyük Zigguratı'nı (Sümerce: é-temen-ní-gùru (okunuşu) "Etemenniguru", anlamı "temeli korkudan oluşan tapınak") ve harabe durumuna gelmiş ya da bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş diğer pek çok yapıyı restore ettirmiştir.

Ahameniş İmparatorluğu'nun M.Ö. 330 tarihinde Büyük İskender'in hâkimiyetine girmesinin ardından Seleukos İmparatorluğu (M.Ö. 312-63) bölgedeki sanat ve mimari mirasını sürdürmüş, Part İmparatorluğu ya da Arşak İmparatorluğu (M.Ö. 247-M.S. 224) ve Sasani İmparatorluğu ya da Üçüncü Pers İmparatorluğu (M.S. 224-651) dönemlerinde ise eserler daha da gelişmiş ve gelişmeye devam etmiştir. Günümüzde hâlâ harabe hâlinde duran Part ve Sasani imparatorluklarının başkenti konumundaki Ktesifon kenti (Yunanca: Κτησιφῶν; (Partça ve Pehlevice: Tizpon, Tizfun; Farsça: تيسفون‎; Arapça: Medayin, Medin ya da El-Medain: المدائن), dünyadaki betonarme olmayan tuğladan yapılmış en büyük tek açıklıklı tonozlu kemeri olan Taq Kasra (Taq-i Kisra ya da Taq-e Kesra ya da Ayvān-e Kesrā şeklinde de yazılır) ile bölgede görülen mimarinin gelişimine örnek teşkil etmektedir. Geçmiş dönemin modellerine sadık kalan Pers sanatı ve mimarisi, bunları geliştirerek daha sonraki uygarlıklara aktardığı mirasını sürdürmüştür.

Sorular & Cevaplar

Mezopotamya sanatı ve mimarisi ilk olarak ne zaman gelişmiştir?

Mezopotamya Dönemi sanatı ve mimarisi yaklaşık M.Ö. 5000-4100 yılları arasında Ubeyd Dönemi'nde gelişmiş ve M.Ö. 4100-2900 yılları arasında Uruk Dönemi'nde genişlemiştir.

Antik Mezopotamya Dönemi'nde ne türden sanatsal ürünler ortaya çıkmıştır?

Antik Mezopotamya Dönemi sanatçıları mücevherler, silindir mühürler, seramikler, heykeller, steller (stelalar), anıtsal heykeller, figürinler, muskalar, duvar resimleri, rölyefler (kabartmalar), obeliskler (dikilitaşlar) ve başka pek çok türden sanatsal eser ortaya koymuşlardır.

Mezopotamya halkı kemeri ve zigguratı ne zaman inşa etmiştir?

Kemer ve ziggurat Mezopotamya'da Uruk Dönemi'nde, M.Ö. 4100-2900 yılları arasında inşa edilmiş ya da daha da geliştirilmiştir.

Mezopotamya'nın en meşhur sanat ve mimari eserleri hangileridir?

Meşhur Mezopotamya sanatı ve mimarisi arasında Warka Vazosu, Warka Maskesi, Ur Kraliyet Standardı, Çalılıktaki Koç, ziggurat, Akad Hükümdarının Bronz Başı, Naram-Sin'in Zafer Steli, Hammurabi Kanunu Steli, Asur krallarının saraylarından duvar kabartmaları, Ktesifon (Tizpon) kentinin kemeri ve diğer pek çok eser yer almaktadır.

Çevirmen Hakkında

Burak Yildiz
1994 yılında Türkiye'nin güneydoğusunda, Diyarbakır'da doğdum. İstanbul'da yaşıyorum. Mütercim Tercümanlık (İngilizce) mezunuyum. TEDx platformunda 2021 yılından beri Gönüllü Çevirmenlik yapıyorum. Liseden itibaren tarihe çok ilgim var.

Yazar Hakkında

Joshua J. Mark
Serbest yazar ve yarı zamanlı olarak New York Marist College'da Felsefe bölümü öğretim üyesi olarak çalışan Joshua J. Mark; Yunanistan ve Almanya'da yaşadı ve Mısır'ı seyahat etti. Tarih, edebiyat, yazı ve felsefe sahalarında lisans seviyesinde ders vermektedir.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Mark, J. J. (2023, Şubat 22). Mezopotamya Dönemi Sanatı ve Mimarisi [Mesopotamian Art and Architecture]. (B. Yildiz, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-21609/mezopotamya-donemi-sanat-ve-mimarisi/

Chicago Formatı

Mark, Joshua J.. "Mezopotamya Dönemi Sanatı ve Mimarisi." tarafından çevrildi Burak Yildiz. World History Encyclopedia. Son güncelleme Şubat 22, 2023. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-21609/mezopotamya-donemi-sanat-ve-mimarisi/.

MLA Formatı

Mark, Joshua J.. "Mezopotamya Dönemi Sanatı ve Mimarisi." tarafından çevrildi Burak Yildiz. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 22 Şub 2023. İnternet. 27 Nis 2024.