Mevlânâ Celâleddin-i Rumi 1207-1273 yılları arasında yaşamış bir İslam alimidir. Celâleddin Muhammed Belhi ve Rûmî olarak da bilinir. Mutassavvıf bir şair olarak ünlenmiştir. Eserlerinin temel konusu ilahi aşk vasıtasıyla insan hayatını anlamlandırmaktır.
Mevlana dindar bir Sünni Müslümandır. Onun şiirleri dini doktrinleri aşan bir aşkınlığı vurgular. Eserleri İslami bir bakış açısı ile kurgulanmıştır. Mevlana’nın Tanrı anlayışında, Tanrı herkese inanç farketmeksizin hoşgörüyle yaklaşır. Ruhani bir hayat yaşamanın temelinde de Allah'ı bilmek ve onu zikretmek vardır.
Mevlana günümüz Afganistan veya Tacikistan sınırları içerisinde Farsça konuşan iyi eğitimli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası bir İslam alimiydi. Mevlana da babası gibi kendisini bir İslam alimi olarak yetiştirdi, tasavvuf yoluna girdi ve büyük bir üne kavuştu. 1244 yılında mutasavvıf Şems-i Tebrizi (1185-1248) ile tanıştı. 1248 yılında Şems’in ortadan kaybolmasından sonra Mevlana onu aramaya başladı fakat bu çabaları sonuçsuz kaldı. Bir süre sonra Mevlana, Şems’in maddi bedeni yanında olmasa da Şems'in ruhunun sürekli onunla beraber olduğunu anladı ve onun manevi varlığından ilham alan şiirler söylemeye başladı.
Mevlana’nın şiirleri insanlık alemi hakkında derin bir anlayış ile yazılmıştır. Eserlerinde ilahi aşkın manevi zevkini ve ayrılık acısını beraber işlemiştir. İlahi aşk, Mevlana'nın şiirlerinde her zaman merkezi bir yer tutmuş ve bu mesajı semboller, Kuran-ı Kerim’den alınan mecazlar, hikayeler, hadisler, İran mitolojisine ait ögeler ve günlük hayattan örneklerle aktarmaya çalışmıştır.
Mevlana sema ederken hissettiği duyguları şiire dökmüştür. Böylece, sema ilahi hakikatlere ulaşmada bir araç olarak tasavvuf geleneğine girmiştir. Mevlana, Ortaçağ Fars şiirinin en büyük şairlerinden ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olarak bilinir. Eserleri günümüzde de çok satanlar listelerine girmeye devam etmektedir.
Erken Dönem Hayatı ve İsmi
Mevlana günümüz Afganistan sınırları içerisinde bulunan Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Doğum yerinin Tacikistan’daki Vahş şehri olduğunu iddia edenler varsa da Belh’te doğmuş olma ihtimali daha yüksektir çünkü burada 13. yüzyılda Farsça konuşan büyük bir topluluk olduğu bilinmektedir. Yine Mevlana’nın isimlerinden Belhî (Belh'den gelen) de onun burada doğduğu iddiasını güçlendirmektedir.
Tarih kaynaklarında Mevlana’nın annesi hakkında yeterli bilgi yoktur. Babası Bahaeddin Veled ise mutasavvıf bir İslam alimi ve kadı idi. Tasavvuf İslam’ın mistik bir yorumudur. Allah ile kişisel ve içten bir bağ kurmaya önem verir. Tasavvuf bir mezhep değildir. İslami anlayışa dayalı kişisel ve ruhani bir yol ise Allah'ı bilmeyi ve tanımayı amaçlar . Mevlana’nın yaşadığı devir de dahil olmak üzere İslam tarihi boyunca tasavvufi akımlar İslam geleneği içerisinde birçok eleştiriye maruz kalmış olsa da, Belh şehri tarikatlerin gelişmesini ve büyümesini destekleyen bir konumdaydı. Baheddin Veled’in Mevlana’nın tasavvuf anlayışı üzerindeki etkisi tam olarak bilinmemektedir. Mevlana’nın tasavvufta ilerlemesinde asıl etkili olan ise babasının eski bir müridi olan Seyyid Burhaneddin’dir.
Moğollar 1215 yılları civarında bölgeyi işgal ettiğinde Mevlana’nın babası, ailesini ve müritlerini topladı ve bölgeden göç etti. Bu seyahatleri sırasında, Mevlana'nın mutasavvıf şair Feridüddin Attar (1145-1220) ile tanıştığı söylenir. Attar Mevlana’ya yazdığı kitaplardan birisini verdi. Bu kitap, Mevlana üzerinde oldukça büyük bir tesire sebep oldu. Bahaeddin Veled’in ve müritlerinin bu yolculuk sırasında belirli bir varış planlarının olmadığı anlaşılmaktadır. Konya’ya yerleşmeden önce günümüz İran, Irak ve Arabistan bölgelerinden geçmişlerdir. Bu zamana kadar, Mevlana iki defa evlenmiştir. Mevlana'nın evliliklerinden üç erkek ve bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Baheddin Veled öldükten sonra, Mevlana babasının yerine geçti ve vaaz, irşad ve fakirlere yardım faaliyetlerine devam etti.
Rumi ismi hayatının büyük kısmını Anadolu’da geçirdiği için kendisine verilmiştir. 1176 yılına kadar Anadolu, Bizans İmparatorluğu’nun (Doğu Roma İmparatorluğu, 330-1453) bir eyaleti olarak biliniyordu. Bu dönemde, Anadolu’dan gelenlere Roma İmpratorluğu kastedilerek rumi denilirdi.
Şems-i Tebrizi
Şems-i Tebrizi şehirden şehire seyahat eden ve geçimini sepet örerek sağlayan bir mutasavvıftır. Rivayetlere göre kendisine denk görüp sohbet edecek hiçbir kimseyi bulamamıştı. Seyahatlerine böyle bir zatı bulmak için başlamıştır. Bir gün, gaipten bir ses Şems’e “Karşılığında ne vereceksin?” diye sorunca Şems de “Başımı!” diyerek cevap verdi. Karşılık olarak da “Aradığın kişi Konya’daki Celaleddin’dir” cevabını aldı (Barks, xix). Bunun üzerine Şems, Mevlana ile buluşmak üzere Konya’ya yola çıktı.
Mevlana ile Şems’in buluşmasına dair birçok farklı rivayet vardır fakat bunlardan en meşhur olanına göre ikisi sokakta karşılaşmış ve Şems Mevlana'ya bir soru sormuştur. Bu rivayete göre, Mevlana bineğiyle çarşıya doğru giderken Şems Mevlana’nın bineğinin dizginini tutar ve ona Hz. Muhammed mi yoksa Beyazid-i Bestami mi daha büyüktür diye sorar. Mevlana Hz. Muhammed daha büyüktür şeklinde cevap verir. Şems ise “Öyle ise neden Hz. Muhammed ‘Seni hakkıyla bilemedik ya Rabbi” derken Beyazid-i Bestami “Şanım ne yücedir” diyerek Allah’ı hakkıyla bildiğini ve sürekli Allah ile beraber olduğunu söylemiştir” dedi. Mevlana, Hz. Muhammed’in Allah katında sürekli makamının yükseldiğini ve ne kadar yaşarsa yaşasın Allah’ı hakkıyla bilemeyeceğini idrak ettiğini, Beyazid-i Bestami’nin ise çıktığı manevi makamdan daha yüksek makamlar olduğunu göremediğini dolayısıyla Hz. Muhammed’in daha büyük olduğunu söyledi. Bunun üzerine, Mevlana kendinden geçti ve bineğinden düştü. Şems ise Mevlana’nın aradığı arkadaş olduğunu anladı. Mevlana kendine geldikten sonra ikisi biraraya geldi ve birbirinden ayrılmaz arkadaşlar oldular (Barks, xix-xx; Lewis, 155)
Mevlana ve Şems’in dostluğu o kadar ilerledi ki Mevlana’nın, talebeleri, ailesi ve çevresi ile ilişkileri bozuldu. Şems bu yüzden Konya’yı terk etti ve Şam’a gitti (bir rivayete göre ise Azerbaycan’ın Hoy şehrine gitti). Mevlana, Şems’in Konya’ya geri dönmesini sağladı. İkisinin ilişkisi mürit-şeyh ilişkisine benzer bir şekilde devam etti. Şems irşat eden makamında bulunsa da ikisi manevi alemde birbirine denk iki dost olarak kaldılar.
Bir akşam Şems ve Mevlana konuşurlarken Şems arka kapıdan kendisinin çağrıldığını duydu. Şems, cevap vermek üzere gitti, fakat bir daha geri dönmedi. Bir rivayete göre, Şems, Mevlana’nın oğullarından biri tarafından katledildi çünkü oğlu Mevlana’nın sürekli Şems ile birlikte olmasını ve talebelerine vakit ayırmamasını çok kıskanmıştı. Diğer bir rivayete göre ise Şems Mevlana’nın yakın çevresinin duyduğu rahatsızlık üzerine kendisi Konya’dan ayrılmaya karar vermişti.
Her halükarda, Mevlana dostunun geri dönmesini arzuladı ve onu aramaya başladı. Akademisyen Coleman Barks bu konuda şöyle der:
Mevlana, dostunun ortadan kaybolmasından çok etkilendi ve Şems’i aramak için tekrar Şam’a yolculuğa çıktı. Burada fark etti ki:
Beden bakımından ondan uzağız amma;
Cansız bedensiz ikimiz de bir nuruz;
İster O’nu gör, ister beni...
Ey arayan kişi! Ben O’yum, O da ben (xx)
Mevlana böylece sevgiliyi kaybetmenin mümkün olmadığını idrak etti çünkü dostu kendi içinde yaşamaya ve konuşmaya devam ediyordu. Sevgilinin maddi olarak uzakta bulunması aşkın derinliğini değiştirmez çünkü sevgili zaten aşığın bir parçası haline gelmiştir. Mevlana bunun üzerine tasavvufa daldı ve Şems’ten geldiğine inandığı şiirler söylemeye başladı.
Mevlana’nın Şairliği
Mevlana’nın dostunun yokluğundan duyduğu ayrılık acısı onun gazellerinde şiirsel bir üsluba dönüşmüştür. Gazellerinde, ölümden sonra matem tutulsa da, ölümün Allah ile buluşma vakti olduğu için en neşeli zaman olduğunu anlatmıştır. Ayrılık acısı vuslat ile beraber bir sevinç ve şükür vesilesi olur. Mevlana’nın ilk dönem şiirleri Dîvân-ı Şems-i Tebrizî (divan bir şairin şiirlerinin bir araya getirildiği eserlere denir) kitabında toplanmıştır. Mevlana bu şiirlerinin Şems’in kendisiyle beraber olduğu ruhundan ilham alarak söylediğine inanmaktaydı.
Mevlana, şiirlerinde ilahi hakikati insanlara şiir yoluyla ulaştırma gayretinde olmuştur. Ona göre insanlar ilahi hakikati anlamaktan uzak bir hayat sürmektedir. Onun şiiri ise insanlara içinde bulundukları durumu hatırlatmayı amaçlar. İnsanlara ilahi hakikatleri hayatın her anına tatbik etmelerini öğütler. Böylece insanlar hayatın ulvi anlamını ve gayelerini idrak edebilirler. Bu konuda Barks şöyle der:
Bu şiirler Batı'nın şaheser şiirlerine benzemez. Mevlana’nın şiirleri birbirinden ayrık nesneler değil, akıcı, sürekli kendini gözden geçiren ve kendi üzerinde kontrol sağlayan bir yapıya sahiptir. Bunlar bir insanın içinden gelen konuşmalardan fazlası değildir. Bunu ne olarak adlandırırsak adlandıralım farketmez: aydınlanma, ilahi aşk, maneviyat, hakikat, ilim okyanusu ya da bezm-elest. Bu okyanusun namelerini herkes içinde hissedebilir. Mevlana’nın şiirleri bu okyanustan gelen tuzlu bir rüzgar hissi uyandırır, insanın kendi âleminde yolculuğa çıkmasını sağlar (xxiii-xxiv).
Mevlana’nın şiirinde hayatın bütün ögelerinden izler bulmak mümkündür. Bu dünyadaki yaşam tecrübeleri ve ebediyete dair esrarlı işaretleri eserlerinde işlemiştir. Bununla beraber, onun şiirlerinin beslendiği asıl kaynak aşktır. Mevlana’ya göre aşk, dünyevi olandan ulvi olana geçmeyi sağlayan en mükemmel vasıtadır. Aşk, insanın ilahi hakikatlere ulaşarak bütün hayatını bu doğrultuda yaşamasını sağlar. Mevlana’nın şiir anlayışı sonraki kuşaklar için de ilham verici olmaya devam etmektedir.
Mevlana’nın Eserleri
Mevlana’nın en meşhur eserleri Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mecâlis-i Seb’a, Mektûbât ve Fîh-i Mâ-Fîh’tir. Mesnevi, kafiyeli ikişer mısradan oluşan nazım şekline verilen addır. Kökeni Fars Edebiyatı’ndan gelmektedir. Mevlana’nın Mesnevi eseri altı ciltten oluşur. Mevlana’nın başyapıtı ve dünya edebiyatı için bir şaheser niteliğindedir. Mesnevi, insanın Allah, dünya ve kendi nefsi olan ilişkisi üzerine yoğunlaşır. Akademisyen Jawid Mojaddedi bu konuda şöyle demiştir:
Mevlana’nın Mesnevisi’nin Farsça tasavvuf edebiyatında kıymetli bir yeri vardır. Bu şiirler şimdiye kadar yazılmış en mükemmel tasavvufi şiirler olarak kabul edilir. Mesnevi yaygın olarak “Farsça Kur'an” olarak dâhi anılmıştır.
Mevlana'nın şiirlerinde Şems’ten ilham aldığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bunun yanında Mevlana, Arap ve Fars Edebiyatına son derece hakimdi ve Senai (1080-1131) ve Feridüddin Attar gibi İranlı şairlerden de etkilenmişti. Senai, dönemin kadıları için şiirler yazan bir şairdi, sonra bunu bırakarak tasavvufa girdi. En önemli eseri olan Hadîkatü’l-hakīka’yı bu dönemde yazdı. Bu eserde vahdet-i vücud anlayışının izleri görülür. Varlıkta birliğin esas olduğunu vurgulayan bu anlayış varlıkta ikiliğin insanları hüsrana uğratacağını söyler. Kişinin varlığın tamamında tevhidi kabul etmesini ve kendisi ile başkaları ve Allah arasında hiçbir farklılığın bulunmadığını kabul etmesi gerekir. Varlığın hakikatini anlamak ve Allah’ı bilmek için bunu bilmek şarttır. Bu anlayışa göre, sonradan uydurulmuş dini dogmalar sadece insanları birbirinden ayırmaya hizmet eder. Başkalarının dini inançlarına saygı duymak kişinin Allah ile olan irtibatını kuvvetlendirir çünkü bu ilişki koşulsuz bir muhabbet ve teslim üzerine kuruludur.
Mevlana, şiirlerinde bu konuyu sürekli işlemiştir. Mesnevi’de geçen Kapıyı Çalan Dost isimli bir hikaye bunun güzel örneklerinden biridir. Mojaddedi bunu şöyle anlatır:
Mesnevi’nin ilk bölümünde geçen bir hikaye vardır: Bir adam dostunun evine geldi ve kapısını çaldı (ss. 3069-3076). Dostu “Kapıyı çalan kim” diye sordu. Adam “Benim!” diye cevapladı. Bunun üzerine geri çevrildi ve içeri giremedi. Adam uzun bir süre ayrılık ateşiyle (s. 3071) yandı ve hatasını anladı. Tekrar dostunun kapısına gitti ve kapıyı çaldı. Dostu “Kapıyı çalan kim?” diye sorunca bu sefer adam “Sensin” dedi ve ona kapı açıldı. Dostu ona iki kişinin bir yere sığmayacağını söyledi (xxv).
Aşık ve maşuk hem bu dünyada hem de manevi alemde bir kişiden ibarettir. Dar anlayışlar ve ön yargılar kişinin kainattaki halini anlamamasına ve Allah’tan uzaklaşmasına sebep olur. Kişi, Allah’a ibadet etmenin ve onu zikretmenin tek bir doğru yolu olduğunda ısrar ederse hakikatten uzaklaşır, aynı Hz. Musa ile bir çobanın hikayesinin anlatıldığı şiirde olduğu gibi.
Bu şiirde Hz. Musa, yakınındaki bir çobanın konuşmasını duyar. Çoban, ey Allah’ım senin saçlarını tarayayım, senin koyunlarını güdeyim, senin çarığını dikeyim, sana süt ikram edeyim, senin evini temizleyeyim diye dua ve niyazda bulunmaktadır. Hz. Musa, çobana karşı çıkar, Allah’ın ezeli olduğunu ve onun herhangi bir insanın hizmetine ihtiyacı olmadığını söyler. İnsanların Allah hakkında böyle konuşmaması gerektiği hakkında çobanı uyarır. Çoban, Hz. Musa’nın dediklerini kabul eder ve çöllere düşer. Bunun üzerine Allah Hz. Musa’ya hitap eder:
Sen beni kulumdan ayırdın. Senden Peygamber olarak istenen kavuşturmak, yaklaştırmakken, senin ayrılığa sebep olman nedendir?
Ben her mahluka beni görmesi ve bilmesi için farklı ve benzersiz bir yol sundum. Sana yanlış görünen onun için doğrudur. Birisine zehir olan başkasına bal olur.
Ben bütün bunlardan münezzehim.
İbadetlerin hangisi daha yüksektir diye bir kıyas yapılmaz. (Barks, 166).
Hz. Musa, bunun üzerine tövbe eder, çobanın izini arayarak onu bulur ve çobandan af diler. Çoban Hz. Musa’yı affeder ve Allah’ın onun hayal ettiği gibi olmadığını zaten anladığını söyler. Mevlana burada şöyle der: “Ne zaman Allah’ı zikredersen, bu çobanın samimiyeti gibi zikret. (Barks, 168)”. Mevlana, bu örnekte olduğu gibi, eserlerinde Kuran’dan ve İslami edebiyattan aldığı hikaye ve kıssaları şiirlerinde okuyucuya ders vermek için kullanmıştır.
Kuran’ı Kerim’de Kehf suresinin 60-82. ayetleri de böyle bir olaydan bahseder. Kıssaya göre Allah, Hz. Musa’yı Hızır’ı bulması için gönderir. Hızır’ı bulduğu zaman, Hızır, Hz. Musa’ya eğer kendisiyle yolculuğa çıkmak istiyorsa hiçbir soru sormaması gerektiğini söyler. Hz. Musa, bu şartı kabul eder fakat yolculuk boyunca sürekli sorular sorar. Kıssanın sonunda Hızır yaptıklarının hikmetini açıklar. Hz. Musa ise sabır gösterip Allah’ın muradını beklemeden olaylar hakkında kesin hükümler verdiğini anlar. Bu hikaye Hz. Musa gibi bir peygamberin bile öğrenecek çok seyi olduğunu ve bu ilmi öğrenmeye açık olduğunu gösterir. Bu anlamda, bu kıssa alçak gönüllü olmayı teşvik eder.
Mevlana’ya göre kişinin öğrenmesi gereken en önemli ders ruhun aşk ile yükselmesidir. Bu da tecrübe yoluyla öğrenilebilir, başkası tarafından öğretilemez. Kişi başka birine aşık olduğunda onu memnun etmek için elinden ne geliyorsa yapar, kendisini sınırlayamaz.
Aynı şekilde, Allah aşkı kalbe düştüğünde, kişi hayatta asıl önemli olanın ne olduğunu ve masivanın ne olduğunu idrak eder. Mevlana, dindar bir Müslüman olsa da dini dogmaların insanların Allah ile olan kişisel ilişkilerini engellemesine karşı çıkar. Onun şiiri günümüzde de halen yaşamaktadır çünkü Mevlana'ya göre aşkın olan Allah sevgisi hangi inançtan olursa olsun bütün insanları kapsar, hiçbir insan bunu engelleyemez.
Sonuç
Mevlana bu konuyu birçok şiirinde işlemiştir. Bunun en çarpıcı örneğinin ise Aşk Köpekleri isimli şiirde görmek mümkündür. Bu şiirde, sürekli Allah’a dua edip ağlayan bir adama, alaycı bir adam neden duasına hiçbir cevap almadığı halde sürekli dua etmeye devam ettiğini sorar. Adam dua etmeyi bırakır. Bunun üzerine, rüyasında Hızır’ı görür. Hızır ona neden dua etmeyi bıraktığını sorar. Adam “Çünkü duama hiçbir karşılık alamadım” der. Hızır ise “Senin bu hasretin ve yakarman, duana devam etmen duana aldığın cevaptır.” der. Burada, Mevlana şöyle der: ”Bir köpeğin sahibi için inlemesini dinle./Bu sızıltılar onun sahibi ile arasındaki manevi bağdır” (Barks, 155-156). Mevlana’ya göre dua edenin Allah demesi, Allah’ın duasına icabet etmesinin ta kendisidir. Bu yüzden, kulun şüphe ve endişeleri bırakarak aşkın zevkine ve lezzetine dalması gerekir.
Mevlana Mesnevi’sini yazmaya ölümüne (1273) kadar devam eder. Mesnevi tamamlanmadan Mevlana vefat etmiştir. Ona verilen Mevlana lakabı “efendi” anlamına gelmektedir, onun ilmini, şiir söylemekteki bilgeliğini ve derinliğini temsil eder. Mevlana’nın ölümüne Konya’da Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler yas tuttular. Onun ölümünden duydukları üzüntü onları birleştirdi. Mevlana babasının da defnedildiği sultanın gül bahçesine defnedildi. Mevlevi Tarikatı onun ölümünün ardından mezarına büyük bir türbe inşa etti. Bu türbe, günümüzde Türkiye’deki Konya Mevlana Müze’sinin içindedir. Müze dünyanın her tarafından gelen ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir. Gelen ziyaretçiler efendilerine şükranlarını sunmaya devam etmektedir.