Stalingrad Savaşı, (Stalingrad; şimdi Volgograd, Temmuz 1942’den Şubat 1943’e kadar) Adolf Hitler’in (1889-1945), SSCB’nin Kafkasya’daki petrol sahalarına ulaşmayı kontrol altına alma amaçlı bir askeri harekât idi. Sovyet Kızıl Ordusunun sevk ve idare ettiği kentteki şiddetli sokak çatışmaları, Hitler Altıncı Ordusunu kuşatan büyük bir karşı saldırının başlamasına kadar şehir halkının Alman saldırısına karşı direnmesini sağlamıştı.
Alman-Sovyet Savaşı dönüm noktası olarak kabul edilen Stalingrad Savaşı, bütün bir ordunun imha edilmesi ve Mareşal Friedrich Paulus’un da (1890-1957) da dâhil olduğu 91.000 Alman askerinin teslim olmasıyla sonuçlanmıştı. SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde en büyük zaferlerinden biri olan bu savaş sırasında Hitler orduları bir daha toparlanamamış ve daha sonra geri çekilme savaşımı vermişlerdir.
Şimdiye Kadar Askeri Harekât
Nazi Almanyası Führeri Adolf Hitler, 1941 yılı, Haziran ayında SSCB’ye karşı düzenlediği bir saldırı olan Barbarossa Harekâtını başlatmıştı. Hava desteğini, dar cephelerde ilerlemek üzere hızlı hareket eden zırhlı piyade tümenleriyle birleştiren Blitzgrieg (Yıldırım Savaşı) taktikleri sayesinde kısa sürede büyük zaferler elde etmişti. Ancak, Alman işgal güçleri, Sovyet büyük şehirlerini ele geçirme konusunda daha az başarılı olmuşlardı. Sovyet Kızıl Ordusu Moskova Savaşını (Ekim 1941-Ocak 1942) kazanmıştı. Leningrad Kuşatması yıllarca sürmüş ve kent ciddi bir direnişte bulunmuştu. SSCB güney bölgesinde bulunan Stalingrad şehri, Mihver orduları açısından alınması gereken eşit derecede zor bir hedef olmuştur.
Stalin Şehri
Stalingrad (Stalin şehri) eskiden Tsaritsyn olarak biliniyordu, ancak 1925 yılında SSCB Lideri Joseph Stalin’in adını alarak yeniden tanımlanmıştı (1967 yılında Volgograd olarak değiştirilmiş). Şehrin uzun zamandan beri bir kalesi vardı ve bu kale, Volga ve Tsaritsa nehirlerinin birleşme noktasında olup Rusya’nın Güney sınır bölgelerine ulaşım güvenliği sağlıyordu. Sovyet savaş girişimleri açısından hayati önem taşıyan kaynaklar, Kafkasya’dan gelen petrol de dâhil olmak üzere, değerli bir sanayi merkezi olan Stalingrad üzerinden geliyordu. Hitler’in bu şehri ele geçirmesi halinde “Sovyetler yıkım yaratıcı ekonomik bir darbe alacaktı” (Rees, 1412).
Karşı Orduları
Heron Operasyonu, Stalingrad şehrini ele geçirme görevi, Hitler’in en büyük ordusu olan Altıncı Ordu Komutanı Mareşal Friedrich Paulus’a verilmişti. Paulus, o zamana kadar bir kumay subayı olarak görev yaptığı için çok az savaş alanı deneyimi vardı. Paulus, Barbarossa Harekâtı planlamasında yardımcı olmuş ve 1942 yılı, Mayıs ayında yapılan İkinci Harkov Savaşında (Harkiv) zafer kazanmada katkıda bulunmuştur. Mihver Kuvvetleri, Stalingrad şehrine karşı saf tutmuş ve sayıları 300.000’in bir az altındaydı (Antill,54).
Stalingrad’a çıkarma yapan ikinci ordu; General Hermann Hoth (1885-1971) komutasındaki Dördüncü Panzer Ordusuydu. Üçüncü bir ordu; General Maximilian von Weichs (1881-1954) komutasında B Grup Ordu idi. Ayrıca, Stalingrad Cephesi yanlarında konumlanmış başka birkaç ordu, Mihver müttefik orduları vardı. Romanya, Macaristan ve İtalyan orduları, Alman muadil orduları kadar iyi eğitimli, donanımlı veya deneyimli değillerdi.
Volga Nehri batı kıyı boyunda yaklaşık olarak 25 mil (40 Km) uzanan bir şehir olan Stalingrad’ın savunması gibi zor bir görevi Tümgeneral Vasily Chuikov (1900-1982) komutasında 62. Orduya verilmişti. Askerleri arasında “General Stubbornness” olarak tanınan ve altın taçların oluşturduğu ışıltılı gülümsemesiyle ünlü olan General Chuikov, Stalin’e şöyle bir vaatte bulunmuştu: “Ya şehri tutacağız ya da orada öleceğiz” (Dear,183). Stalingrad savunmasını yapan Kızıl Ordu yaklaşık olarak 54.000 kişiden oluşuyordu (Antill, 54), ancak en önemlisi, General Chuikov Volga Nehri doğu yakasından sürekli takviye güç ve malzeme alıyordu.
Mareşal Paulus, 07 Ağustos günü, Kalaş şehri doğusunda bir çatışmayı kazandıktan ve 50.000 Sovyet askerini esir aldıktan sonra Stalingrad kentine doğru ilerlemişti. İlerlemenin kolay şartlarda gerçekleştiği göz önüne alındığında, Hitler’in Altıncı Ordusu, zırhlı tümenlerinden bazılarını yeni görevlendirme ile Kafkasya’da devam eden harekâta seferber edilmişti. Mareşal Paulus, Ağustos ayı sonuna doğru, sadece 9 mil (15 Km) mesafede olan Stalingrad kentine geniş cepheden bir saldırı düzenlemek üzere ordularını toplamaya başlamıştı. (Sovyet) General Georgi Zhukov (1896-1974) 29 Ağustos günü daha geniş Stalingrad Cephesi genel komutasını ele almış ve Kasım ayında başlaması planlanılan Uranus Operasyonu kod adıyla karşı bir saldırı için plan yapmıştı. General Zhukov daha sonra başka bir yere taşınmış ve Uranus Operasyonunun asıl icra görevi General Aleksandr Vasilevsky’e (1895-1977) verilmişti.
Stalingrad’da Sokak Çatışmaları
Stalingrad şehri, 19 Temmuz gününden itibaren savaş durumuna hazırlanmıştı. Sovyet Lideri Stalin, bütün ülkenin morali için, kendi adını taşıyan şehrin, bedeli ne olursa olsun, teslim etmeme kararını almıştı. Yerel milis birlikleri oluşturulmuş ve bu birliklerde kadınlar da görev almışlardı, tıpkı şehrin uçaksavar birliklerinin çoğunda olduğu gibi. Her bir blok, her bir sokak ve her bir bina mümkün olduğunca uzun süre tutulacaktı.
Mihver Ordusu, 04 Ağustos günü, Aksay Nehrini geçmiş ve şehre doğru yönelmişti. Alman Mareşal Paulus,19 Ağustos günü, Altıncı Orduya, Stalingrad şehrine saldırı emrini vermişti. Şehrin dış sınırlarına 03 Eylül günü ulaşılmıştı. 600 adet Mihver uçağı, bu ilk kara saldırısına hazırlık olarak 23-26 Ağustos günleri arasında Stalingrad üzerine, hiç ayırım gözetmeksizin, sürekli bomba yağdırmıştı. Mihver Birlikleri, 12 Eylül 1942 tarihinde şehre girmişlerdi. Mareşal Paulus, biri 27 Eylül, diğeri ise 14 Ekim gününde olmak üzere iki saldırı dalgası daha başlatmıştı. Sovyet tarafı kendi askerlerine, düşman bombardıman ve topçu ateşinden kaynaklı kayıpları en aza indirmek üzere Mihver mevzilerine mümkün olduğu kadar yakın kalmaları emri verilmişti.
Çatışmaler genellikle acımasızca seyrediyordu; molozların, siperlerin, kanalizasyonların ve yeraltı sığınakların her bir metresinin temizlenmesi gerekiyordu. Her iki tarafın keskin nişancıları, öne çıkmak üzere acele eden herhangi bir hareketi ölümcül hale getiriyordu. Sovyet tankları kasıtlı olarak molozların arasında gizlenerek siper almış ve tamamen hazırlıksız kalan düşman tarafa ateş ediyorlardı. Alman askerleri, alışılmadık bu savaş tarzını Rattenkrieg, yani “fareler savaşı” olarak tanımlamışlardı. Mihver komutanları böylesi koşullarda, askerlerine tam olarak nasıl sevk ve idare etmek üzere komuta edeceklerini anlamaya çalışırlarken, General Chuikov, karşılaştıkları düşmanla en iyi şekilde nasıl savaşacakları konusunda mutlak özerkliğe sahip 50-100 kişilik şok grupları yeniden harekete geçirmişti.
Altıncı Ordudan Er Wilhelm Hoffman, aldığı günlüğüne, yaşadığı savaşın vahşetini şöyle anlatır:
11 Eylül; Taburumuz Stalingrad varoşlarında savaş veriyordu. Sürekli ateş ediliyor. Nereye baksanız ateş ve alevler. Rus topları ve makineli tüfekleri yanan şehirde mevzilenmiş ateş ediyorlar – fanatikler!
16 Eylül; Taburumuz ve tanklar tahıl asansörüne saldırıyorlar. Tabur ağır kayıplar veriyor. Asansörde insanlar yok, adeta hiçbir kurşun veya alevin yok edemeyeceği şeytanlarla doludur.
18 Eylül; Asansörde çatışmalar yaşanıyor. Stalingrad’ın bütün binalarında böyle savunma yapılıyorsa, askerlerimizden hiç biri Almanya’ya geri dönemeyecek (Holmes, 285).
Sovyet askerlerinden Er Anton Bosnik, binaları savunan Sovyet güçlerinden almanın neden bu kadar zor olduğuna dair şöyle bir açıklma getirmiştir:
Birbiri ardından binaları işgal ederek geri döndük ve binaları kalelere dönüştürdük. Bir asker işgal ettiği bir pozisyondan ancak altındaki zemin alevler içinde ve kıyafetleri için için yanerken çıkabilirdi (ibid).
Alman askeri Hoffman, 26 Ekim günü hala savaşıyordu, ancak günlüğüne şunları yazmıştır: “Askerler Stalingrad’ı Wehrmacht’ın toplu mezarları olarak adlandırıyorlar” (ibid). Dördüncü Panzer Ordusundan başka bir asker, Teğmen Reine, evine yazdığı mektupta şunları kaydetmişti:
Stalingrad artık bir kasaba değil. Gündüzleri yanan, kör edici dumandan oluşan devasa bir bulut, alevlerin yansımasıyla aydınlanan büyükçe bir fırın. Ve gece olduğunda, o çok sıcak, gürültülü, kanlı gecelerden birinde, köpekler Volga Nehrine atlayıp umutsuzca diğer kıyıya ulaşmak üzere yüzüyorlardı. Stalingrad geceleri köpekler için bile bir dehşet. Hayvanlar bu Cehennem’den kaçıyorlar. En sert taş bile bu duruma uzun süre dayanamıyor. Ama insanlar dayanabiliyor (Holmes, 286).
Mihver kuvvetleri nihayet Stalingrad şehrinin onda dokuzunu kontrol altına aldıkları zaman, Hitler, 08 Kasım günü, şehrin fiilen düştüğünü ilan eden erken bir açıklama yapmıştı. Ancak, Kızıl Ordunun, büyük bir karşı saldırı başlatması nedeniyle, başka bir düşüncesi vardı. Şehrin kuzey ve güneyinde konuşlanmış ordu gruplarına daha geniş açıdan Stalingrad Cephesine saldırmaları, iki kıskaç hareketiyle geçmeleri ve ardından da Altıncı Orduyu kuşatmaları emri verilmişti. Kızıl Ordu haftalardan beri gücünü pekiştiriyor, sadece geceleri hareket ediyor, telsiz esesizliğini koruyor ve ardından tank ve piyade yığınlarını kamufle ederek, belki de tam bir sürpriz olmasa da, operasyon boyutu konusunda düşman üzerinde kesinlikle bir şok etkisi yaratıyordu.
Altıncı Ordu Cebi
Stalingrad Cephesindeki Mihver hatları zayıf noktalarında Romanya Üçüncü ve Dördüncü Orduları, İtalyan Sekizinci Ordusu ve Macaristan İkinci Ordusu mevzi almışlardı. Sovyet güçleri komutanı Korgeneral Nikolai Fyodorovich Vatutin (1901-1944) iki sahra ordusu ve bir tank ordusunu, 19 Kasım günü, Uranus Harekâtı başlangıcında Üçüncü Romen Ordusuna saldırmak üzere seferber etmişti. Kızıl Ordu, yağan karda ilerlemeye geçmeden önce, yoğun bir topçu ateşiyle düşman hatlarını vuruyordu. Dördüncü Romen Ordusu da, 20 Kasım günü, Korgeneral Andrey Eremenko (Yeryemenko olarak da yazılır, 1892-1970) komutasında 51.Ordu saldırısına uğramıştı. Cephe kanatlarındaki Mihver orduları tamamen çökmüş ve kıskaçlar 23 Kasım günü Kalaç şehri yakınlarında kapanırken, Alman Altıncı Ordusu da kuşatılmıştı.
Mareşal Paulus, Führer Hitler’den 250.000 askerin Stalingrad Cebinden çekme izni talep metmişti. Bu alan doğudan batıya yaklaşık olarak 37 mil (60 Km), kuzeyden güneye ise 28 mil (45 km) uzunluğundaydı. Hitler, düzenlenen bu sefer boyunca, birçok kez yaptığı gibi, geri çekilme iznini vermemiş, ancak hava yoluyla ikmal yapılacağına dair söz vermişti. Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri) Başkomutanı Hermann Göring (1893-1946), Hitler’e her 24 saatte 300 ton hayati önem taşıyan ikmal malzemesi ulaştırabileceği sözünü vermişti. Yapılan çalışmalarda, Altıncı Orduya Hava yoluyla ihtiyaç duyduğu ikmalin yapılması için uygun nakliye uçağı, avcı uçağı olmaması ve kötü hava koşulları nedeniyle imkânsız olduğu anlaşılmıştı. Hitler, yine de, General Göring sözünü umutsuzca bir can simidi olarak dikkate almış ve askerlerin Stalingrad’da yoksunluk içinde olmalarına saygı duygusu olarak karargâhında en azından birkaç hafta boyunca şampanya ve konyak içilmesini yasaklamıştı.
Hitler’in, en büyük sorun çözücü olarak gördüğü Mareşal Erich von Manstein (1887-1973) büyük bir yardım gücünü organize etmişti. General Hermann Hoth’ın (1885-1971) sahada komuta ettiği bu güç; üç panzer tümeni ve iki piyade tümeninden oluşuyordu. Kış Fırtınası Harekât planı, Mareşal Paulus’un geri çekilmesine olanak sağlayacak şekilde, düşman gücünün Altıncı Ordu etrafında oluşturduğu çemberden bir koridor açmak şeklindeydi. General Meinstein, yardımın etkili olabilmesı için geri çekilmesi gerektiğinde ısrar etmiş, ancak Hitler buna izin vermemiş ve Altıncı Ordunun Satalingrad şehrinde bir adım bile geri çekilmemesi konusunda ısrar etmişti. General Hoth yardım gücü saldırısına 12 Aralık günü başlamıştı.
Sovyetler, güneyden yaklaşan Mihver yardım kuvvetlerinden İtalyan Sekizinci ordusuna 16 Aralık günü saldırı düzenlemekle karşılık vermişti. Sovyet Cephesi, artık hem batıya ve hem de Stalingrad’ın güneyine doğru ilerliyordu. Generel Hoth komutasında yardım kuvveti 19 Aralık günü cepten 30 mil (km) mesafeye kadar yaklaşmayı başarmış ancak daha fazla yaklaşamamıştı. Altıncı Ordunun bu sırada cepten çıkması halinde, büyük bir ihtimal ile General Hoth ordusuna katılarak başarılı bir şekilde katkı sağlayacaktı, ancak Hitler yine de bu hareketi reddetmişti.
Bu arada, Mareşal Paulus komutasında Alman Altıncı Ordusu hava yoluyla günde sadece 90 ton erzak alabiliyordu – ordunun ihtiyacı için bu erzak miktarı tamamen yetersiz idi, Paulus’un tahmini; ihtiyaç duyulan erzak günde en az 750-800 ton şeklindeydi. Daha da kötüsü, General Manstein, 28 Aralık günü, General Hoth’un komuta ettiği yardım gücünü çekmek zorunda kalmıştı, çünkü kendisi de ciddi bir şekilde kuşatılma tehlikesi altındaydı. Altıncı Ordu kendi başına kalmıştı.
Stalingrad cepleri, 1943 yılı, Ocak ayında, hava yoluyla biraz daha fazla erzak alabiliyordu, günde ortalama 120 ton, ancak bu erzak yine de yeterli değildi ve askerler yetersiz gıda maddelerine katlanmak zorunda kalıyorlardı. Yoğun kar yağışı altında yaşanan koşulları Bernhard Bechler şöyle ifade etmektedir:
Yatağıma uzandığım ve elimi yakamın altına soktuğum zaman, elim bitlerle dolu oluyordu. Ve bitler zaten tifüs hastalığı taşıyorlardı… Yiyecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Donmuş atlar vardı ve bir balta alıp bira az et doğrayıp bir tencerede ısıtıyorduk, sadece yiyecek bir şeyimiz olsun diye. Orada öylece yatıyorduk, yiyecek başka hiçbir şeyimiz yoktu, neredeyse donarak ölüyorduk, korkunçtu (Rees, 182).
Kızıl Ordu üç subayından oluşan bir heyet, 08 Ocak günü, Mareşal Paulus’u teslim almakla görevlendirilmişti. Paulus, karşılık vermek üzere Hitlerden hareket özgürlüğü talep etmiş, ancak teslim olmak yasaklanmıştı. Hitler, Altıncı Ordunun direnmesinin, güneydeki Mihver güçlerin önününün, ilerleyen Sovyet kuvvetlerince kesilmekten kaçınmasına yardımcı olacağına inanıyordu.
Boş nakliye uçaklarının bulunduğu cepten yaklaşık olarak 30.000 yaralı tahliye edilmişti. Geride kalanlar için, Bechler’in burada tarif ettiği üzere, savaşmaya devam etmek zaten imkânsız hale gelmişti:
Bir gün, Kızıl Ordudan üç asker, küçük tilki deliğimize yaklaştılar. Orada yaşıyorduk, emir subayım, - genç bir teğmen – ve ben… Kızıl Ordu askerleri aniden bize doğru geldiler. Ve ikimiz de bir anda, cephanemiz yok, bu son diye düşündük. Ya bizi vuracaklar, ya da esir alacaklar. Ne yapacağız? O anda emir subayımın üniforma ceketinde bir fotoğraf çıkardığını gördüm. Baktım, genç karısı ve iki çocuğunun fotoğrafıydı. Bir az baktı, parçaladı, tabancasını çekti, kafasına ateş etti ve öldü… Sonra Kızıl Ordu askerleri üzerime geldiler. Birisi tabancasını göğsüme dayadı ama tetiği çekmedi ve o andan itibaren, beni vurmayacağını anladığım zaman, ikinci hayatım başlamış oldu (Rees,184).
10 Ocak günü, büyük bir topçu bombardımanından sonra, Korgeneral Konstantin Rokossovsky (1896-1968) komutasında bir Sovyet ordusu cepte bir delik açmış ve bir sonraki hafta boyunca, yaklaşık olarak yarı yola kadar ilerlemişti. Mareşal Paulus’un, artık sadece bir havalanı operasyonu vardı ve kendisi bombalanmış bir mağazanın bodrumunda saklanıyordu. 24 Ocak günü, başka bir Sovyet heyeti Paulus’a teslim olma fırsatını sunmuştu. Kuşatılmış olan Mareşal yine de Hitler’den izin talep ediyordu. Führer, şu mesajla karşılık vermişti:
Teslim olmak yasaklanmıştır. Altıncı Ordu, son askerine ve son mermisine kadar mevzisini koruyacak ve kahramanca dayanıklığıyla savunma yapmasına ve Batı dünyasının kurtuluşuna unutulmaz bir katkı sağlayacaktır (Shirer, 930).
Etkili bir direniş sunabilen, büyük ölçüde küçülmüş sadece iki cep kalmıştı. Hitler, 30 Ocak günü, General Paulus’u Meraşal rütbesine terfi ettirmek için bu anı seçmişti; birçok tarihçi, bu hareketi Paulus’un intihar etmesine teşvik için güçlü bir ipucu olarak değerlendirmiştir. Oysa komutanın inancı gereği intihar etmesi yasaktı; Tabur komutanlarından birisi, 30 Ocak günü, Gerhard Hindenlang’a şöyle demişti: “Hindenlang, ben bir Hıristiyanım, intihar etmeyi reddediyorum” (Rees, 185). Mareşal Paulus, 31 Ocak günü, içinde bulunduğu cepten çıkarak teslim olmuş ancak ikinci cepte bulunanlara aynısını yapmaları emrini vermemişti. Hitler, bu cepte bulunan her bir askere ölümüne savaşma emrini vermişti. Kızıl Ordu güçleri, 02 günü, bu son cebi de ele geçirmişlerdir.
Alman ordusundan ilk kez bir Mareşal teslim olmuştur. Altıncı Ordu, Stalingrad savaşında yaklaşık olarak 275.000 adamını kaybetmişti. 150.000 askeri öldürülmüş ve 91.000 askeri de savaş esiri olarak alınmıştı (20.000 yaralıydı). Esir alınanlar arasında 24 general vardı. Mareşal Paulus, diğer birkaç ordu komutanlarının benzer durumlarda yaptığı gibi, Hitler’in emirlerine karşı geldiği için eleştirilmişti. Tarihçi M.M. Boatner, bu an konusuna şöyle bir açıklama getirmiştir: “Daha sert, daha kararlı ve daha deneyimli bir general, birşeyler kurtarabilirdi” (417). Alman olmayan, Mihver orduları da ağır kayıplar vermişlerdir. İtalya ordusundan 110.000 (ölü veya yaralı), Macaristan ordusundan 153.000 ve Romanya ordusundan 160.000 asker kaybedilmiştir. Bu ülkeler, kayıplarını telafi edememişlerdi. Öte yandan da zafer, yüksek bir bedelle kazanılmıştır. Stalingrad kentinde iki milyon sivil insan açlıktan veya düşman ateşinden dolayı ölmüştür (Rees, 177). Esir düşen Alman askerlerine saygı göstergesi olarak dört günlük yas ilan edilmiş ve bu süre zarfında bütün tiyatro ve sinamalar kapatılmıştır.
Sonrası
Führer Hitler, yenilgiyi 03 Şubat günü bir radyo yayını aracılığıyla Alman halkına duyurmuş ve bu yenilgi ilanı Ludwig van Beethoven’in (1770-1927) Beşinci Senfonisi, ikinci bölümünün çalınmasıyla sona ermiştir.
Almanların Stalingrad’da aldıkları bu yenilgi, Mihver Ordu Grubu A’nın güneyden çekilmesine ve Altıncı Ordu ile benzer bir kaderi yaşamasına eden olmuştur. Führer Hitler, savaşmaya devam edebilmiş, ancak Stalingrad’da aldığı yenilgi, aynı zamanda, endüstriyel üretim kapasitesi çok daha fazla olan ve sahadaki savaşçı kayıplarını teafi edebilen SSCB’ye karşı asla bir yıpratma savaşını kazanamayacağını da göstermiştir. Tarihçi yazar J.Dimbleby’nin belirtiği üzere, yenilginin güçlü bir etkisi olmuştur: “Üçüncü Reich için bir felaket, zaten sarsılmış olan moraline yakıcı bir darbe olmuştur” (498). SSCB açısında ise Stalingrad kentinin başarılı bir şekilde savunulması, savaşın en önemli olayı olmuştur. Şehir, savaşta yok edilmiş, ancak sonraları yeniden inşa edilmiş ve resmen “Kahraman” statüsüne layık görülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı, Avrupa’da, 1945 yılı, Mayıs ayında, Berlin şehrinin düşmesiyle sona ermiştir. Mareşal Friedrich Paulus, savaş sonrası yapılan Nurenberg Duruşmaları sırasında tanıklık etmiş ve 1953 yılında Sovyet esaretinden serbest kalmıştır. Mareşal Paulus, vatandaşlarının çoğundan daha iyi durumdaydı. Satlingrad savaşı sırasında esir alınıp Sovyet esir kamplarına gönderilen 91.000 esir Alman askerlerinden sadece 5000 kişi evine dönebilmiştir.