
Nazi Almanyası Führeri Adolf Hitler (1889-1945), 22 Haziran 1941 tarihinde, o zamana kadar toplanabilen en büyük bir orduyla SSCB topraklarına saldırmıştı. 1941 yılı, Haziran-Aralık aylarında Mihver saldırıları Kutsal Roma İmparatoru Fredrick Barbarossa (1155-1590) anısına Barbarossa (Kızıl Sakal) Harekâtı kod adıyla anılmıştı. Mihver güçlerinin kazandıkları bazı zaferlerine rağmen, daha büyük rezerv kaynakları ve daha iyi tedarik hatları bulunan Kızıl Ordu daha dirençli olmuştu.
Moskova’nın başarılı bir savunma yapması ve işgalcilerin bölge sert kış koşullarıyla baş edememeleri karşısında savaşın seyri tersine dönmüştü. Ancak, Alman-Sovyet Savaşı, SSCB’nin 1945 yılı baharında kesin bir zafer kazanmasına kadar dört yıl daha devam etmiştir.
Hitler, Neden SSCB’ye Saldırmıştır?
Hitler, 1920’lerden itibaren komünizmi Almanya refahı için en büyük tehdit olarak tanımlamıştı. Bu ideolojik hassasiyet, Hitler ile SSCB lideri Joseph Stalin (1878-1953) arasında 1939 yılı, Ağustos ayında imzalanan Nazi-Sovyet Paktı şartlarının bir kenera bırakılmasına yol açmıştı. Hitler’in Polonya’yı işgal etmeyi planladığı, aynı zamanda Batıda İngiliz ve Fransız ordularıyla, Doğuda ise Sovyet ordusuyla karşı karşıya gelmek istemediği için bu anlaşma taraf hiçbir devletin diğer bir devlete saldırmayacağına dair saldırmazlık şartı ihtiva ediyordu. Bu arada, Stalin de kendi cephesinde yeniden silahlanmak üzere değerli bir zaman kazanmıştı. Saldırmazlık Paktı gizli maddeleri, Almanya ve SSCB güçlerinin komşu devlet topraklarına saldırmalarına, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri topraklarını aralarında bölüşmelerine olanak sağlıyordu: SSCB’nin Doğu Polonya, Besarabya, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya üzerinde hareket özgürlüğü vardı. Almanya ise Batı Polonya ve Güney Avrupa devletleri üzerinde hüküm sürecekti. Anlaşma maddeleri hükümleri arasında ticaret konusunu da yer alıyordu ve SSCB, Nazi altını karşılığında Almanya’nın ihtiyaç duyduğu ham maddeleri temin ediyordu.
Nazi-Sovyet Paktı, taraf her iki devlet için geçici bir çıkar anlaşması idi. Hükümetlerin ideolojik farklılıkları, Hitler’in toprak kazanma hırsı ve Almanya’nın hammadde ihtiyacı göz önüne alındığında iki ülke arasında savaş çıkması kaçınılmaz olarak görülüyordu. Hitler, bu hırsını 1925 yılında yazdığı Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabında dile getirmişti. Kitabında, Alman halkı için bir Lebensraum (Yaşam Alanı) yani yeni kaynak alanı bulabileceği ve Alman halkının refah düzeyine kavuşabileceği Doğuda yeni topraklara olan ihtiyacı açıklamıştı. Hitler’in başarlı bir şekilde 1939 yılında Polonya’yı işgal etmesinin ardından, aynı zananda, Almanya’ya savaş açmış olan İngiltere ve Fransa ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Herkesin şaşkınlığına rağmen, Almanya, Batı’daki saldırılarında dikkate değer düzeyde başarılı olmuştu. Fransa, 1940 yılı, Haziran ayında teslim olmuş ve İngiltere Dunkrink Tahliyesi ile geri çekilmişti. Hitler, Hava Savunmasıyla İngiltere Savaşını (Temmuz-Ekim 1940) kazanamamıştı ve bu durum İngiltere’ya karşı bir işgalin başlatılamayacağı anlamına geliyordu. Hitler, bombalama seferberliği başlatmış, ancak İngiltere’yi teslim alamayacağı anlaşılınca, Doğu’ya yönelmişti.
Polonya, 1939 yılında, Bug Nehri hattı boyunca bölüştürülmüştü; SSCB Doğu kısmını, Almanya ise Batı tarafını almıştı. SSCB, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı bağımlı devletler haline getirmiş ancak Finlandiya güçleri Kızıl Ordu saldırılarına inatla direnmişlerdi (1940 yılı, Mart ayında Barış Antlaşması imzalanmıştı). Bu toprak gasplarının bir sonucu da SSCB’nin ihmal edilmiş savunma hattı olan ve Batı kanadını koruyan Stalin Hattı, artık cephe hatlarından biri haline gelecek hattın çok gerisinde kalmıştır.
Hitler’in SSCB’ye düzenlediği saldırının kod adı Barbarossa Harekâtı olmuştur. İşgalin resmi gerekçesi; SSCB’nin Alman topraklarında sabotaj eylemleriyle Nazi-Sovyet Paktı ruhunu bozdoğu ve Üçüncü Reich yönetimini doğrudan tehdit etmek üzere askeri yığınak yapması olmuştu. Öte yandan, Stalin de, Hitler’i, Alman askerlerini Romanya ve Bulgaristan üzerine seferber ederek Paktı bozmakla itham etmişti. Tarihçi W.L. Shirer şöyle bir açıklama getirmişti; “Hırsızlar…ganimet konusunda kavga etmeye başlamışlardı” (801).
Amaçları; Uzun bir İstila Cephesi
Hitler’in ordu personeli 1940 yılı yazından itibaren Barbarossa Harekâtı için plan yapıyordu. Ancak, Alman generalleri işgalin nasıl ilerleyeceği konusunda henüz tam olarak anlaşmaya varamamışlardı. Hitleri’in planı; Sovyet hatları merkezinden bölünme yaratmak ve ardından da kuvvetlerini Kuzeye ve Güneye seferber edecek şekilde görevlendirmek yönünde olmuştu. Genel hedef aslında yeterince açıktı: “ Sovyet Rusya’yı hızlı bir hareketla ezmek” (Dear, 86’dan alıntı) ve Kızıl Orduyu yok etmek. Hitler, generallerine “Kapıyı tekmeleyeceğiz ve birkaç hafta içinde evi yıkacağız” (Stone, 138) sözünü vermişti. Hem İngiltere ve hem de ABD askeri istihbaratları da bu aynı görüşü paylaşıyorlardı ve SSCB’nin 6 veya en fazla 12 haftalık bir süre zarfında çökeceğine inanıyorlardı.
Barbarossa Harekâtının belirli bazı hedefleri vardı: Leningrad şehrini almak, Donbas ve Ukrayna gibi kaynak zengini diğer bölgeleri işgal etmek ve de Kafkasya petrol sahalarını ele geçirmek. Moskova’nın alınması ise ikincil bir hedef idi. Özellikle, Kızıl Ordunun beklendiği gibi geri püskürtülememesi durumunda (Batı Dvina-Dinyeper Nehirleri) ne yapılacağı konusunda net ve uzun vadeli bir planın olmaması ölümcül bir zayıflık olduğu anlaşılmıştı. Diğer bir sorun da Kızıl Ordunun tahmin edilenden çok daha dirençli bir savunma yapmış olmadıydı. Bu ilk kez olmuyordu, Batı Avrupa Ordusu Rusya coğrafyası derinliklerine doğru ilerlerken, aslında bir düşmanla değil, üç düşmanla karşı karşıya olduğunun farkında değildi. Şöyle ki; karşı tarafın ordu gücü; lojistik sorunları ve bölgenin sert kış hava şartları.
Karşıt Güçler
“Barbarossa Harekâtı” 22 Haziran sabahı saat 03.00’te başlatılmıştı. Almanya, altı saat sonra resmen SSCB’ye savaş ilan etmişti. Batı Avrupa’da elde ettiği başarılarından sonra, deneyimli ve iyi organize olmuş ve de oldukça kendine güveni olan tarihin en büyük ordusu, Baltık Denizinden Karadeniz’e uzanan geniş bir cephede ilerleme kaydetmişti.
Diğer bileşenlerinin yanı sıra, Alman, Slovak, İtalyan Rumen ve Finlandiya Kuvvetlerini içeren Mihver Ordusu, 153 tümen, 3.6 milyon asker, 3.600 tank ve 2.700 uçaktan oluşuyordu (Dear, 86). Harekâta Mareşal Walter von Brauchitsch (1881-1948) komuta ediyordu. Bu askeri güç; sırasıyla Mareşal Wilhelm Ritter von Leeb (1876-1956), Fedor von Bock (1880-1945) ve Gerd von Rundstedt (1875-1953) komutasında Kuzey, Merkez ve Güney olmak üzere üç ordu grubuna ayrılmıştı. Ayrıca, üç Hava Kuvvet Grubu da vardı.
Sovyetlerin Batı Ordusu yaklaşık olarak 2.9 milyon kişi, 10-15 tank ve 8.000 uçaktan oluşuyordu (Dear, 88). Silahların önemli bir kısmı, özellikle tanklar savaş alanında yetersiz kalıyorlardı; bu tankların çoğu zaten demode olmuşlardı, ancak yaklaşık olarak 1.800’ü (T-34 ve KV’ler) düşman taraf tanklarından çok daha üstündü. Sovyet Hava Kuvvetleri uçaklarının yalnızca dörtte biri 1941 yılında modern olarak tanımlanabilir durumdaydı. Sovyet Ordusunun diğer zayıflıkları arasında; nakliye araçlarının eksikliği, silahlarında optik yetersizlikler ve düşman tarafın standart karasal hatları kesmesi halinde telekomünikasyon yedekleme sistemlerinin yetersizliği.
Sovyet taktikleri piyade birliklerine fazla ağır gelmeye devam etmiş ve tanklar, tipik olarak Alman panzer tümenlerinde olduğu gibi kendi başlarına bir silah olmaktan daha ziyade, sadece mobil topçu silahları olarak kullanılmışlardır. Kızıl Ordu Orta Düzey subayları, Alman meslektaşlarının aksine, sahada inisiyatif almaya teşvik edilmemişlerdi; bu durum genellikle savaş kaybını tam bir felakete dönüştüren bir faktör olmuştur. Stalin, Kızıl Ordu operasyonlarının genel komutasını üstlenmiş ve yaşanan aksiliklerden sonra komutanları görevden almaktan imtina etmemiştir. Barbarossa Harekâtı sırasında Başkomutan Mareşal Semyon Timoşenko (1895-1970) idi, önemli diğer bir komutan ise Semyon Budenny (1883-1973) olmuştu, ancak Harekâtın en yetenekli generali, düşmanın yapmayı planladığı, hareketleri tahmin etmede olağanüstü derecede öngörü yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayan Gergi Zhukov olmuştur (1896-1974).
Stalin niyetinin ne olduğu kesin olarak bilinmiyordu; Almanya’nın Batı Avrupa seferinin Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi birkaç yıl sürmesini beklemiş de olabilir. Almanya’nın Hollanda ve Fransa’da kazandığı zaferlerin hızı karşısında hazırlıksız yakalanmış da olabilir. Stalin, saldırı hareketinden önce ordusunu zaten seferber etmeye başlamıştı, ancak mevziler saldırı operasyonlarına ağırlık veriyorlardı ve bu nedenle, mevzilerin yerine getirdikleri savunma işlevi açısından, savunma hatları düşmandan gelen tam cepheden saldırıları obsorbe edecek kadar derin değildi. Diğer bir sorun da, Kızıl Ordu birçok birliklerinin Alman hatlarına doğru çıkıntı yapması ve bu nedenle üç taraftan düşmana açık hale gelmiş olmasıydı. Ayrıca, komutanların birliklerinden kilometrelerce uzakta trenlerde sıkışıp kalmalarından dolayı topçu birliklerinin ateşleme yapacak mihimatın olmamasına kadar varan birçok lojistik sorunları da vardı. Olumlu bir tarafı, Stalin’in 1930’ların sonlarında orduda yaptığı tasfiyelerin ardından ceza evlerine gönderilen 4.000 Kızıl Ordu subayı tekrar göreve çağrılmıştı. Diğer bir büyük avantaj ise Stalin’in sanayi ve ekonomisini toplam bir savaş için organize etmiş olmasıydı. Hitler, Doğu seferinin Batı seferi kadar kısa süreli olacağına inandığı için, henüz böyle bir organizasyonunun gerekli olduğunu düşünmemişti. Son olarak, Sovyet komutanları, yaşanan gelişmeler karşısında, yapılmış olan hatalardan kısa sürede ders çıkarmışlardı. Gündeme gelen önemli bir sorun; SSCB güçleri, işgalcilerin ilk büyük saldırsından sağ çıkabilecekler miydi?
Mihver Zaferleri
Mihver güçleri ilerlemesi başarılı geçmişti. Yaklaşık olarak 2.500 Sovyet uçaklarından, çoğunun karada imha edilmelerinden birkaç gün sonra Havva üstünlüğü sağlanmıştı. Mihver birlikleri, Havva desteğini hızlı hareket eden zırhlı ve piyade tümenlerinin Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı) birleştirme planına göre savunma hatlarına geçmişlerdi. Saldırıdan değil, saldırı ölçeğinden şaşkınlık yaşayan Kızıl Ordu bir dizi ağır yenilgi almıştı. Mihver tankları piyade desteğiyle ilerleme kaydederken, cephe arkasında Kızıl Ordunun büyük birkaç askeri cepleri oluşmuştu. Bu birlik ceplerinden bazıları toplu halde teslim olmuş, bazıları da olağanüstü bir inatla savaşmaya devam etmişlerdir. Mihver kuvvetleri, Kızıl Ordu tümenlerinin tekrar geri çekilip yeniden toparlanabilmesi için sıkı kuşatma hareketleri yaratacak kadar büyük değillerdi.
Savaş acımasız bir şekilde seyretmkteydi, Mihver güçleri yakıp yıkma politikası izlemeye ve siyasi komiserleri idam etmeye teşvik edilmişlerdi. “Barbarossa Yetki Kararnamesi” Alman askerlerine Sovyet sivillerine karşı zulüm yapma özgürlüğü verirken, özel mobil öldürme mangaları olan Einstazgruppen, cephe hatı ilerlerledikçe Yahudi ve Slav halklarından insanları idam etmişlerdir. Bazı tarihçiler, Hitler’in, fethetmiş olduğu toprakların insanlarına karşı daha sempatik bir tutum geliştirmiş olması halinde, Stalin ile olan mücadelesinde ona yardım bile edebilecekleri yönünde bir görüş ileri sürmüşlerdir. Kızıl Ordu da, Cenevre Sözleşmesi temel maddelerini göz ardı ettiği için, savaş suçları işleme konusunda eşit derecede suçluydu.
Joseph Stalin, başlangıçta alınan yenilgiler ve savaş seyrinin acımasız doğası karşısında, herkesin düşmana “acımasız bir mücadeleden daha azını sunmaması gereken bir “Vatanseverlik Savaşı” ilan ederek tepki göstermişti. Stalin, gerektiği gibi savaşmayanları, firarileri infaz etme emri gibi cezaları vermişti.
Esas Cepheler
Barbarossa Harekâtı Başlıca Cepheleri:
- Bialystok-Minsk Savaşı, Haziran-Temmuz 1941
- Uman Savaşı, Temmuz-Ağustos 1941
- Smolensk Savaşı, Temmuz-Eylül 1941
- Biribnci Kiev Savaşı, Temmuz-Eylül 1941
- Azak Denizi Savaşı, Eylül-Ekim 1941
- Leningrad Kuşatması (Saint Petersburg) Eylül 1941- Ocak 1944
- Bryansk Savaşı, Ekim 1941
- Moskova Savaşı, Ekim 1941 - Ocak 1942
- Sevastopol Kuşatması Ekim 1941-Temmuz 1942
- Rostov Savaşı, Kasım-Aralık 1941
Adolf Hitler, ilerlemesi gelişme kaydedince Ağustos ayında Moskova’da bir zafer geçidi düzenleyebileceğini hayal ediyordu. Doğu’nun “Almanlaştırma” planını yapmıştı; büyük şehirler yok edilecek, yerli nüfus ortadan kaldırılacak veya başka bir yere iskân ettirilecekti. Hitler, Doğu’da üçlü hedefini uygulamaya zaten hazırdı: Şöyle ki; hükmetmek, idare etmek ve sömürmek. Mihver Ordusu, Bialystok-Minsk Savaşı ve 1941 Smolensk Savaşında olduğu gibi şehirleri büyük çaplı kuşatma altına almıştır. Hitler, daha sonra güçlerinin büyük bir kısmını Leningrad şehri kuzeyine ve savaşın sürdürülebilmesi için gerekli olan malzemeyi edinmek ve ündüstrileri ele geçirmek amacıyla Güney’e Ukrayna’ya gönderilmesi emrini vermişti.
Ordu Grubu Merkezi savunmada kalmıştı; Hitler generallerinin onaylamadığı bir karar idi. Çünkü bu karar aynı zamanda düşman güçlerinin Moskova ve çevresinde savunma geliştirilmesine yol açıyordu. 1941 yılı, Eylül ayında Kiev’in alınması ve 665.000 kişinin esir alınması Mihver güçlerinin zirve noktası olmuş ve Hitler igalcilerinin 1942 yılına kadar savaşmasına imkân verecek doğal kaynaklar elde etmesini sağlayacaktı.
Hitler, önemli stratejik rezervleri olmamasına rağmen, planında değişiklik yapmış gibi görünüyordu. Ordu Grubu Merkezine Ekim ayında Moskova’ya saldırma emri verilmiş, kod adı Tayfun Operasyonu olarak tanımlanmıştı. Hitler açısından, Bryansk ve Vyazma’da zafer kazanılmasıyla savaş çok iyi başlamıştı. Mihver güçleri Moskova’ya 20 mil (32 km) yaklaşırlarken, büyük demiryolu merkezi olan Sovyet başkentinin yakında işgalcilerinin eline geçeceği gibi görülüyordu; hatta Sovyet Rusya’nın kurucu lideri Vladimir Lenin’in (1870 -1924) mumyalanmış bedeni daha güvenli başka bir yere taşınmıştı.
Sovyet Karşı Saldırısı
Alman Yüksek Komutanlığı Sovyet askeri yeteneklerine ilişkin bu düşük düzey görüşünün tamamen yanlış olduğu anlaşılmıştı. Kızıl Ordu, yenilmiş ve büyük kayıplar vermiş olsa bile, yine tekraren karşı saldırıları başlatmayı başarabilmişti. Mihver kıskaç hareketlerine karşı nasıl bir direnç gösterileceğine dair ciddi dersler alınmıştı. Geri çekilen Kızıl Ordu, ilerleyen düşmana faydalı olabilecek her şeyi yok etme konusunda da çok titiz davranmıştı. Buna rağmen, Mihver kuvvetleri kömür, çelik ve aleminyum üretimi yapan birçok endüstriyel tesisleri ele geçirmişti. Stalin, kritik bir şekilde, imalat yapan tesislerin çoğunu Orta ve Doğu Rusya’nın güvenli bölgelerine kaydırmıştı. Bu plan; sahadaki kayıpları telafi edilebilmesi ve Moskova’da veya 1941-1944 yıllarında Leningrad, 1942-1943 yıllarında Stalingrad (Volgograd) gibi şehirlerin uzun süreli kuşatma sırasında sürekli saldırı altında olan birliklere malzeme verebilmesiyle meyvesini vermişti.
Mihver orduları, bu arada, Rusya’nın derinliklerine doğru ilerlerken kat ettikleri büyük mesafeler göz önüne alındığında, erzaklarını temin etmekten giderek artan zorluklarla karşı karşıya kalmışlardı. General Hasso von Manteuffel (1897-1978) şöyle ifade etmişti; “Gökler sonsuz görünüyordu, ufuk belirsizdi. Manzaranın monotonluğu, ormanlık, bataklık ve ova alanlarının uçsuz bucaksızlığı bizi bunaltıyordu” (Stone, 146). Yollar kötüydü veya yoktu, köprüler azdı ve aralarında uzun mesafe vardı ve köylerin erzak olarak sunabileceği pek bir şey yoktu. Stalin’in partizanlara mümkün olan her yerde ve her zaman Mihver erzaklarını sabote etme emri nedeniyle Alman lojistik faaliyeti de ciddibir şekilde zorluk yaşıyordu.
Bütün bunların yanında, 1941 yılı sonbaharı son dönemi hava şartları yolları çamurlu hale getirmiş ve böylece lojistik sağlama her iki taraf için de son derece zorlaşmıştı. Hitler açısından daha da kötüsü, Japonya Pasifik üzerine odaklanacak gibi olmasından ve artık SSCB için bir tehdit oluşturmayacağından, Stalin, Sibirya ve Doğu Rusya’dan cepheye yeni birlikler getirebilmişti. Moskova tehdit altında kalmaya devam etmişti, ancak önemli diğer bir konu, Stalin’in Moskova’da kalması ve bütün şehrin bir kale haline getirme çağrısında bulunması olmuştu. Moskova’nın savunma harekâtına, kaynaklarını büyük bir saldırı için bir araya getiren General Zhukov komuta etmişti.
Sovyet birlikleri, başkentlerini savunmak üzere güç toplarlarken, Mihver generalleri kışın gelmesini endişeyle beklemiş ve yetersiz kalan rezervlerinden yakınmışlardı. Onlara göre Barbarossa Harekâtının bu kadar uzun zaman sürmemesi gerekiyordu ve işgalci ordunun Rusya toptrakları derinliklerde güç eksikliği, beş ay boyunca büyük kayıplar vermesinden sonra etkisini göstermeye başlamıştı. Savaşmak üzere sahada kalanlar için daha da kötüsü; Hitler, kış seferi planlamamıştı ve bu yüzden birlikler temel ekipman ve hatta uygun kıyafetlerden bile yoksun kalmışlardı. Mihver ordusu kelimenin tam anlamıyla donarak ölmeye başlamıştı.
Barbarossa Harekâtı Sonu
Mihver Birlikleri, Aralık ayı boyunca Mihver güçlerini Moskova’dan yaklaşık olarak 175 mil (280 km) uzağa püskürten birkaç Sovyet karşı saldırısına direnmek zorunda kalmışlardı. Barbarossa Harekâtıyla, bazı büyük toprak parçalarını işgal edilmiş ancak Sovyet direnişini ezme hedefinde başarısız kalmıştı. İki büyük ordu arasında çetin bir karşılaşma yaşanmıştı. Mihver Ordusu, 31 Ocak 1942 tarihine kadar, “yaklaşık olarak 918.000 kişi kaybetmişti; yaralanmış, esir alınmış, kaybolmuş veya ölmüştü, yani savaşa katılan 3.2 milyon askerin % 28.7’si” (Dear, 89). Aynı zamanda “3.35 milyon Sovyet askeri de Almanlara esir düşmüştü” (ibid). Ayrıca, SSCB’ye, Sovyet endüstri üretiminin yaklaşık olarak % 7’sine denk gelen bir yardım sağlayan ABD Lend-Lease programı yardımı da vardı. Hitler, SSCB’yi birkaç hafta içinde devirme kumarını kaybetmişti : “Moskova önünde aldığı yenilgi ciddi bir aksilik, Blitzkrieg konseptinin tartışmasız bir başarısızlığı olmuştu” (Dear, 89).
Doğu Cephesi Devam Ediyor
Hitler savaşmaya kararlıydı ve Mavi Harekâtı (Operation Blue) başlatmıştı. Geri çekilmek isteyen birçok generali çoktan ortadan kaldırmış ve 1941 yılı, Aralık ayında Doğu Cephesinde bulunun ordunun başkomutanı olmuştu. 1942 yılı kışı bahara dönerken, Alman-Sovyet Savaşının yeni bir aşaması başlamıştı. Savaş, üç yıl daha devam etmişti. Esas çatışma cepheleri arasında; Stalingrad Savaşı (Temmuz 1942-Şubat 1943), Kursk Savaşı (Temmuz-Ağustos 1943), İkinci Smolensk Savaşı (Ağustos-Ekim 1943) ve Varşova Ayaklanması (Ağustos-Ekim 1943) yer alıyordu. SSCB’nin savaşma konusundaki endüstri kapasitesi Almanya’nın çok lerisindeydi ve Hitler, 1943 yılından itiberen milyonlarca Mihver askerini, Temmuz 1943 yılında Batılı Mütefiklerin İtalya’yı işgal seferine ve Haziran 1944 yılında Normandiya Çıkarması D-Day (the day of days) gününe karşı harekete geçirmek zorunda kalmıştı. Hitler’in harhangi bir geri çekilmeye izin vermeyi reddetmesi de Mihver harekâtına yardımcı olamamış ve bu nedenle komutanlar sonunda geri çekilip yeniden toparlanmak yerine teslim olmak zorunda kalmışlardır.
Joseph Stalin, Hitler ile olan büyük mücadelesini kazanmıştı. SSCB, Doğu ve Orta Avrupa kontrolünü ele geçirmiş, doğrudan Alman başkentine doğru ilerlemiş ve Berlin Savaşında (Nisan-Mayıs 1945) Berlin şehrini de ele geçirmişti. Alman-Sovyet Savaşı en az 25 milyon asker ve sivilin ölümüne neden olmuştur, bu sayı muhtemelen İkinci Dünya Savaşında meydana gelen toplam ölüm sayısının yarısı kadar olduğu düşünülüyor. Hitler, 1945 yılı, Nisan ayında intihar etmiş ve Almanya da kısa bir süre sonra teslim olmuştu. Birçok tarihçi Barbarossa Harekâtını aslında Hitler’in savaşı kaybetme noktası olarak tanımlar. Harekâtın mirası devan etmiştir. SSCB, böylesi bir işgalin bir daha olmasına asla izin vermeme kararı olmış ve bu nedenle Doğu Avrupa’yı bu amaçla yeniden şekillendirmiştir. Bugün bile, Avrupa güçlerini harekete geçirici sebeplerine dair olan Rusların şüpheleri, kıtanın jeopolitiğini etkilemeye devam etmektedir.