Erken Hristiyanlık, MS 1. yüzyılda Yahudiliğin küçük bir mezhebinden ortaya çıkmış ve Greko-Romen dünyasının ortak dini, kültürel ve entelektüel geleneklerinin bir çoğunu bünyesinde bulundurmuştur. Batı kültürü geleneksel tarihinde, Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu'nda ortaya çıkışı, “Hristiyanlığın zaferi” olarak bilinmektedir. Bu zafer, Hristiyan inançlarının, paganizmin yanlış olduğu iddia edilen inanç ve uygulamaları üzerindeki galibiyetini ifade etmektedir. Bununla birlikte, Hristiyanlığın etrafındaki dünyadan kopuk bir şekilde ortaya çıkmadığını da kabul etmek önemlidir.
İkinci Tapınak Yahudiliğine Dayanan Kökleri
Yahudiler, günlük yaşam için yasa kodlarını (Musa'nın Kanunlarını) ve peygamberler vasıtasıyla tanrılarından gelen vahiyleri içeren eski bir geleneğe sahip olduklarını iddia etmişlerdir. Yahudiler, dünyadaki diğer birçok unsuru da kabul etmenin yanında, yalnızca tek Tanrı olan Yahweh'e ibadet etmek (kurban sunmak) konusunda komşularından ayrılmışlardır. MÖ 722'de Asurlular ve MÖ 587'de Babilliler tarafından millet olarak uğradıkları birkaç yenilgiden sonra peygamberleri, Tanrının İsrail’i en nihayetinde eski bağımsızlığına geri döndüreceğini öne sürmüştür. Buna göre 'son günlerde' (Yunanca eschaton) Tanrı, doğru yolda olanları İsrail'in düşmanlarına karşı lider kılacak olan Davut'un soyundan, 'meshedilmiş kişiyi' (İbranice Mesih veya Yunancada Christos) belirleyecektir. Sonrasında ise Tanrı 'Tanrı'nın krallığı' olarak da bilinecek olan yeni bir Aden kuracaktır.
Yunan yönetimine karşı kısa süren bir isyandan sonra (MÖ 167 Maccabean İsyanı), Celile ve Yahudiye, Roma tarafından fethedilmiştir (MÖ 63). MS 1. yüzyılda, birçok mesihçi şahsiyet, Yahudileri, derebeylerini yıkmalarına yardımda bulunmaları maksadıyla Tanrıya dua etmek üzere bir araya getirmiştir. Bu şahısların çoğu, çeteleri kanun ve düzene karşı kışkırttıkları gerekçesiyle Roma tarafından öldürmüştür. Zealotlar olarak bilinen bir Yahudi grup, MS. 66'da Yahudileri Roma'ya karşı, Kudüs ve tapınakların yıkılması (MS 70) ile sonuçlanacak bir isyan hareketini başlatmaya ikna etmiştir.
Mevcut kaynaklara göre, Nasıralı İsa, Tanrı'nın krallığının yakın olduğunu müjdeleyen bir ahir zaman vaizi ya da kıyamet peygamberidir. Roma tarafından (MS 26-36 arasında) çarmıha gerilişi muhtemelen Fısıh bayramında kalabalıkları kışkırtması gerekçesiyle olmuştur. Çarmıha germe, Roma'nın isyancılar ve hainler için uyguladığı bir ceza şekliydi ve Roma'dan başka bir krallığı vaaz etmek bölücülüktü. Ölümünden kısa bir süre sonra, öğrencileri İsa'nın ölümden dirildiğini iddia etmişlerdir. Deneyimledikleri şey her ne olursa olsun sonuçta bu olay onları, Tanrı'nın krallığının yakın olduğuna dair 'iyi haberi' ('müjde') insanlara ulaştırmaya yönlendirmiştir.
İsa'nın takipçileri bu mesajı ilk önce Roma İmparatorluğu'nun doğu kesimindeki Yahudi sinagog cemaatlerine iletmiştir. Birçok Yahudi, İsa'nın beklenen Mesih olduğuna inanmıyordu, ancak havarileri (elçileri) de şaşırtacak bir şekilde, Yahudi olmayanlar (paganlar) bu harekete katılmak konusunda istekli davranıyordu. Bu beklenmedik olay, ihtidâ sorularını gündeme getirmiştir. Bu putperestler öncelikle sünnet, diyet yasaları ve Şabat’a riayet ederek Yahudi mi olmalıydı? Kudüs'te gerçekleştirilen bir toplantıda (MS yaklaşık 49, Havariler Konsili), putperestlerin Yahudi olmadan harekete katılabileceklerine karar verilmiştir. Bununla birlikte, eti kandan arındırma, cinsel ahlak ve her türden putperest uygulamanın sona erdirilmesi gibi bazı Yahudi ilkelerine de uymak zorunda oldukları belirtilmiştir (Elçilerin İşleri 15). 1. yüzyılın sonunda, bu Musevi olmayan (gentile)-topluluk, Hristiyanları (“Mesih'in takipçileri”) meydana getirmiştir.
Bir Ferisi olan Paul, bu toplulukların birçoğunun kurucusuydu ve İsa'nın bir vizyonda kendisine “milletlerin elçisi” olmasını söylediğini iddia etmiştir. İsa o zaman cennetteydi ama yakında geri dönecekti. İsa'nın ikinci gelişi (veya 'ikinci görünüm') olarak bilinmekte olan bu kavram krallığın İsa'nın yaşamı boyunca gerçekleşmemesi sorununa bir bakıma çözüm teşkil etmiştir. Elçilerin bildirdiği şey, onun bu ikinci gelişinde gerçekleşecekti. İşte o zaman, mevcut toplum (toplumdaki sosyal adetler ve sınıf farklılıkları) dönüşümünü gerçekleştirecekti.
İsa'nın artık gökte olduğu inancıyla birlikte Mesih, ibadet için bir figür haline gelmiştir. Pavlus, Mesih'in yaratılışta mevcut olduğunu ve “diğer herkesin onun önünde eğildiğini” iddia etmiştir (Flp. 2). Yuhanna İncili'nde Mesih, Logos'un felsefi ilkesi veya ete dönüşen evrenin rasyonel ilkesi (Enkarnasyon doktrini) olarak tanımlanmıştır. İlk Hristiyanların Mesih'e nasıl tapındıkları hakkında çok az bilgiye sahibiz. Antik dünyada ibadet kurbanlardan meydana gelmekteydi, ancak Yahudiler (ve ardından Hristiyanlar) için bu unsur, tapınaklarının MS 70 yılında yıkılmasıyla ortadan kaldırılmıştı. Aynı zamanda, eski putperest Hristiyanlar da yerli kültlerin geleneksel kurban uygulamalarına son vermişti.
Elçilerin İşleri'nde, Petrus ve Yuhanna'nın, “İsa adına” hastaları iyileştirdiklerine dair hikayeler mevcuttur. Vaftiz töreni, Mesih'e ilahiler ve dualar ve İsa'nın son öğretisinin bir göstergesi olan Son Akşam Yemeği olarak bilinen yemekten oluşan başlatma ritüelleri yapılmaktaydı. Hristiyanlar, İsa için, Yahudilerin de Tanrı için kullandıkları bir kelime olan 'Rab' ifadesini kullanmışlardır. Yahudiler, İsa'nın göğe yükselişini şehadetinin bir ödülü olarak kabul edebilirlerdi, ancak onun Tanrı ile aynı seviyeye çıkarılması Yahudiler ve Hristiyanlar arasına bir duvar örmüştür.
Hıristiyanlığın Yayılması
Greko-Romen kültüründe insanlar, etnik kimliklerini kendilerinden önceki atalarına borçludurlar. Kelimenin tam anlamıyla geleneklerinin ve inançlarının içine doğmuşlardır. Din sahip olunan kanla ilgili olduğundan din değiştirme (bir dini görüşten diğerine geçmek) yaygın değildi. Hristiyanlık ise ataların ve soyların artık bağlayıcılığının kalmadığını öğretmekteydi. Pavlus'a göre, kurtuluş için gerekli olan tek şey Mesih'e iman (pistis, 'sadakat') idi. Bu yeni fikir, bir coğrafi bölge veya etnik grupla sınırlı olmayan dini bir harekete dönüşmüştür. Dolayısıyla Hristiyanlık, herkesin erişimine açık ve aktarılabilir bir din haline gelmiştir.
Bir başka yeniliği de kurtuluş fikri teşkil etmiştir. Yahudiler kurtuluşu İsrail ulusunun restorasyonu olarak ifade etmekteydiler. Putperestlerin ise buna benzer bir kavramı yoktu, ancak bazıları yine de öbür dünya ile ilgili endişe taşımaktaydı. Pavlus ise Mesih'in ölümünün, Adem'in günahının sonucu olan ölüm (kefaret doktrini) cezasını ortadan kaldırdığını öğretmişti. Böylece bu ilk nesil Hristiyanlar için fiziksel ölüm artık bir gerçeklik olmaktan çıkmıştı. Nitekim Mesih geri döndüğünde “ruhsal bedenlere” dönüşeceklerdi (1 Kor. 15). Zaman geçtikçe ve Mesih'in geri gelişi bir türlü gerçekleşmediğinde, Hristiyanlar bedensel ölümünü kabul etmeye başlamış, buna karşılık cennette verilecek ödül vaadi ortaya çıkmıştır.
Hristiyanlık, Helenistik dönemde popüler olan Gizem kültleriyle (Demeter ve Dionysos gibi) bazı ortak unsurları paylaşmıştır. Bu kültler inisiyasyon gerektiriyordu ve onlar hem bu dünyada daha iyi bir yaşam hem de öbür dünyaya sorunsuz bir geçiş hakkında gizli bilgiler sunmuşlardır. Ayrica bu gizemler ölen ve göğe yükselen bir tanrı kavramından da beslenmiştir.
Hristiyanlık, daha önce değindiğimiz gibi elbette “önü alınamaz bir ateş gibi” bir gecede yayılmamıştır. Dine yeni gelenler üç yıl boyunca Hristiyan öğretilerini öğrenmiş, ardından ise daha sonraları Paskalya Bayramı’na dönüşen günde yapılagelen vaftizleri gerçekleştirmişlerdir. Bu yeni üyeler, önceki yaşamlarını reddettiklerinin bir göstergesi olarak çıplak bir şekilde suya batırılıp ardından "yeniden doğmanın" işareti olarak yeni bir elbise giyiyorlardı. Bu yetişkin vaftizi, yüksek bebek ölüm oranları nedeniyle bebek vaftizinin norm haline geldiği yaklaşık MS 4. ve 5. yüzyıllara kadar uygulanmaya devam etmiştir.
Hiyerarşi, Bekarlık ve Manastır Hayatı
Hristiyanlık, çok uzak bölgelere kadar geniş bir yayılım göstermiştir. Küçük topluluklarla birlikte İngiltere ve Sahra altı Afrika kadar uzak yerlere kadar ulaşmıştır. Ancak o zaman çeşitli inanç ve uygulamaları geçerli kılacak merkezi bir otorite, bir Vatikan yoktu. İmparatorluğun her yerinde çok sayıda çeşitli gruplar bulunmaktaydı. Piskoposlar genellikle kinci tartışmalarını gözler önüne süren mektupları aracılığıyla birbirleri ile iletişime geçmekteydiler.
Hristiyanlar, Yunan siyasi meclisler sistemini (Yunanca ecclesia, İngilizce 'kilise') ve her bölgenin (diyakoz) bir gözetmeninin (piskopos) olduğu Roma sistemini benimsemişlerdir. 1. yüzyılda, piskoposlar idari liderler olarak seçilmişlerdir. Piskoposluk makamında yenilik ise MS 1. ve 2. yüzyıllar arasında meydana gelmiştir. Piskoposlar artık Kutsal Ruh tarafından sahiplenilmeleri aracılığıyla günahları bağışlama gücüne sahip olmuşlardır. Diyakozlar başlangıçta hayır işlerinin yerini bulmalarında yardımcı olarak seçilmiş ve sonrasında rahip olmuşlardır.
Pagan dünya görüşünde, ekinlerin, sürülerin ve insanların doğurganlığının büyük bir önemi vardı. Bu bakımdan cinsel ilişki hem tanrılar hem de insanlar için gerekli, doğal ve hoş kabul edilmiştir. Kilise Babaları, çilecilik olarak da bilinen felsefi görüşten etkilenmiş ve bedene yönelik bu tarz yaklaşımları reddetmişlerdir. Kilise liderleri, piskoposluk ve diğer liderlik pozisyonları için gerekli olan bekarlığı (evlenmemeyi) ve iffeti (bekareti) savunmuştur.
Liderlik pozisyonlarındakiler hariç Hristiyanlar, Mukaddes Kitabın “verimli olun ve çoğalın” emrini kabul ederek evlenmeye teşvik edilmişlerdir. Ancak cinsel ilişki, yalnızca üreme amacı ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bir eş hamile kalamıyorken cinsel ilişki, nefsaniyet adına yapılmış bir taviz olacağı düşünülmüş ve bunun sadece cinsel açıdan ahlaksız putperestlerin işleyebileceği bir günah olduğu kabul edilmiştir.
Hristiyan çileciliğinin Anthony'nin (MS 251-356) Mısır'da topluma sırtını dönerek çölde bir mağarada yaşamaya başladığı zamanda zirve noktaya ulaşmıştır. Kendisini takip edenler olmuş ve onlar da Çöl Babaları olarak anılmışlardır. Sonuçta bu babalar birlikte manastırlara yerleştirilmişler ve onlara ayrı bir din adamı kademesi verilmiştir. Bu babalar arasında eğitimli olanlar Hristiyan el yazmalarını kopyalayıp resmetmişlerdir.
Zulüm ve Şehitlik
Geleneğe göre, Hristiyanlara zulmeden ilk Romalı yetkili İmparator Nero (MS 54-68)'dur. Roma tarihçisi Tacitus (MS 56-120), Nero'nun olayların tanığı dahi olmamasına rağmen MS 64'teki Büyük Roma yangınından Hristiyanları sorumlu tuttuğunu iddia etmiştir. Buna rağmen bu hikâye erken Hristiyanlık tarihinde kendine yer bulabilmiştir. Nero gerçekten de Hıristiyanları idam ettiyse bile bu, o sırada Roma'nın resmi bir politikası sonucu olmamıştır.
Hristiyanlara karşı zulümler, büyük bir olasılıkla Domitian'ın (MS 83-96) saltanatı sırasında başlamıştır. Tükenmiş bir hazine, Domitian'ı iki alanda harekete geçmeye motive etmişti. Domitian, Yahudi Tapınağı vergisinin tahsil edilmesini ve İmparatorluk Tapınaklarında ibadet edilmesini zorunlu kılmıştır. Tapınaklarının yıkılmasının ardından, Domitian'ın babası Vespasian (MS 69-79), Yahudilere Tapınak vergisini ödemeye devam etmelerini emretmiş ve bunu savaş tazminatı olarak Roma'ya göndermiştir, ancak anlaşılacağı üzere Domitian saltanatına kadar kimse bunu zorunlu kılmamıştır. Yetkililer, Yahudiler arasında bulunan vergi kaçakçılarını aradıkları sırada, onlarla aynı tanrıya tapan, ancak Yahudi olmayan ve dolayısıyla vergiden de sorumlu tutulmayacağı kanaatine vardıkları başka bir grubun varlığından haberdar olmuşlardır.
İmparatorluk Kültü, Julius Caesar'ın ölümünden sonra (MÖ 44) onun tanrılaştırılmasıyla başlamıştır. Sıradan insanlar Sezar'ın artık "tanrılar arasında" olduğunu iddia etmeye başlamışlardır. Octavianus, hem Sezar'ı hem de imparatorluk ailesini onurlandıran İmparatorluk tapınakları kurdurmuştur. İmparatorluk kültü, bir propaganda görevi görmüş ve yapılan rahiplik satışlarından gelir sağlamıştır. Domitian, kendisine “Rab ve Tanrı” olarak hitap edilmesi konusunda ısrar etmiş ve herkesin kendi kültüne katılmasını emretmiştir. O zamanlar Yahudi paralı askerleri için bir ödül olarak Yahudilere Julius Caesar tarafından geleneksel kültlerden muaf olma hakkı verilmişti, ancak buna karşın Hristiyanlar bu “hapisten ücretsiz çıkış kartına” sahip olamamışlardı.
Hristiyanlar, ateizmle suçlanmışlardır. Onların Tanrıları sakinleştirmek adına kurban vermeyi reddetmeleri, İmparatorluğun refahına ihanetle eşdeğer bir tehdit olarak algılanmıştır. Hristiyanlar arenalarda idam edilmiş, genellikle aslanlara yedirilmişlerdir. Aslanlar ve diğer bazı vahşi hayvanlar, özel olarak eğitilmiş hayvan avcıları (bestiarii) tarafından venatio oyunlarında kullanılmaktaydı ve bu hayvanların devlet için bir cellat gibi kullanılmaları uygun görülmüştü.
Hristiyanlar, şehitlik kavramını inançları için ölen herkesin ölür ölmez hemen Tanrı'nın huzuruna alındığına inanılan Yahudilikten almışlardır. Bu nedenle şehitlik, Hristiyanlar için çok cazip bir hâl almıştı. Onların ölüm karşısındaki cesaretleri ve inançları hakkında birçok hikâye anlatıla gelmiştir. Dolayısıyla bu türden bir bağlılık, inancın propagandasında kullanılmıştır.
Hristiyan geleneğinde (ve Hollywood'da) anlatılanın aksine zulüm, MS 3. yüzyılın ikinci yarısına ve 4. yüzyılın başlarına kadar ne İmparatorluk çapındaki fermanların konusu olmuştu ne de anlatıldığı üzere binlerce kurban vardı. 300 yılda, koşullara bağlı olan bu zulmün düzensizliğini gösteren kayıtlarımız bulunmaktadır. Ne zaman bir kriz olsa (yabancı istilası, kıtlık, veba) Hristiyanlar tanrıların öfkesinin sebebi gösterilerek günah keçisi olmuşlardır. Bu sırada Romalılar, Hıristiyanları çoğunlukla yalnız bırakmışlardır.
Ortodoksluk ve Sapkınlık
Pagan dünyası, doktrin üzerinde herhangi bir fikir birliğinde bulunmanın yerine doğru ritüellere vurgu yapmak suretiyle tanrılara yönelik birçok çeşitli yaklaşımı kabul etmiştir. MS 2. yüzyılın Kilise Babaları, Ortodoks kavramıyla yani yalnızca bir "doğru inanç" olduğu fikriyle ilgili bir yenilik geliştirmişlerdir. Bu kavram, onun karşıtı olarak sapkınlık kelimesi (Yunanca airesis veya belirli bir felsefe seçiminde olduğu gibi 'seçim') ile ilişkilendirilmiştir.
'Gnostikler' (Yunanca gnosis, 'bilgi') çatı terimi altında, bazı Hristiyanlar hem evren hem de Mesih'teki kurtuluş hakkında farklı bir görüş sunmuşlardır. Birçok Gnostik için, insan vücudu da dahil olmak üzere fiziksel evrendeki tüm maddeler kötüdür. Mesih bir bedende tezahür etmemiştir ve bu nedenle çarmıha gerilme ve diriliş, kurtuluş için önemli değildir. Bunun yerine, Mesih yalnızca insan biçiminde (Docetizm) ortaya çıkmıştır ve insanların, vücutta kapana kısılmış Tanrı'nın ilahi bir kıvılcımına sahip olduklarını vurgulamıştır. Buna göre, İsa'nın öğretisi, bu kıvılcımı serbest bırakmanın ve kaynağına geri dönmesine yardımcı olmanın anahtarını oluşturmaktaydı.
Karşı Literatür: Yahudilikten Ayrı Bir Kimlik
MS 2. yüzyılda, Hristiyanlara yönelik artan zulümle aynı zamana denk gelen, Yahudilere ve Yahudiliğe karşı olan belirli bir edebiyat türü ortaya çıkmıştır. Hristiyanlar, devlet kültlerinden Yahudilerle aynı muafiyete sahip olmaları gerektiğini iddia etmişlerdi çünkü onlar verus Israel yani "gerçek İsrail" idiler. Yahudi Kutsal Yazılarının alegori yoluyla yapılan Hristiyan yorumuna göre, Kutsal Yazılarda Tanrı'dan bahsedilen her yerde aslında önceden var olan bir biçimde Mesih'ten bahsedilmekteydi. Bu nedenle Hristiyanlar Kutsal Yazıların kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdi. Buna göre, artık eskisinin yerini bir "yeni ahit" almıştı. Adversos edebiyatı, şimdilerde pratikte Yahudilikten ayrı ve farklı olan ancak saygı atfedilen eski bir geleneğe sahip olan Hıristiyan kimliğine katkıda bulunmuştur. Bu risaleler son derece tartışmalı, kötü niyetli ve o zamanlar bir rakibe karşı standart retorikle doluydu. Ne yazık ki, bu argümanların çoğu, Orta Çağ ve ötesinde Yahudilere karşı daha sonra oluşacak suçlamalara zemin oluşturmuştur.
Konstantin'in İhtidası
MS 300 yılına gelindiğinde, İmparator Diocletianus (284-305 CE) Doğu ve Batı Roma İmparatorluğunu kurmuştur. MS 306'da ölümünden sonra, çeşitli yöneticiler tek adam yönetimine geri dönmek için yarışmışlardır. Bu savaş Batıda, Maxentius (306-312 CE) ve I. Konstantin (306-337 CE) arasında olmuştur. Konstantin daha sonra, savaştan önceki gece (Roma'daki Milvian Köprüsü'nde), gökyüzünde bir işaret (chi ve rho, Mesih'in ilk iki harfi veya bir haç) gördüğünü ve kendisine "in hoc signo vinces" ("bu işarette fethet") şeklinde emreden bir ses duyduğunu anlatmış, ardından savaşı Hıristiyan Tanrısının desteğiyle kazandığını iddia etmiştir.
Doğu'nun hayatta kalan hükümdarı Licinius ile birlikte, Milano Fermanı 313'te yayınlanmış ve Hristiyanlara tutuklanma veya zulüm korkusu olmadan yasal olarak toplanma hakkı verilmişti. Konstantin'in vergi muafiyetleri ve kilise inşa etmek için fonlar yoluyla Hristiyanları kayırmasına rağmen, Hristiyanlık yüzlerce diğer pagan kültü arasına girmişti.
Bir Hıristiyan İmparatorluğu
Konstantin hem İmparatorluğu hem de Kiliseyi birleştirme konusunda istekliydi. Kilise Babalarının öğretilerini Hristiyan inancının özü olarak benimsemişti. Öte yandan, Mısır İskenderiye'deki Arius adında bir papaz tarafından tartışmalı bir öğreti, İmparatorluğun her yerinde isyanlara neden olmaktaydı. Arius'a göre, evrendeki her şeyi Tanrı yarattıysa, o zaman Mesih bir yaratıktı ve dolayısıyla Tanrı'ya tabiydi. MS 325'te Konstantin, piskoposları, Tanrı ile Mesih arasındaki ilişkiyi tanımlamak için İznik'teki bir toplantıya katılmaya davet etti. Sonuç olarak, tüm Hristiyanların kabul etmesi gereken bir ilkeler listesi olan İznik Akidesi ortaya çıktı. Buna göre Tanrı ve Mesih “aynı özdendi”, her ikisi de yaratılışta yer almıştı ve bu nedenle tektanrıcılık muhafaza edilmekteydi; Tanrı birdi, üç tezahürü vardı. Tanrı'nın Kutsal Ruhu'nun tanrısallığın yeryüzündeki tezahürü olması fikriyle, bu doktrin Üçlü Birlik olarak bilinmeye başladı. Bu inançlara karşı çıkan Hıristiyanlar ise kafir olarak kabul edildiler. Karşı duruşları, zamanın Hristiyan İmparatorluğunun ve İmparatorunun refahını tehdit etmekteydi.
MS 381'de I. Theodosius, Hristiyanlık dışındaki tüm kültleri yasaklayan bir ferman yayınladı. 390'larda, antik tanrılara ithaf edilen Olimpiyat Oyunlarının durdurulmasını ve pagan tapınak ve anıtlarının kapatılmasını emretti. Bu binalardan bazıları yıkılmış, bazıları ise Hristiyan kiliselerine dönüştürülmüştür.
MS 4. yüzyılda Hristiyanlar, Yahudi şehitlik kavramını, kasaba ve şehirlerin koruyucu tanrıları/tanrıçaları olan Greko-Romen kavramlarıyla birleştirdiler. Hristiyan şehitler artık cennetteki arabulucular olarak anılmaya başlandı. Mezarlarına yapılan hac uygulaması "aziz kültü" haline geldi.
Konstantin MS 330’da başkenti Konstantinopolis'e taşıdığında, bu Batı'da liderlikte geçici bir boşluk yarattı. MS 5. yüzyılda, Roma piskoposu, 'Papa' unvanıyla birlikte laik bir liderliği de devralmış oldu. Doğu İmparatorluğu'nda (Bizans) İmparator, MS 1453'te Konstantinopolis'in (İstanbul) Türkler tarafından fethine kadar hem devletin hem de Kilisenin başı olarak kaldı.
Hristiyanlık neden başarılı oldu? Konstantin'in ihtidası, paganların yeni dini benimsemeleri açısından kuşkusuz bu başarının pratik nedenlerinden bazılarıydı. Bununla birlikte, Hristiyanlık yenilikleri sunarken yine de Greko-Romen kültüründen birçok ortak unsuru da benimsemişti ve bu da şüphesiz bireylerin bir dünya görüşünden diğerine geçişine yardımcı olmuştur.